Tarih: 07.08.2025 16:56

Umran Dergisi Ağustos 2025/372. Sayı Çıktı!

Facebook Twitter Linked-in

Biz ve onlar ayrımı, kolektif öznelliğin biçimlendiği sürecin başlangıcıdır. Siyasal ise ancak biz ve onlar ayrımının anlamlı olduğu bir zeminde yükselebilir. Batı'da olsun Batı dışında olsun liberal veya değil fakat her durumda Avrupalı dilini bize müşterek bir dil diye takdim edenlerin Filistinlileri susturmak ve siyasi ve kültürel kurulu düzenin muhafazası için yaptıkları açıkça ortada. Bu durum bize gücün sadece zorlama yoluyla değil, belirli gerçeklik rejimlerinin normalleştirilmesi suretiyle de uygulandığını açıklamaktadır. Bilgi üretimi alanında bu, egemen epistemolojilerin sadece dayatılmakla kalmayıp, tabii ve sorgulanmayan araştırma çerçeveleri hüviyetiyle içselleştirildiği manasına gelir.

Evrensel referanslar olarak geçerli kılınan dil ve tanımlar, iktidar ve bilgi üretimi arasındaki dâhili münasebeti yansıtır. Mesela "kamusal entelektüel" figürünün liberalizmin zafer döneminde ABD'nin imparatorluk iddiasıyla ya da yeni uluslararası düzenin hamisi rolüyle paralel seyrettiği kasten göz ardı ediliyor. İşin acı tarafı, bunlara ilişkin kapsamlı eleştirel değerlendirmeler bile henüz yapılabilmiş değil. Özellikle Avrupa-Amerika jeopolitik perspektiflerini ayrıcalıklı kılanların dili tarafından şekillendirilen bilgi hiyerarşilerini benimseyen akademik alanlar, sömürgeciliğin ötesine geçen seslerin bakış açılarını akademik söylemin ön saflarına yerleştirmekte çok yetersiz kalıyor.

Yazılanlar ekseriyetle Batı'nın iktidar merkezlerinde formüle edilen görüşleri yansıtan ve kolonyal anlatıları pekiştirme ve Filistinlilerin eleştirilerini ve taleplerini kenara itme riski taşıyan çerçeveleri vurguluyor. Hâlbuki sömürgecilikten kurtulmak yalnızca entelektüel bir çerçeve olmayıp aynı zamanda bilginin üretilme, paylaşılma ve teyit biçiminde esaslı dönüşüm gerektiren bir süreçtir. Sömürgeci olmayan dilin yaygın şekilde benimsenmesine ve sömürgecilikten kurtulmaya retorik olarak vurgu yapılmasına rağmen 'liberal' kanaat oluşturucular pratikte, savundukları radikal dönüşümlerle uyumlu hareket etmiyorlar. Onların Filistin/İsrail'i tanımlamak için "çatışma" gibi kavramları ısrarla kullanmaları, Filistin mücadelesinin merkezindeki sömürgeci güç yapılarını göz ardı ettiklerinin bir göstergesi. Hiç şüphesiz bu sadece akademik bir maraz değildir aynı zamanda Batı genelindeki politika yapıcı çevrelere ve kanaat oluşturan seçkinlere derinden işlemiştir.  İşte bu noktada Batı'nın 'tarafsızlık' kavramını destekleyenlere inat Cezayir mücadelesinin cesur sesi Frantz Fanon'u doğumunun yüzüncü yılında hatırlamak iktiza eder. Ayrıca belirtilmelidir ki hiçbir emperyalist manevranın Fransız sömürgeciliğinin Afrika'daki kaçınılmaz çöküşünü durduramadığı zamanlardayız.

Zihnin sömürgecilikten kurtarılmasına yoğunlaşan Fanon sömürge sistemine odaklanarak sömürgeci şiddetin sömürgeleştirilenlerde meydana getirdiği tahribatı ele alan eserler yazdı. Milletlerin "sömürge kütüphanesi" tarafından elinden alınan haysiyetini onlara geri kazandırmaya çalıştı. Bu konularda hayli cesur fikirler serdedebilen Fanon'a göre soykırımdan ırkçılığa uzanan katletme, aşağılama, nefret politikası çok somut ve çok acı verici bir şiddetin tezahürleriydi. Asli meseleleri gündeme getirerek yerinde tespitler yapan Fanon şöyle diyordu: "Beyaz yerleşimcileri ve onları destekleyenleri tereddüde düşürmeliyiz. Söylemek istediğimiz şey, saflarımızı sıkılaştırmamız gerektiğidir. Sesimizin sadece çok çıkması değil, aynı zamanda bu veya o sömürge devletine karşı alınabilecek müşahhas tedbirler için de güçlü olması lüzumludur." Onun yazdıkları, güncele bakarken belirli bir siyasal ideal ile konuya yaklaşması açısından hâlâ ilgi çekici. Mesela şu anda liderliklerinden aldıkları emirleri yerine getirerek Filistin'de soykırıma devam eden Siyonist gaddarlara karşı ne yapmamız gerektiği konusunda bize kolayca tavsiyede bulunabilir.

Sömürgecilikten kurtulmak, bilgiyi tanımlayan ve düzenleyen söylemler aracılığıyla gücün nasıl işlediğini eleştirel bir şekilde sorgulamayı şart koşar. Emperyalizm savunucularının uydurdukları teorileri benimseyerek yol alınamayacağı ortadadır. Ufuk açıcı entelektüellerin bize öğrettiği gibi, bilgi asla tarafsız değildir; her zaman neyin meşru kabul edildiğini, kimin onu ifade etmeye yetkili olduğunu ve nasıl hegemonyaya ulaştığını belirleyen iktidar münasebetleriyle iç içe geçmiştir. Tarihî bakımdan, sömürgecilik projesi sadece maddi ve siyasi bir işgal değil, aynı zamanda Batılı varsayımları benimsemek anlamına gelen epistemik bir ele geçirmeydi. Sömürgecilik, Batı'nın kurucu söylemi veya Avrupamerkezciliği tarafından öne sürülen bilgiyi evrensel kabul ederken, Batı dışı epistemolojileri boyun eğdirip kenara attı, onları tali kıldı. Kendi köklerine sımsıkı bağlı olan bu epistemik şiddet, Batı'nın bilgi üretim yöntemlerini nesnel ve bilimsel olarak kurumsallaştıran akademik disiplinler aracılığıyla devam etmekte ve yerli bilgi sistemlerini tali kılmayı sürdürmektedir. Bu tablo, her şeyden önce, bilgi sistemlerinin kendini bağladığı yer konumundaki liberalizmden bağımsız da değil.

Hâl böyleyken çok katmanlı bir entelektüel, ahlaki ve siyasi temayül hüviyetindeki İslâmcılığı nesneleştiren ve onun hakkındaki menfi klişeleri sürdüren söylemleri sert bir şekilde eleştirmeliyiz. İslâm düşüncesini ve İslâmcılığı çevreleyen söylem coğrafyasını yeniden yapılandırmayı, egemen Batılı tahkiyelere meydan okumayı ve İslâmî kimliğe dair daha kapsamlı bir anlayış geliştirmeyi gündemimize almalıyız. Hiç şüphesiz  siyasi bir özneleşme arzusu taşıyan Müslümanlık biçimleriyle bağlantılı olan çağdaş İslâm düşüncesi söylemi bir boşlukta oluşmadı; bir çatışma ve kendini var etme ortamında teşekkül etti. Her Müslüman mütefekkirin zihninin bir yerinde oryantalizmin gölgesinde şekillenen bir Avrupa vardı; Batı, terakki, medeniyet gibi Avrupa'nın kendileri hakkındaki bütün bir söylem arşivi ve bilgiye ulaşmanın eşiğinde düşülebilecek karmaşık pozisyonları ifade eden epistemik ikilemler. Mütefekkirler ister imparatorluklar çağında isterse sonrasında doğsunlar bir şekilde ona maruz kalmışlardı. Dolayısıyla kendileri hakkında konuşmaya çalıştıklarında, mevcut kategorilerle, arşivlerle, felsefi ve antropolojik metinlerle uğraşmak zorundaydılar. Batı düşünce geleneğine karşı çıkarken, onunla eleştirel bir diyalog içindeydiler. Bazılarının eserleri kendimize dair yeni bir anlayış yaratmak için epistemolojik bir paradigma değişimine ihtiyaç duyduğumuzu daha gür bir sesle vurguladı. Artık, Batı'ya karşı düşünmemize imkân sağlayan bilgide bile Batılı kalan her şeyi bilmeliyiz. Ayrıca ona karşı bulduğumuz çarenin, onun bizi başka bir yerde pusuda beklerken bize oynadığı oyunlardan biri olma ihtimali de söz konusudur.  Ancak şu soru hâlâ geçerliliğini korur: Bireysel çabalara rağmen, bu tür bir paradigma değişikliği gerçekleşmeden İslâm dünyasının yeniden doğumu nasıl mümkün olabilir?

Büyük bir gayretkeşlikle propagandası yapılan Avrupamerkezli standartlara aldırmadan İslâm ümmetinin çoğul dünyanın asli aktörlerinden biri olduğunu fark etmemiz lazım. Bu süreçte uzun zamandır fikirlerini ortaya koyan mütefekkirlerin eserlerinin de genellikle olup bitenle bir yüzleşme girişimi olduğunun ayırdına vararak yeni okumalarla zenginleştirilmesi şarttır. Daha da önemlisi İslâm dünyasının modernleşme sürecindeki bilgi çerçevelerinin ve tecrübelerinin merkezî önemini vurgulayarak mevcut güç dinamiklerini daha ciddi bir şekilde sorgulamamız icap eder. Sömürgecilikten kurtulmak sadece normları çeşitlendirmek veya mevcut çerçevelere Batı dışı bakış açılarını dâhil etmekle ilgili değil; bilginin ne olduğunu belirleyen mekanizmaların temelden yeniden yapılandırılmasını gerekli kılar.

Bu istikamette sömürgecilikten kurtulmak dayatılan bilgi yapılarını iradeli olarak reddetmeyi ve sistematik şekilde silinmiş veya meşruiyeti elinden alınmış alternatif epistemolojileri geri kazanmayı içerir. Bunun bir parçasını da İslâmcılığın ve İslâm dünyasının inşasının sürekli bir başarısızlık ya da ahlaki çöküş teleolojisi içinde sunulduğu oryantalist tarihyazımına bağımlılığı kırmak oluşturmalıdır. Üretici bir devlet ve kültür yönetimi becerisi geliştirmenin yolu da buradan geçer. Çünkü bunun, yalnızca bilginin içeriğini değil, aynı zamanda onu kimin ürettiğini ve bu süreçte kimin tecrübelerinin merkezde olduğunu belirleyen güç yapılarını da sorgulamak anlamına geldiğini kavratır.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.                                               

 Umran

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —