Günümüz dünyasında, İslam dünyası toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da bencil ihtiraslar, ırkçı/ideolojik ihtiraslar, iktidar ihtirasları, aklın/kalbin/vicdanın evini yerle bir ediyor. Popülist zamanlar, oportünist zamanlar, hamaset zamanları; İslami aklın, bilincin, hassasiyetin, çok derin bir uyku halinde bulunduğuna işaret ediyor. Toplumlar, insanlar, popülist hikayelere değil, gerçek hikayelere, yenilgilerle, edilgenliklerle acımasızca yüzleşen hikayelere ihtiyacımız olduğumu düşünmüyor. Popülizmlerin ve hamasetin yavanlıkları, bayağılıkları, bu bayağılıkların normalleşmesi, kültürel bağlamda bir koma hali yaşadığımızı gösterir. Toplumlarımızda akıl ve bilinç derin bir uykuda olduğu için, akılsız umutlar, insanlara, hep her şeyin iyiye doğru gittiğini telkin ediyor. Türkiye'de, muhafazakarlığın, dindarlığın ve milliyetçiliğin Amerikan emperyalizmiyle ilgili bir sorunlarının olmayışı, uyku halinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Haçlı-Siyonist emperyalizmi tarafından, Müslümanların, haysiyetlerinin de soykırıma tabi tutuluyor olması bile, Müslümanların gerçeğe/tarihe uyanmalarını sağlayamıyor.
Toplumlarımızda, akıl ve bilinç uykuda olduğu için, günümüz insanı, yapay zeka'nın, ahlaki anlamda kontrol edilebilir olmaktan çıktığında, süper kötülüklerin hizmetine girebileceğini asla düşünmüyor. Teknolojik devrimlerin, ahlakı ve insanlığı nasıl anlamsız hale getirdiği entelektüel-ahlaki gündem konusu olmuyor. Küreselleşme çağında, kültürlerarası etkileşim, çılgın-ölçüsüz-sahte-niceliksel ve kirli bir değişimi bütün toplumlara dayattı. Çok aziz ve mükerrem İslam, yerli-milli bir folklore, mistik bir folklore dönüştürüldüğü için, küresel dayatmalara somut yanıtlar verme yeteneğini ve iradesini kaybetti. Günümüz dünyasında, bütün toplumlarda, kirli/bayağı/zehirli dezenformasyon kol geziyor. Bir yanda Batı'yı, bir diğer yanda da geçmişi taklit eden, antikacı bir tarihçilikle yönlendirilen İslam toplumları, bu taklitçilikler sebebiyle, özgün/bağımsız/eleştirel üretkenlikten bütünüyle yoksun bulunuyor.
Toplumlarımızda ahlaka karşı işlenen meydan okuyucu suçlar normalleşiyor. Türkiye'de seküler kesimler, "hayat tarzı özgürlüğü" retoriğini gündeme taşıyarak, ahlaka karşı işlenen suçları meşrulaştırmaya çalışıyor. Haçlı-Siyonist canavarlığın Gazze halkına uyguladığı soykırım-tehcir karşısında yaşanan siyasal sessizlik-teslimiyetçilik, öngöremediğimiz bir dünya ile sınandığımızı gösteriyor. Her toplumda açıkça bir kuralsızlık-hukuksuzluk çılgınlığı yaşanıyor. Çeşitliliği ve çoğulculuğu dışlayan bir zihniyet, karanlığı içselleştirmeye çalışıyor. Çeşitliliği ve çoğulculuğu dışlayan bir zihniyet faşizme giden yolları açıyor. Günümüzde, dijital sömürgecilik yoluyla, bütün toplumlara tek bir kültür dayatılıyor. Maddi bilgi çoğaldıkça bilgelikler hayatımızdan çekiliyor. İnanca meydan okuyan bilim'le, bilime meydan okuyan inancın aşırılıkları, bağnazlıkları, sahte karşıtlıkları oluşturuyor. Her konuda kesin yanıtlar verdiğini iddia eden, bilimsel emperyalizmin dayatmalarına, İslam dünyası toplumları eğitim hayatı, akademik hayatı eleştirel karşılıklar veremiyor. Akademik dar görüşlülük, çok ufuklu, çok boyutlu tartışmaları imkansız kılıyor. Teknobilimsel tiranlık, insanlık fıtratıyla çatışma, bu fıtratı yok sayma pahasına ürettiği keşiflerle, iklim aşırılıklarını, tüketim aşırılıklarını normalleştirdiği için, günümüzde toprak tükeniyor, su tükeniyor, ormanlar tükeniyor, tarımsal üretim tükeniyor, doğal kaynaklar azalıyor. Kirlilik, konut, sağlık, beslenme sorunları, genetiği değiştirilmiş gıdalar gibi sorunlar çığ gibi büyüyor, kentler yaşanılabilir yerler olmaktan çıkıyor. Kültür bilincinden, estetik bilincinden yoksun kentler, doğal çevreyi yıkıma uğratıyor. Açgözlülük, kısa zamanda zengin olma tutkusu, dolandırıcılıkları sıradanlaştırıyor, toplumsallaştırıyor.
Evrensel insanlığa, evrensel yararlar sağlayabilecek bir bilimsel yaklaşım ve bilim ahlakı yerine, Batı'nın sömürgeci amaçları için üretilen bilim, bir şekilde dokunulmaz kılınabiliyor. Yıkım ve dehşet araçları üreten bilim tartışılamıyor. Her tekno-bilimsel gelişme, yeni insanlık sorunlarına yol açabiliyor. Türkiye'de yerli-milli bir kurgu'ya dönüştürülen eğitim hayatı, akademik hayat, yerli-milli bir rüya'ya dönüştürülen tarih, hiçbir şekilde maruz kaldıkları sömürgeci epistemolojik meydan okumalara cevap veremiyor, nasıl cevap verilebileceğini bilmiyor. Toplumlarımızda İslami değerler, nitelikler kişiselleşiyor, toplumsal olmaktan çıkıyor. Oportünist muhafazakarlığın, dindarlığın ve siyasetin çıkar ve tahakküm mücadelesi toplumsallaşıyor. İktidar ihtirasları toplumun bütün ufuklarını kapattığı için, toplumsal sorunlar hiçbir şekilde gündeme gelmiyor, getirilemiyor. Kaba kuvvetin gerçek, adaletin bir yanılsamadan ibaret olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Otoriter popülizmlerle hiçbir sorunu olmayan oportünist muhafazakarlık/dindarlık ve siyaset, rakip muhalif unsurların/figürlerin ahlaki haklarını bile tanımıyor. Ahlaki ilkesel kesinliklerin kaybolduğu bir zamanda, toplumlarımızda, ahlaki/ilkesel tercihler ağır bedeller karşılığında korunabiliyor, toplum ahlaki iradesini kaybediyor. Hangi toplumda olursa olsun, kindarlıklar, nefret gibi duygular, aşağı içgüdüleri tatmin etmeye yarıyor.