Tarih: 16.09.2025 17:53

Türkiye’nin Şirazesi

Facebook Twitter Linked-in

"Hepimiz aynı gemideyiz"

1-Kuruluş ve Oluşan Fay Hatları

Türkiye, şirazesi "devrim" ile kurulmuş bir devlettir. Türk tasavvuf tarikat Sünniliği, Osmanlı Devleti'ni deruhte edememiş ve sonunda devlet çökmüştür. Cumhuriyeti kuran kadrolar, çöküşten bu teolojiyi sorumlu tutmuş ve bu teolojiyi (şeriat-hilafet-tarikat) ilga etmiştir. Türkiye, seküler bir ulus devlet olarak inşa edilmiştir. Anadolu'da kalan ve nüfus mübadelesi ile buraya Kafkaslardan ve Balkanlardan göç eden Osmanlı bakiyesi Müslüman olan halklara -sıfat olarak- "Türk" ismi ıtlak olunmuş ve devletin resmi dili de Türkçe olmuştur. Vatandaşlıkta eşitlik ilkesi benimsenmiştir. Din, diyanete tevdi edilmiş; politik, iktisadi ve hukuki süreçlerin dışında tutulmuştur. Bu işin zorla yapılması, dindar halk kesimlerinde bir içerleme-uçuklama (travma) yaratmıştır. Demografik unsuru, diğer etnik kökenlere nispetle fazla olan Kürt vatandaşların Türkçe konuşmaya zorlanması, benzer bir içerleme ve uçuklama yaratmıştır. Diyanet, Sünnilik mezhebi üzerine kurulduğu için benzer bir içerlemeyi, Alevi vatandaşlar da yaşamıştır. Böylece Türkiye'de din (muhafazakâr-seküler), mezhep (Sünni-Alevi) ve etnisite (Türk-Kürt) üzerinden görünmeyen üç fay hattı oluşmuştur. 1923'lerde tek parti eliyle kurulan "Cumhuriyet", 1950'lerden sonra demokrasiye doğru evrilmeye başlamıştır. Batılılaşma, hem zihinlerde, hem de kurumlarda  -nispi olarak- yer etmeye başlamıştır. Muhafazakârlık, politik ve kültürel olarak "sağcılık" üzerinden sisteme eklemlenirken cemaat ve tarikatlar, illegal olarak- varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yetmişli yıllardan sonra da "The Cemaat" ve "Milli Görüş" olarak legal-politik muhalefet olarak kristalleşmiştir. 

2-"Hınç Ahlakı"nın Oluşması

Kuruluş yıllarında yaşamış şair Mehmet Akif, -teolojik olarak eleştirel ve yenilikçi (Safahat), politik olarak yeni rejime muhalif olmasına rağmen- imparatorluk ruhunun olumlamacı (affirmative), aristokratik, veren, toleranslı ahlaki kişiliğini yansıtıyordu. Bu yüzden, yazmış olduğu "İstiklal Marşı" bütün vatandaşlar tarafından gönül rahatlığı ile okunabildi. Benzer bir kişilik, doksanlı yıllarda Bosna'da Aliya İzzet Begoviç tarafından ortaya konmuştur. Oysa, Necip Fazıl Kısakürek, önce Osmanlı'nın Batı karşısında yenilgisi, daha sonra da muhafazakârların Batıcılar karşısında yenilmesinin yarattığı "Hınç (ressentiment) Ahlakı"nı dile getirir ve temsil eder. Türk milletinin "To be or not to be" olma aşamasında kurduğu cumhuriyetin kazanımlarını, kayıpların gerçek nedenlerini –Akif gibi- irdeleme yerine miadını doldurmuş, tarihsel birçok kurum ve kavramların ilgasını, bizzat "İslam"ın inkârı olarak lanse ederek felaket tellallığı yaptı. Oysa, Nihal Atsız'ın dediği gibi, "Cumhuriyet, Türk'ün Hudeybiyesidir." Cumhuriyet, Fatih'ten sonra II.Beyazıt ile başlayan ve ilerde imparatorluğu çökertecek olan mistik-metafizik ve politik çanaktan(İbn Arabi-Tarikatlar) tekrar gerçekliğe-dünyaya dönüştür.

Nietzsche, "Ahlakın Soykütüğü" adlı eserinde bu duyguyu derin bir şekilde analiz etmiştir. (F. Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü. Çev: A. İnam. İst.2001. s. 40). Bu ahlak, kendini "kurnazlık" olarak örgütler; vermeyi değil, (intikam) almayı salık verir.  Bu hınç ahlakının mistik soslu olan politik-takiyyeci kategorisi (The Cemaat), "alnı secde gören" kardeşlerine karşı "15 Temmuz" intikam girişimini yaratırken N. F. Kısakürek'in ruhunun inkarne olduğu yasal politik versiyonu olan iktidarda "ilm-i siyaset", "hile-i şeriyye" ve "kitabına uydurma" olarak çağdaşçı sekülerlere karşı rövanş duygusunu doğurdu.  Hınç ahlakının değişik-illegal bir versiyonu da Kürtlerde PKK'yı, Alevilerde DHKP-C'yi doğurdu. Bu ressentimentin oluşmasında, 1950 sonrasında Türkiye'nin ABD güdümüne girmesinin ve oluşturduğu manipülasyonların (Gladyo) payını unutmamak gerekir.

"Deha", Türkçede -ve Avrupa dillerinde (Genius)- bilim ve sanat alanlarında "yaratıcı zekâ" anlamına gelirken; Arapçada, Araplarda ve Müslüman toplumların tarihinde "siyasi kurnaz" anlamına gelir ("Duhat'l-Arap"). Siyasetin, hınç duygusuyla kurnazlık olarak kodlanması, kendiliğinden hukuk, kurum ve kuralı gevşeterek; salt güç istencini, intikamı ve başarıyı yüceltir. Bu durumda artık politik "Biz", ülkede yaşayan vatandaşların tümünü kucaklayabilen, olumlamacı, veren, aristokratik, toleranslı, medeni bir racon olmaktan uzaklaşarak, intikam (hınç) tugaylarına dönüşür. Bu bağlamda Atatürk (çağdaşlık) ve Allah (din/islam/sünnilik) Türkiye'de siyasetin savaş meydanında "Sembolik Kapital"lere (P. Bourdieu) dönüşmüştür.

3- Olması Gereken

Türkiye Devleti kurulalı 100 yıl oldu. Bu süreçte dinsel bilinç değişip dönüştüğü gibi etnik bilinçler de değişip dönüşmüştür. Şirazenin, kurucu dönemdeki sek-seküler radikalliği (vesayet rejimi) gevşemiştir. Müslümanlık ortak kültürü, Anadolu'da –farklı etnik kökenlerden- milyonlarca evlilik oluşturarak etnik köken hassasiyetini gevşetmiştir: "Kız almışız, kız vermişiz; kirveyizbiz" (Ahmet Arif). Dolayısıyla, toplumumuzu, ne "mozaik" ne de "mermer" metaforları doğru olarak niteleyebilir. Madem burayı herkes için aynı sevimlilikte bir "vatan/yuva" yapamadık; o halde "bahçe" veya –köpek balıklarının etrafta cirit attığı okyanusta- "Gemi" metaforları, daha uygun ve doğrudur. Türkçe, -resmi dil olarak- bahçede oturanların veya gemiye binen yolcuların –maslahat icabı- bileti, pasaportudur. Bahçede veya geminin içinde herkes eşit haklara ve sorumluluklara haiz vatandaşlardır (Yurtseverlik).

İnsanı, salt "rasyonel-politik hayvan" olarak tanımlamak yanlıştır. Aristo, halt etmiştir. İnsan, "ünsiyet" kökünden gelen- öteki ile beraber ahlaki ilişki içinde olabilen (adalet-merhamet) bir varlıktır. Bireyi toplumsal düzlemde ifade eden ırk/dil meşrudur. Allah'ın ayetlerindendir (30/22, 49/13). Kendine özen göstermenin toplumsal düzeydeki ifadesi olan kavmine (zi'l-kurba) hizmet etmek de meşrudur (4/36, 16/90, 42/23…) Kötü olan, kibir/istiğna ve egoizmin toplumsal düzlemdeki ifadesi olan ırkçılıktır. İmparatorluk kategorisi, olumlama (âl-i cenaplık) ahlakının tezahürü iken; ulus devlet başlangıçta hıncın-ırkçılığın tezahürü idi. Ancak zamanla ulus devletler de, değişti-dönüştü. Temel haklar ve özgürlükler kabul edildi, Asimilasyon, jenosit suç sayıldı. Din, inanç, ifade özgürlükleri tescil edildi. Binaenaleyh, Türkiye'de artık "Türk" sözcüğü, "sıfat (asimilasyon)" olmaktan çıkıp; sembolik kod, yani "ad/isim" olarak entegrasyon mertebesine dönüştü.  Son zamanlarda dillendirilen devlet örgütlenmesinde din, mezhep ve etnisiteyi işin içine kriter olarak karıştırma hamakatı, Ortadoğu'da yaşandığı gibi- "özgürlük" adı altında hınç ahlakını yeniden körüklemektir. Coğrafya ve birlikte uzun süre yaşamak (komşuluk- mahalle-hemşehrilik), aynı dinden ve aynı ırktan olmaktan daha fazla ünsiyet ve ortak kader yaratabilir. Marifet, bu yönde gayret sarf etmektir. Örneğin, 1923 Nüfus Mübadelesinde Trabzon'dan Selanik'e gönderilen Ortodoks-Rum bir teyze, etrafını garipseyerek: "Biz, gavur mu idik de bizi buralara gönderdiler" demiştir. Anadolu lehçesinde "gavurluk", gayri müslim olmaktan başka bir anlama gelir.

4- Ahlaki Şirazenin Dağılma Emareleri

Son zamanlarda gördüğüm bazı örnek olgular, Türkiye'de oluşturmaya çalıştığımız hukuki-ahlaki şirazenin dağılmaya başladığını gösteriyor. Gelir dağılımında adaletin bozulması (bir futbol oyuncusuna ödenen transfer ücreti ile bir doktorun maaşı arasındaki fark veya bir "kurul üyesi" ile bir profesörün maaşları arasındaki fark) ve hukuka olan güvenin zayıflaması, ehliyet ve liyakate itibar edilmemesi, herkesin şikâyet ettiği mevzulardır.  Memur maaşlarına yapılacak zam müzakerelerinde hükûmetin % 10 önerirken; sendikaların %80 oranında zam istemeleri arasındaki fark, aklın alacağı bir şey değildir. Bir başka örnek ise,bir semt pazarında aynı şeftali cinsinin on metre aralık ile 100 ve 200 TL'ye satılmasıdır. Oysa, alışverişlerde veya müzakerelerde "üç aşağı-beş yukarı"lık, toplumsal şirazeyi yani sağduyuyu, insafı, konsensüsü, teamülü ifade eder. Ticaret metası olarak ihraç etmekle övündüğümüz TV dizilerine, yayınlandıkları ülkelerin entelektüelleri tarafından halkın ahlaki duygularını dejenere ettiği şikâyeti yapılmaktadır.

5-Sonuç

Hukuk, kurum, kural yerine; uzun süreden beri kurnazlık, kumpas, ikiyüzlülük, utanmazlık, "gemisini yürüten kaptan", "dün öyle-bugün böyle"… olarak icra edilen siyaset, halka nüfuz ediyor: "Hal, sâridir." Ve "çoban-sürü" ilişkisinin egemen olduğu Doğu toplumlarında "balık, baştan kokar."

 

Kaynak: farklı bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —