Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün ‘insan hakları eylem planı’ adı verilen bir dizi ‘reformu’ açıkladı. Bundan böyle evrensel insan haklarına riayet edilen bir ülke olacağımız mesajı bu. Eksiklikleri olmakla birlikte, ülkesinde başı dik yaşamak isteyen, haksızlığa uğramamayı önemseyen, hukukun üstünlüğü ilkesini ciddiye alan herkesin altına imza atacağı bir paket bu.
Hiç kuşkusuz yapılmak isteneni takdir, uygulanmasını da teşvik etmemiz gerekiyor.
Böyle bir metni açıklamakla Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisi ve iktidar cephesi adına en zor adımı atmış oldu; bundan böyle iktidarın, devlet adına uygulamayı üstlenecek olan bireyler ve kurumların reform paketinde öngörülen esasları yerine getirmelerini izlemesini bekleyeceğiz.
Uygulamayla görevli devlet mekanizmasının bu gelişmeden memnuniyet duyacaklarını ummak isterim.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat
Reform paketi bana tarihimizin önemli dönüm noktalarından birini teşkil eden, zamanında ‘Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ diye adlandırılmış, günümüze ‘Tanzimat’ adıyla ulaşmış olayı hatırlattı.
İsminin önüne sonradan ‘büyük’ sıfatı da eklenecek Mustafa Reşit Paşa’nın [o zaman hariciye nazırıdır ve reformları uygulatma göreviyle sadrazam olacaktır] Sultan II. Mahmut adına açıkladığı reform hamlesinin adıdır ‘Tanzimat’; açıklama, 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane’de yapıldığı ve açıklamayı Gülhane Kasrı’nda bizzat izleyen Padişah’ın iradesini temsil ettiği için ‘Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ diye adlandırılmıştır.
Devleti dönüştürme amacıyla bir dizi reformu gözünü kırpmadan hayata geçirme çabası göstermesi bakımından önemli Osmanlı padişahları sıralamasında en ön saflarda anılması gerekirken fazlasıyla ihmal edilmiş biridir Sultan II. Mahmut.
Şu satırları İslam Ansiklopedisi’nden aktarıyorum:
“II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra 1830’ların başından itibaren Osmanlı merkez teşkilâtını tamamen değiştirdi. 1831’de sarayda önemli bir müessese olan silâhdarlığı lağvetti; sır kâtipliğini Mâbeyin başkâtipliğine dönüştürerek saray sekreteryasını meydana getirdi. İki yıl sonra Mâbeyin Müşirliği’ni kurdu ve Enderûn-ı Hümâyun’un oda nizamını yeniden düzenledi. Bunun yanında Bâbıâli’deki kurumların isimlerini değiştirdi ve görev alanları daha açık biçimde tanımlanmış uzmanlık birimleri olan nezaretleri teşkil etti. Meclis-i Vâlâ gibi yüksek meclislerin yanında nezaretlere gördükleri işlerde yardımcı olmak üzere bazı meclisler kurdu. 24 Mart 1838’de teşkil ettiği Meclis-i Vâlâ’nın kuruluş amacını, yapmayı düşündüğü ve Tanzîmât-ı Hayriyye (Tanzîmât-ı Mülkiyye) diye nitelendirdiği ıslahatı tesbit ve müzakere şekli olarak belirledi (Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 163, 11 Muharrem 1254, s. 2). Bu adlandırma onun tasarladığı reformların genel adıydı. Mayıs 1838’de biri ulemâ, diğeri memurlar için iki ceza kanunu hazırlattı.”
Tanzimat reformu bu ön hazırlıklar üzerine geldi.
Devlet ‘Tanzimat’ ile kendi iradesini kısıtlamayı kabul etmiş oldu.
İslam Ansiklopedisi, Tanzimat’ın ilanından sonra Avusturya ve Rusya imparatorlarının Osmanlı’da kabul edilmiş hak ve özgürlükler çerçevesini kendi ülkeleri hakllarının da talep edebileceği kaygısı taşıdıklarını da kayda geçirmekte.
Atılan ileri bir adımdı.
Bazıları, o günlerde yapılanı, esasta herkese haklar getiren, özgürlükler alanını genişleten bir girişim olduğu halde, gayr-ı müslim tebaayı da kollayan yönlerine takılıp biraz da alaycı bir ifadeyle “Artık gavura gavur denilmeyecek” formülüne bağlamışlardı.
Magna Carta
Aslında Osmanlı’nın 1839’da benimsediği yolu, İngilizler, genç kral III. George’un ilan ettiği Magna Carta ile ta 1215 yılında tutmuşlardı.
Magna Carta ruhu, asırlar sonra Osmanlı’da ete kemiğe bürünmüş oldu.
Reformların bir özelliği var: İlan edildikleri günlerden sonra etkileri azalsa hatta yok olduğu düşünülse bile, tetikledikleri bazı önemli değişiklikler varlıklarını bir biçimde sürdürüyorlar.
Tanzimat ile açılan yol olmasaydı Osmanlı meclisli padişahlık (Meşrutiyet) dönemine gidemeyecek, onun yıkıntılarından oluşan yeni devletin düzeni muhtemelen cumhuriyet olamayacaktı.
Elbette Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine yönelik ağır eleştirilerden ben de haberdarım. O dönemlerde yaşasaydım muhtemelen ben de ileri gidildiği endişesi taşıyabilirdim. Ancak bugünden geriye doğru bir değerlendirmeyle, çağın gerisinde kalmaya başlamış ve bu yüzden izmihlale uğrama tehdidi altına düşmüş imparatorluğa bir müddet daha nefes aldırabilmek için o reformlara ihtiyaç olduğunu görebiliyorum.
Dün ilan edilen ‘insan hakları eylem planı’ için de görüşüm aynı.
Türkiye o plan içerisinde yer alan esasları hemen ve hiç aksatmadan benimseyip derhal uygulamaya koymazsa kısa süre sonra önünü göremez ve nefes alamaz hale gelebilir.
Ancak eylem planının başarıya ulaşması için olmazsa olmaz şart, tam anlamıyla bağımsız, tarafsız ve bağlantısız bir yargı düzenine kavuşmaktır.
Bağımsız, tarafsız ve bağlantısız yargı herkes -öncelikle de siyasiler- için gereklidir.
Sıra uygulamada
‘İnsan hakları eylem planı’ kapsamı içerisinde yer alan esasların uygulanmaya başladığını nasıl anlayacağız?
Aşağıda Cumhurbaşkanlığı tarafından reform paketinin genel hatlarını içeren tanıtım panolarını bulacaksınız. Herbiri içinde çoktan sahip olunması gereken sağlam esasları barındırıyor o panolarda ifadesini bulan vaatler.
Yerine getirilmeye başlandığının anlaşılması için en başta tutuklu yargılananların tutuksuz hale getirilmesi ve cezaevleri kapılarının açılması gerekiyor.
Fikir, ifade, din ve vicdan ile örgütlenme özgürlüklerinin ve gösteri hakkının korunma altına alınması da, siyasiler, gazeteciler, öğrenciler ile sivil toplum örgütü liderlerinden hiç kimsenin cezaevinde bulunmaması da şart.
Herhalde siyasi ağızlara zaten yakışmayan yıkıcı toptancı söylem de değişecektir.
Aksi halde 180 yıl önce ilan edilen reformlara yan gözle bakıp onları ‘Gavura gavur diyememek’ten ibaret sayan toplum aklı, dün ilan edilen reformlara da benzer bir yakıştırma bulur.
ΩΩΩΩ