İçinde bulunduğumuz dönemin en önemli özelliklerinden birisi güven kaybıdır. Güven duygusunu besleyecek bir ortamdan, bir ilişki ağından yoksunuz. Her tür farklılığı içinde barındıran karmaşık, kompleks bir toplumsal yapının içinde hayat sürüyoruz. Özellikle iletişim ve ulaşım kanallarındaki engellerin epeyce zorlandığı bir tarihsel eşikte bu durum radikalleşerek derinleştikçe yedeğinde bir güven krizini de besleyip büyütmektedir. Diğer taraftan devlet yapılanmamızdaki savrukluğun ürettiği ayrıca bir güven krizinden bahsetmek gerekmektedir. Devlet, ne tüm vatandaşlarıyla eşit bir ilişki tesis edebilmiş durumda ne de bağlantılı olarak kendisine bir şekilde yakınlık kurabilenlerin imtiyazlı konuma eriştiği talih kuşu olma hüviyetinden çıkabilmekte. Hal böyle olunca zamanın şartlarının getirdiği güven krizini aşacak tedbirler almak için özellikle çabalamak gerekirken devletin yapılanması ve işleyişinden kaynaklı problemler krizi büyütüp kronikleştirmektedir.
Bu yüzden içinde bulunduğumuz dönemde gerçekleşen iş ve işlemlerin şeffaf olması kritik önemdedir. Şeffaflık, güven kaybıyla doğrudan ilintilidir ve bu yönüyle içinde bulunduğumuz toplumsal yapının neliğine ilişkin önemli bir göstergedir. Aynı şekilde şeffaflık, güven kaybıyla öne çıkan bir toplumsal gerçeklikte kamusal işleyiş için olmazsa olmaz bir yönetim ilkesidir. Yapılan iş ve işlemlerin açık, görülebilir, sorgulanabilir, hesabı verilebilir şekilde kamuoyunun gözleri önünde yapılmasına vurgu yapar. Toplumsal ilişki ve işleyişte zeminini yitiren güvenin, kurumsal işleyişle tesis edilmesini sağlar. Bu açıdan kamusal işleyiş için anlamı hayatidir.
Türkiye'nin talihsizliği sadece güven duygusunun yitirildiği bir ülke olmasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda bu duygunun ikamesini sağlayacak yönetsel bir performanstan ve yapılanmadan da yoksun olarak varlığını sürdürüyor. Ne güven duygumuz var ne de buna ilaç olabilecek şeffaflık ilkesine hayat verilebilmiş durumdayız. Bunun son ve çarpıcı örneği LGS sonuçları üzerinden yaşadıklarımız oluşturuyor. Türkiye'nin en büyük bakanlığı olan MEB, öğrencilerin geleceğine doğrudan etki eden merkezi sınavı toplumun beklentilerini karşılayacak bir şekilde yönetmekten aciz ve hatta neredeyse kayıtsız bir şekilde sürdürmektedir. Güven duygusunun yitimi, bu yitimi giderecek aygıtların tesis edilemeyişi ölümcül problemler olarak bizi can evimizden vururken yetmezmiş gibi bu ölümcül duruma ciddiyetsizliğe bulanmış bir kayıtsızlığı da eklemek doğrudan Türkiye'yi gözden çıkarmakla eşdeğerdir.
Mevzu kamuoyunda bir süredir konuşulduğu için teknik detaylarına girmeye gerek görmüyorum. Eğitimin bu kadar fetişleştirildiği, hayat tanziminin doğrudan eğitim üzerinden şekillendirildiği bir yerde eğitime ilişkin tüm politikaların titizlikle yürütülmesi doğası gereği olmazsa olmazdır. Bizde ise maalesef sorunların kendisine karartma uygulayan ve kişiselleştiren bir gelişmemişlikle yol alınıyor. Yaklaşık bir milyon öğrencinin girdiği sınavla ilgili yaptığımız konuşmalar, tartışmalar gösteriyor ki meselelerin odağını yitirmeden konuşmak gibi bir başarımız da böyle bir niyetimiz de yok. Tersine sanki bilinçli bir şekilde bu odaktan uzak durmak için birtakım işler çeviriyormuşuz gibi davranıyoruz. Yukarıda değindiğim üzere etrafımızı saran güven krizine ilişkin toplumsal hassasiyeti önceleyen bir dil ve yaklaşımla meseleleri ele almak zaruri iken ülkemizin en kritik bakanlıklarından olan MEB, en tepesindeki kişi eliyle bu krizi derinleştirecek çarpıcı, çarpıtıcı müdahalelerle yol almayı tercih ediyor. Son yılların en zor LGS'si olarak nitelenen bir sınavda beklentilerin çok üzerinde tam puan alan öğrencinin çıkmış olması kamuoyunu tatmin edecek açıklamalarla açıklığa kavuşturulması gerekirken MEB, sınavı titizlikle yürüttüklerini belirten genel açıklamalarla yetinmeyi tercih etmektedir. 2018'te 18, 2019'da 565, 2020'de 181, 2021'de 97, 2022'de 193, 2023'de 562, 2024'te 352 ve çok zor olduğu yaygın kabul gören 2025'te ise 719 tam puan alan öğrenci çıkmış. Belirli okullardan, belirli illerden sıra dışı sayılacak sayıda öğrencinin tam puan aldığına ilişkin iddiaların ortalıkta dolaştığı yerde MEB, şeffaf bir şekilde hangi ilden hangi okuldan kaçar kişinin tam puan aldığına ilişkin basit bir bilgilendirmeyi bile yapmamayı tercih ederek adeta bilinçli bir şekilde bulanıklaşan suyu daha da bulandırmaya çalışmaktadır. Oluşan güven krizini gidermek yerine neredeyse kabile topluluklarında görülecek kişisel kefalet mekanizması üzerinden kendisine, kendi yaptığı açıklamalara güven duyulmasını talep etmektedir. Hiçbir yanlışın olmadığı yerde bile güven açığını gidermek için iş ve işlemler şeffaf bir şekilde yürütülmesi gerekirken bunca iddianın, şaibenin, dedikodunun olduğu yerde sağa sola sataşarak süreci yönetmek, insanları ciddiye almamak, hassasiyetlerine, endişelerine sırt çevirmektir. Bir sorunun bile çocukların kaderine etki ettiği bir süreçte MEB'den beklenen bu tip iddiaları güven tesis edecek açıklamalarla bir an önce gündemden düşürmektir. Ateşe benzin döken açıklamalar ortalıkta dolaşan iddialardan daha az vahim olarak değerlendirilemez.
Bu husus; sınavın güvenliği, sınava giren öğrencilerin hakkının, hukukunun korunması ile ilgili genel ve basit düzey ile ilgili. Dolayısıyla bunu temin için ne rafine politikalara ne de MEB bünyesinde ihdas edilecek sıra dışı çözümlere ihtiyaç var. Makul düzeydeki güvenlik tedbirlerine eşlik edecek şeffaf bir süreç yönetimi şu an yaşadığımız problemi gidermeye yeter.
Burada görünmez kılınan çok önemli bir mesele ise LGS'nin eğitimimize, toplumumuza ve MEB'e ve MEB üzerinde devlete tuttuğu ayna ve aynada beliren korkunç görüntüdür. MEB'in ve bakanının sorunu sınav güvenliği üzerinde özenle tutma gayretinin önemli bir motivasyonunu belki de bu bilinçli tercih oluşturuyordur. Sınavın içeriğini konuşmaktansa sınav güvenliğini konuşmak çok daha tercih edilebilir geliyordur. Çünkü sınavın kendisi başta olmak üzere sınav verileri sadece 719 tam puan alan öğrenci ile sınırlı değil. Altta yığılan yüzbinlerce öğrenci gerçeği sadece akademik başarısızlığa yönelik klasik eğitimdeki başarısızlık klişelerinin ötesinde bir bakışı, yaklaşımı icbar ediyor. Buradan açılan yol ekonomi-politik gerçeklik başta olmak üzere eğitimin bileşeni olduğu genel ekosistemin tüm koordinatlarıyla tartışmaya açılmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla LGS verileri bize bir güvenlik açığının yanında ve onun çok ötesinde yürürlükteki sistemin nasıl kendi başına bir kriz odağı olduğunu göstermeye yetiyor. 2025 yılına ait LGS net ortalamaları paylaşılmamış olsa da önceki yıllara ait veriler Türkiye'deki vaziyetin acı bir görünümünü sunmaktadır. Sınav her ne kadar sıralama sınavı olsa ve bunun için kullanılsa da sistemin varlığına ve işleyişine ilişkin çarpıcı bir fotoğraf sunduğu apaçık ortadadır. Dolayısıyla bu çarpıcı fotoğrafın etraflıca masaya yatırılıp konuşulması icap ederken Türkiye'deki kademeler arası geçisin en önemli basamaklarından birisini oluşturan LGS, sınav güvenliğinde tüketilip buharlaştırılıyor.
Tekrarlamakta fayda var, sınav güvenliği meselesi zaten işin en temel meselesi. İşin bu kısmına ilişkin gerekli tedbirleri alamamışsak, süreç yönetimini toplumun güven ve adalet duygusunu incitmeden yerine getirememişsek eğitimden, eğitimin niteliğinden, eğitim hakkından, fırsat eşitliğinden vs. nasıl bahsedeceğiz? Daha doğrusu kamusal işleyişindeki düzeyiniz bu olduğunda diğer tartışmalara yürütmek doğası gereği mümkün olmaktan çıkar. Bu yüzden LGS özelinde yaşadıklarımız Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli etrafında gizemli ve büyük bir anlatıya dönüştürülen resmi söylemin nasıl gerçeklikten yoksun olduğunu ayan beyan gözler önüne seriyor. Güzelim bir teoriyi pis bir gerçeğin berbat etmesi gibi ağdalı bir retoriğin kıskacında can çekişen eğitim sistemimizin takatsiz halini LGS süreciyle yeniden görmek zorunda kaldık. İnkâr edilen gerçekliğimiz bu ancak inkâr edilse de yansımalarıyla bizi rahatsız etmeye devam ediyor. Odağımızı yitirmeden yüzleşebilecek miyiz onu zaman gösterecek.
*Abdulbaki Değer Özgür Eğtim-Sen Genel Başkanı