Genel Vali deyimi İngilizlerin icat ettiği bir kavramdır. Avusturalya ve Hindistan'daki uygulamalar esnasında kullanılsa da bunu daha çok Afganistan ve Irak işgali günlerinde sık sık duymaya başladık. Amerika Birleşik Devletleri, Irak'ı işgal planlarını yaparken ve bunu hayata geçirmek için uğraşırken Irak'a bir Genel Vali tayin eder. Amerikan Birleşik Devletleri yönetimi, Irak'ta işbirlikçi bir rejim tesis etmekle görevli bir üst düzey yetkiliyi işgal ile birlikte Bağdat'a gönderir. Daha önce Afganistan'da bu göreve atanan emekli general Jay Garner'dir. Onun da üstüne atanan, yani "âmirliğine" getirilen sivil vali Paul Bremer'ın sicili, işgaller, darbeler ve örtülü operasyonlarla doludur.
Bremer'in karanlık geçmişi ve kişiliği göz önüne alındığında, Vietnam gazisi (!) Garner'dan aşağı kalır bir yanının olmadığı görülecektir. 23 yıl boyunca ABD Dışişleri Bakanlığı'nda çalışan Bremer, 1986-89 arasında Başkan Ronald Reagan'a "uluslararası terörizm uzmanı" olarak danışmanlık yapar. Söz konusu dönemlerde ABD'nin Latin Amerika ve Asya'da düzenlediği onlarca darbe, işgal ve örtülü operasyonda Bremer'in payı ve etkinliği oldukça fazladır. İşte bu Vali, Irak işgali esnasında milyonlarca doları Amerika'ya transfer eder ve adeta Irak Merkez Bankası'nın içini boşaltır. Şimdi de bu valiye benzer tarzda Thomas J. Barrack (Tom Barrak) hem Türkiye'ye büyükelçi ve hem de Suriye ve Lübnan'daki işlerle ilgili düzenlemeler yapmak üzere atandı.
Suriye'de arabulucu ve Lübnan'da işleri düzenlemekle görevlendirilen ve hemen kolları sıvayarak işe başlayan Tom Barrak, yaptığı açıklamalar ve verdiği beyanatlarla dikkatleri üzerine çekmekle kalmıyor, bir diplomattan çok oradaki idareye ve çeşitli etnik ve halklara parmak sallayan ve tehditler savuran bir asker gibi davranıyor. Şurası bir gerçektir ki, bazı kazanılmış hakları boğmak isteyen, dünyayı sarmış niyet ve arzular, daha çok gürültülü ses çıkarırlar ve böylece arzularına kavuşacaklarını sanırlar.
Amerika Birleşik Devletleri'nin, hemen hemen girdiği her ülkede sorunları kalıcı şekilde halletmek değil, aksine karmaşık haline getirerek kendisine bağlı bir hale getirmek için girmektedir. Dün böyleydi, bugün de aynı yöntemlerle ülkeleri ve atadıkları yöneticileri, bir umutsuzluk manzarası gibi karşımıza çıkan bir tablo oluşturmak konusunda oldukça beceriklidirler. Dıştan gelen baskılar, hızlı ve ani oluşları nedeniyle, ayrıca kendini zorla kabul ettirme yönüyle topluma zaman kaybettirir. Emeğin israfına neden olan ve moral bozmaktan başka bir yararı olmayan düzenlemeler, Ortadoğu ülkelerini bir kaosun içine sürüklemiştir.
Toplumlar da, bir insanın kaderine benzer bir kaderle yükümlüdürler. Hakikat esasına dayalı medeniyet iddiası ve özünü oluşturan inanç ve ahlak çekirdeği, saflık ve samimiliğini korudukça, gelip geçen pürüzler giderilir, dalgalanmalar karşılanır ve tehlikeler bertaraf edilir. Fakat dıştan gelen dizaynlar, yıkılışlar ve yapılışların her türlüsünü yaşayan Ortadoğu halkları, savaşlar ve yaşanan savaş tehlikeleri nedeniyle ruhlarındaki boşlukları uçurumlaştırılmış ve onu kapatma atılımını adeta kaybetmişlerdir.
Tom Barrak'ın Lübnan'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne göç eden dedelerinin zamanına baktığımızda, bunun artık geride kaldığını, köprülerin altından çok suların geçtiğini ve pozitif bilimin insan hayatında yaptığı devrim çapındaki değişikliklerden sonra zekâ, adeta toplum hayatını düzenleyen temel güç haline gelmiştir. Fakat Amerika Birleşik Devletleri, zekâdan çok güvendiği zorbalık ve güçle ülkeleri işgal etmekte ve o ülke ve toplumları, kafasında tasarladığı şekilde idare etmeye çalışmaktadır. Yanıldığı nokta da zaten burasıdır, Ne Suriye'yi ve ne de Lübnan halkını ve toplum yapısını tanımayan ve kafasında tasarladığı emperyalizme dayalı güç ve enerji ile bunları uzun süre idare edebilecek bir güce sahip olduğunu sanan bu büyükelçi, mutlaka savaşla problemleri çözme katı alışkanlığı yerine daha çok alternatifler sunmanın çok uzağında durmaktadır.
Suriye'deki ırk, sınıf, mezhep, inanç ve toplum kavramlarına yabancı olan bu kişi, bir umut ışığı olmanın çok uzağındadır. Eğer İslam dünyası kendisini bilseydi kendisi için de, dünya içinde bir çıkış yolu bulunurdu. Eğer Müslümanlar, kendi kültürlerinin derinliğinin ve enginliğinin farkında olsalardı birçok noktalardan gelip gelip de korkunç bir çıkmaza saplanmış olan insanlık için çıkış yolu bulabilir ve örnek olurlardı. Oysa dünyanın her yanında kıyımlar sürüp gitmekte, özellikle Müslüman ülkelerde savaşlar durmamacasına devam etmekte ve birçok bölgede birden sürüp giden savaşa, insanlık seyirci kalmaktadır.
Tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek halk gibi Türkiye'den kopya edilmiş hissini veren ve demode olmuş kavram ve sistemle, Suriye'deki çeşitli ırklara mensup, çeşitli mezhep ve din anlayışına sahip insanlara empoze etmek ve bunu önermek akıl karı değildir. Suriye'de, herkesin hakkını alabileceği ve inancını yaşayabileceği ve yaşatabileceği federasyondan başka ufukta alternatif bir idare pek gözükmemektedir. Sezai Karakoç da son demlerinde Ortadoğu'nun kurtuluşunu federasyon sisteminde bulmuş ve bu sistemi önermişti. Hayat, bir bakıma yeni doğuşu sezmektir ve her işi ona ayarlamaktır… Terazi, gelecek kefesine ağırlığını koyacakları bekler hep. Bakalım Ortadoğu halkları içinde ağırlığını terazi kefesinde hissettirecek biri, bunu becere bilecek mi?
Kaynak: farklı bakış