Tarih: 21.08.2025 11:53

MAZLUMDER: Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Toplantısına Katıldık

Facebook Twitter Linked-in

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Toplantısına Katıldık

TBMM'de oluşturulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun toplantısına katılarak görüş ve önerilerimizi paylaştık.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında yapılan toplantıya MAZLUMDER adına genel başkanımız Av. Kaya Kartal ile genel başkan yardımcılarımız Av. Semih Biten ve Aziz Oğuzhan Karaman katıldı.

Sürecin hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.

Genel Başkanımız Av. Kaya Kartal tarafından yapılan sunumun metni aşağıdadır:

"Sayın Başkan, değerli komisyon üyeleri, saygıdeğer hazirun; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Böyle bir komisyonun kurulmuş olması, komisyona özellikle Meclis Başkanımızın Başkanlık ediyor olması, silahların bırakılmış, hatta yakılmış olması ve sivil toplumun bugün burada dinleniyor olması oldukça önemli. Bu açıdan özellikle teşekkür ediyoruz. Hakikaten oldukça önemli, tarihî bir süreçten geçiyoruz. MAZLUMDER 1991 yılında kurulmuş bir insan hakları örgütü ve kurulduğundan bugüne, kurulduğu günden itibaren Kürt meselesi asli uğraş alanlarından biri oldu MAZLUMDER'in. Çeşitli acılara, mağduriyetlere şahitlik ettik, raporlamalar yaptık. MAZLUMDER kuruluşundan bir yıl sonra, 1990'lı yıllarda, 1992 yılında Ankara'da Kürt Sorunu Forumu adı altında bir forum tertip etti ve bu meseleye farklı veçhelerden bakan insanların, aydınların düşüncelerini, bu soruna dair çözüm önerilerini, bakış açılarını kitaplaştırdı.

Yine bundan yirmi yıl sonra, 2012 yılında da biz bir Kürt Sorunu Forumu düzenledik ve orada da aynı şekilde sorunu bütün boyutlarıyla masaya yatırdık ve onlarca konuşmacı bu konu hakkındaki bakış açılarını dile getirdi. Umudumuz o ki 2012'den yirmi yıl sonra yani 2032 yılında da artık bir Kürt forumu yapmak zorunda kalmayalım. Bu sorun artık bu tarihî eşikte çözülmüş olsun ve bir sorun alanı olmaktan çıksın. İnşallah bunu arzu ediyoruz. Tabii, burada bir taraftan da hakkı teslim etmek lazım yani 1992 yılından bugüne, metinlerimize de baktım, 1992 yılındaki çalışmaya, 2012'deki çalışmaya, hakikaten o noktada değiliz, ciddi anlamda ilerleme kat edilmiş. İşte, bazı temel yapısal sorunlar olmasına rağmen sorunun başında olmadığımız da ortada ve bu da hakkı teslim anlamında ifade edilmesi gerekiyor. Biz bu son sürece katkı sağlayan herkese, bütün partilere teşekkür ediyoruz. Sürecin başarısının bazı ezberleri bir tarafa bırakmaktan geçtiğini, samimi bir cesaretten geçtiğini vurgulamak istiyoruz. Süreç hukuki metinlerle taçlandırılmalıdır tabii ki. Zaten Komisyonun usul ve ilkelerinin ifade edildiği 2'nci madde de buna dair de bir görev üstlenilmiş durumda kanun teklifleri sunmak bakımından komisyon tarafından.

Çözüm yönünde atılan adımları sonuna kadar desteklemek, tekrar silaha dönülmesini ya da kan akmasını engelleyecek mekanizmalar ve fikirler üretmek, yapıcı tavır içerisinde olmak hepimizin bu topraklara, bu ülkenin insanlarına karşı temel bir sorumluluğu. Bundan hiç kimsenin kaçmaması lazım.

Kanaatimizce Kürt meselesi, Türkiye'nin en önemli insan hakları sorunlarından birisi ve kendisinden de ibaret değil. Yani Kürt meselesi üzerinden aslında çok çeşitli sorun alanları da Türkiye'nin gündemini sürekli meşgul etti. İnsan hakları alanını zehirleyen bir boyutu da var bu açıdan baktığımızda. Bugün Terörle Mücadele Kanunu'na baktığımızda bu mesele üzerinden oluşturulan müktesebatın aslında bu meseleyi de aşacak boyutta bütün muhalefete de pekâlâ teşmil ettirebileceğini görüyoruz zaten. Bu kadar büyük bir sorunun çözümünün birinci şartının konuşulamaz alanlar, kırmızı çizgiler, değiştirilemez maddeler gibi sınırlardan uzaklaşmak olduğu kanaatindeyiz. Tam bir ifade özgürlüğü çerçevesinde bu sorun bütün başlıklarıyla masaya yatırılabilmeli. Yeni bir bakış açısı kurmak istiyorsak mevcut ezberleri tekrar gözden geçirmek ve sınamak gerekiyor. Sorunların kök sebeplerine inerek yeni bir paradigma kurmak lazım.

Meselenin insan hakları boyutu bakımından tarihî tecrübe, hukuki, insani ve İslami gerekliler çerçevesinde bizler talepkârız. Bu anlamda hak ve özgürlüklerle alakalı başlıklarda taviz koparma gibi algılanacak yaklaşımlardan uzak durulması gerektiği kanaatindeyiz. Devletin topyekûn, adaleti gerçekleştirme cesaretiyle hareket etmesi gerekiyor. Aynı zamanda bu Komisyonun da bu çerçevede hareket etmesi gerekiyor. Bu cesaret gösterilebilmeli artık. Ortada bir hak varsa sahibine iade edilmeli. Al-ver, taviz ya da pazarlık gibi algılanacak yaklaşımlardan ve dillerden uzak durulmalı; bu tip algılara da fırsat verilmemeli. Bu bağlamda, özellikle ana dilde eğitim ve Kürt kimliğinin tanınması ya da en azından yok sayılmaması anlamında gerekli düzenlemelerin yapılması aciliyet kesbediyor. Peşi sıra gelen onlarca sorun da aslında bu meseleyle birlikte, bu başlıkların çözülmesiyle birlikte çözülecektir kanaatindeyiz.

Biz bu Komisyona, işte bütün insan hakları meselelerinin, Türkiye'nin bütün sorunlarının boca edilmesini doğru bulmuyoruz esasen. Bu Komisyon işte bahsettiğimiz bağlamda temel problemleri hallettiğinde ya da buna dair bir bakış açısı oluşturduğunda zaten Türkiye'de ciddi bir ilerleme kat edilecektir umudundayız.

Coğrafyamızın tarihi açısından baktığımızda da esasen yaşadığımız mevcut durumun cumhuriyet sonrası gündeme gelen ve ulusçuluk kaynaklı bir kırılma olduğunu düşünüyoruz. Ancak Osmanlı'dan cumhuriyete bu tür sorunların çözümü bakımından da ciddi bir tecrübemiz olduğunu da göz ardı etmemek lazım. Biz ilk defa böyle bir mesele çözmüş olmayacağız bu topraklarda. Bununla ilgili rahmetli Akif Emre'nin bir yazısında dile getirdiği önemli bir şey var Cevdet Paşa'ya atıfla. Cevdet Paşa, Saraybosna'ya oradaki asilerle ilgili bir asayiş sorununu gidermek üzere devlet tarafından görevlendiriliyor ve oradaki toplantıya davet edilenler içerisinde bu asayiş sorununun çete liderleri var ve yerel yöneticiler diyorlar ki: "Ya, bu insanlar hazır buraya gelmişken derdest edip işte halledelim, böylece sorun ortadan kalksın." Çok önemli bir cevabı var. Bu, aynı zamanda, devletin o zayıf şartlarda dahi, zayıf durumda dahi öz güvenini ortaya koyması açısından önemli. Diyor ki: "Bunlar kendi ayağıyla hükûmete gelip dehalet ettiler. Bunları tevkif etmek Hikmet-i Hükûmete uymaz, doğru olmaz." Şimdi, bu bakış açısını ben kaybetmediğimizi, en azından bu kodların bizde hâlen devam ettiğini düşünmek istiyorum.

Yine, Altan Tan'dan mülhem Halis Öztürk'le ilgili bir anıya denk geldim geçen gün. Halis Öztürk, Sipki aşireti liderlerinden birisi Ağrı İsyanları'na katılmış, çatışmalara katılmış birisi ama 1947-1948'de sanıyorum, bir af kanunuyla affediliyor, Türkiye'ye geliyor, daha sonra 1950'de milletvekili oluyor ve böyle bir sürece şahitlik ediyor bu toplum ve bu topraklar. Onun için bizim bu tür örneklere de baktığımızda aslında kodlarımızın pekâlâ bu sorunları çözmeye oldukça yeterli olduğunu gösteriyor. Avrupa, İkinci Dünya Savaşı sonrası 50 milyon insanını gömdükten sonra bile çok farklı ırklardan, dillerden, mezheplerden ve dinlerden insanları bir araya getirip birlik kurabilmişken biz henüz böyle -çok şükür ki- bir iç savaş ortamı yaşanmamış olmasını da dikkate alarak böyle bir birliktelik ve böyle bir gelecek tasavvuru kurmak noktasında kesinlikle tereddüt edemeyiz, etmemeliyiz. Bu açıdan oldukça aslında elverişli bir zeminde hareket ettiğimizi de dikkate almamız gerekiyor.

 

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —