"Türke, wehre Dich! – Türk, kendini savun!"…
Bir süredir Hans Barth'ın 1898 yılında yayınladığı bu kitabı başlık yaparak bir makale yayınlamak istiyorum, ama her defasında daha önemli bir mesele çıkıyor karşıma…
Bu kez de soykırımcı israilin Suriye'deki saldırıları öne geçti…
Başlıkta da okuduğunuz gibi, bendenize göre, israilin Suriye'ye saldırısı, zımnen Türkiye'ye de saldırıdır. Gerçi Gazze, Lübnan, İran, Yemen ve Sudan'a saldırılarını da öyle görmek gerekir, ama komşumuz ve aynı zamanda akrabalarımızın da olduğu Suriye ile yetinelim…
Alman Başbakanı Merz'in de dediği gibi, "Batının kirli işlerini yapma" ihalesini alan israili artık Gazze'deki soykırım da kesmiyor. Çin'e kadar bölgedeki enerji kaynaklarına konmak için sırası gelen ülkelerle el ense hareketleri yapıyor. Kimi liderleri koltuklarıyla tehdit edip susturuyor, kimilerini de savaşla… Bir tane İslam Ülkesi yoktur ki ya doğrudan ya da dolaylı olarak bu emperyalistlerin çok yönlü saldırılarına maruz kalmamış olsun.
Bize reva gördükleri hayat, kendi topraklarımız üzerinde onların modern köleleri olmak…
Ama itiraf etmeliyiz ki, elde ettikleri liderlerimiz üzerinde bu emellerinde büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır. Teslim olmayan ülkeleri de çok yönlü saldırılarla teslim olmaya, parçalamaya veya en azından istikrarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Mesele şu: ABD ve Batının enerji kaynaklarına ihtiyacı var. Bu kaynakların çoğu da ta Çin'e kadar biz Müslümanlardadır. Çıkardıkları Rus-Ukrayna Savaşı da bu kaynaklara ulaşmak için Rusya'yı zayıflatmak suretiyle bir yol temizliğidir. Ve bu uçsuz bucaksız kaynaklara konmanın önündeki diğer iki engel de İran ve Türkiye'dir.
Yeni cepheleri Suriye'ye yoğunlaşmaları da bundandır. israil, iki ileri ve bir geri şeklinde de olsa, saldırılarını sürdürecektir. Çünkü böylece İran'ı ve Türkiye'yi de vurmuş oluyorlar. Gerçi İran ve Türkiye de bunun farkındalar, ama dünden kalan karşılıklı güvensizlikleri hala ağır bastığı içindir ki, bu farkındalıklarını ortak çıkarları ekseninde bir ittifaka dönüştüremiyorlar. Belki de düşmanları tarafından biraz daha hırpalanmaları gerekiyor.
İmdi gelelim kendimize, Türkiye'mizin durumuna…
Yöneticilerimiz ve karar merciinde olanlarımız sıklıkla, "emperyalistlerin nihai hedefi Türkiye'dir" dediklerine göre, tehlikeyi de doğru okuyorlardır. Bu durumda geriye kalıyor bunun gereğini yapmaları… İşte burada biz vatandaşların anlamadığı, anlamakta zorlandığı ve hatta belki birçoğumuzun dile getirmese bile içinden geçirdiği, "acaba ihanete mi uğruyoruz?" türünden sorular var.
Şimdi cesaretimizi toplayıp önce içimizdekini söyleyelim, sonra da sorumuzu soralım: Madem israilin, gücü olduğu sürece israilliğini yapacağından şüphemiz yok… Madem Trump ve diğer hempalarının israile desteklerini kayıtsız şartsız bir şekilde sürdüreceklerinden ve sırayla gözlerine kestirdikleri ülkelere saldıracaklarından veya onları istikrarsızlaştıracaklarından şüphemiz yok… Madem Suriye'ye saldırıyı kendimize saldırı olarak alıyoruz… Ve hepsi ile birlikte madem nihai hedef biziz… Öyleyse hala soykırımcıya ihracat niye? Öyleyse çifte vatandaşlarından binlercesinin hala israilin safında savaşmalarına rıza göstermek niye? Öyleyse hala kadim kardeşliğimizi sekteye uğratan inkâr politikalarında ısrar niye?
Hülasa, Başkan Erdoğan'ın geçenlerde söylediği şu cümleleri de bu sorularımıza bir cevap olarak alabiliriz: "Bizler, yani Türkler, Kürtler, Araplar ittifak yaptığımızda atlarımızın rüzgârı Çin Denizi'nden Adriyatik'e serin esintiler yaydı. Ne zaman ayrıldık; kaybettik, yenildik. Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik." El hak doğrudur. Ancak biliyoruz ki, ittifaklar, tarafların özgür iradeleriyle ve hak ve adalet temelinde gerçekleşir. Evet, Suriye'yi bir iç meselemiz olarak görürken, ittifakımızı da bu değerler temelinde kurarsak, başarabiliriz.