Kürt sorununun çözümü bağlamında TBMM'de kurulan komisyon, Türkiye'de iç barış için bir fırsat sunuyor. Bu girişimin başarılı olup olmayacağını şimdiden kestirmek mümkün değil; bunu zamanla yaşayarak göreceğiz. Hepimizin ortak beklentisi ve umudu, Türkiye'de toplumsal barışın herkesi kucaklayacak şekilde inşa edilmesi.
TBMM'de kurulan komisyonun, toplumun tüm kesimlerine barış ve adalet getirmesi bekleniyor. Bu nedenle, komisyonun yalnızca Kürt meselesine odaklanması, hukukun ve devlet yönetiminin temel ilkelerine uygun olmaz. Toplum, komisyondan Kürtler de dahil olmak üzere tüm mağdur kesimlere adalet ve barış getirmesini bekliyor.
Elbette sürecin merkezinde Kürt sorunu yer alıyor ve bunu kimse inkâr edemez. Ancak, Kürtlerin ön planda olduğu bir süreç, diğer mağdur kesimlere de barış ve adalet getirirse, bu Kürt siyaseti için de değerli bir kazanım olacaktır.
Bu bağlamda, bir kangren haline gelen KHK'lılar meselesi ve daha geniş anlamda "cemaat" konusu, TBMM'nin yürüttüğü Barış ve Kardeşlik Projesi'nin mutlaka gündemine alması gereken bir konudur. Eğer Türkiye'nin büyük sorunlarına neşter vurulacaksa, herkes üzerine düşeni yapmalı ve bu büyük mağduriyetin tüm paydaşlarının rahatlaması için gerekli adımlar atılmalıdır.
Öte yandan, KHK'lıların ve "cemaat"in sürece katılıp katılmaması konusunda Ankara'da bir tartışma sürüyor. Bazı gruplar bu katılımı desteklerken, bazıları ise karşı çıkıyor. Karşı çıkan grupların, devletin etkili makamlarındaki isimlere "cemaatin hâlâ devlete kafa tutan tavrını değiştirmediği" yönünde telkinlerde bulunduğu söyleniyor.
Hukuki, sosyolojik ve siyasi nedenlerle "cemaat" ile toplum (ve dolayısıyla Türk siyaseti) arasındaki iletişim büyük ölçüde kopmuş durumda. Bu yazıda, kişisel gözlemlerime ve kapasiteme dayanarak bazı tespitler yapmaya çalışacağım. Elbette bu değerlendirmeler kişisel ve bir ölçüde öznel. Bu konuda bilgisi ve gözlemleri olanlar, benzer yazılarla sürece benden iyi katkıda bulunabilir.
"Cemaat" artık homojen yani yekpare değildir
Son on yılı aşkın süredir, cemaat içinde bireysel ya da küçük ve büyük gruplar halinde muhalif yapılar ortaya çıkmıştır. Bu muhalif kişiler veya gruplar, cemaati 15 Temmuz sürecine getiren ve hâlâ büyük ölçüde etkili olan kişileri siyasi ve ahlaki açıdan sorgulamaktadır. Ayrıca bu gruplar, cemaat statükosunun bilinçli bir çözümsüzlük politikası izlediğini düşünmektedir. Cemaat içinde binlerce kişinin aldığı eleştirel pozisyonları ve bunları ne kadar keskin biçimde dile getirdiğini yerinde gözlemlemek için (sadece bir tane örnek olarak) herkese İsmail Sezgin'in açtığı odaları dinlemelerini tavsiye ederim.
Öte yandan şunun altını dikkatle çizmek gerekiyor: Cemaat içi muhaliflerin, hareketle olan ayrışması salt 15 Temmuz ile ilgili değildir. Kalabalık bir grup, cemaatin halihazır düşünce biçimine, yöntemsel yaklaşımlarına eleştirel pozisyon almıştır. Mesela sadece 15 Temmuz değil, ontolojik olarak cemaatin temsil ettiği tarza olan itirazdır.
Kesin bir veri sunmak mümkün olmasa da, kişisel gözlemlerime göre cemaatin yaklaşık yüzde 30'u tamamen kopmuş, yüzde 30'u ise düşünsel ve psikolojik olarak kopmuş olmasına rağmen ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerle mecburen cemaat çevresinde kalmaya devam etmektedir. Geriye kalan yüzde 40'lık kesim ise geleneksel tutumunu ve cemaat yönetimine tam bağlılığını sürdürmektedir.
Bu nedenle, devlet, siyasi gruplar ve partiler, cemaati homojen ve yekpare bir yapı olarak görmemelidir. Cemaatin statükocu merkezinin söylem ve iddiaları, yalnızca sorgusuz sualsiz bağlı olanlar tarafından desteklenen fikirler olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, cemaat konusunda karar alacak siyasilerin, yalnızca bir grubun görüşlerine dayanarak tüm taban adına sonuçlar çıkarmaması büyük önem taşır. Özellikle TBMM komisyonu başta olmak üzere, Türkiye'deki siyasilerin ve kamuoyunun, cemaat içindeki bu siyasi ayrışmaları doğru analiz etmesi hayati önemdedir.
Devlet herkesle konuşsun
Tartışmanın bu noktasına kadar, "devlet ya da TBMM komisyonu yalnızca cemaatteki muhalifleri dikkate alsın" demiyorum. Böylesi bir yaklaşım ne ahlaki ne de tutarlı olur. Benim vurgulamak istediğim, devlet ve siyasi aktörlerin cemaat içindeki farklılıkları göz önünde bulundurarak hareket etmesi gerektiğidir.
Bunun pratik gerektirdiği şudur: Devlet ve TBMM komisyonu, cemaatin içinde farklı gruplar olduğunu bilerek adım atmalıdır. Yalnızca bir grubun söylemlerine dayanarak "cemaat" kümesine giren herkes hakkında genelleme yapılmamalıdır.
Cemaat içinde bireysel ya da gruplar halinde ortaya çıkan muhalifler, son on yılın muhasebesini yapmış, gerekli iç sorgulamaları gerçekleştirmiş ve Türk toplumuyla yeniden bir araya gelme iradesini ifade etmiştir.
Pratik bir çözüm olarak, devlet (örneğin, TBMM Barış ve Demokrasi Komisyonu üyeleri, MİT veya Adalet Bakanlığı gibi kurumlar) şartlarını ortaya koyabilir. "Cemaat" kümesine dahil olan kişiler, bu şartlara yanıt verebilir. Bu durumda, cemaatin statükocu kesimi ve takipçileri de kendi yollarını belirler. Aynı biçimde muhalif gruplar ve kişiler de kendi tercihlerini belirler.
"Cemaate" düşen
Türkiye'de geniş bir cemaat tabanı mağdur durumda. Ülke, kritik bir süreçten geçiyor ve bu süreçte ortaya çıkabilecek en küçük fırsatları heba etmemek herkesin ahlaki sorumluluğudur.
Bu nedenle, "cemaat" kümesine dahil olan eski, yeni, muhalif ya da muhalif olmayan herkesin bu süreçte ahlaki bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluklardan ilki, cemaat içindeki tartışmaları medeni bir şekilde yürüterek toplumun, cemaat mensupları arasındaki fikri farklılıkları görmesini sağlamaktır.
İkinci kritik nokta, cemaati yönetenlerin siyasi pozisyonlarını açıkça ortaya koymasıdır. Dışarıdan cemaate bakanlar, kimin nerede durduğunu net bir şekilde görmelidir.
Kelime oyunları, kamuoyu önüne çıkmadan kitleleri etkileyen karar alıcılar ya da ne dediği belirsiz, anlamsız açıklamalar kimseye fayda sağlamaz. Cemaati yönetenler, kimlerse, mertçe ve şeffaf bir şekilde kamuoyu önüne çıkarak fikirlerini ve stratejilerini ifade etmelidir.
Aynı sorumluluk, cemaat içindeki muhalifler için de geçerlidir. Muhalifler de bu kritik süreçte fikirlerini açıkça dile getirmelidir. Susmak ya da "Uçan Kelebek" gibi anonim hesaplardan tweet atmak, zor sorunları çözmez.
Bir diğer önemli husus, bu hassas süreçte cemaatin Türkiye'ye yönelik söylemini yumuşak tutması gereğidir. Kendinizle ilgili bir mesele konuşulurken bağırıp çağırmak, süreci yalnızca sabote eder. Eğer insanlar bir an bile size bakacaksa, en azından sakin bir görüntü sergilemek iyi bir siyasi stratejidir.
*)Gökhan Bacık'ın bu yazısı 3. 8 2025 Pazar günü medyascope.tv'de yayınlandı. Ondan dolayı, dile getirdiği komisyonun adını "TBMM Barış ve Demokratikleşme Komisyonu" olarak kayda geçmiş bulunmaktadır. Ama adı geçen komisyonun adı 5.8. 2025 Salı günü yapılan ilk toplantıda" Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" ismiyle faaliyetlerine başladı. (Editör)
Kaynak: medyascope.tv