Tarih: 02.12.2025 17:03

GÖKYÜZÜ, İNSANLAR, TANRI VE JUNG

Facebook Twitter Linked-in

 

1-2 Aralık 2026

10-11 Cemaziyelahir 1447

 

Bismillahirrahmanirrahim

1.

Bu mütevazı denemenin amacı dini bilinç ve doğa bilimleri arasında bir barış yaratmak adına küçük bir merhale kat etmekten ibarettir. Sanıldığının aksine Avrupa laikliği bu barışı yaratamadı. Zira okuyabileceğiniz pek çok popüler bilim kitabında görebileceğiniz üzere Batılı bilim adamları bilim yapıyoruz derken sürekli "Evrenin böyle olması için bir yaratıcıya ihtiyaç yoktur. Demek ki Tanrı yoktur." diyerek açıkça ateizm propagandası yapıyorlar. Din adamları ise doğa bilimlerinden habersiz bir biçimde doğa bilimlerinin sonuçları ne zaman dini itikatlarıyla çelişse bilime cephe alıyorlar. Oysa benim iddiam din ve bilim arasında gerçek bir barış mümkündür. Yani bir insan bir yandan yaratıcı ve onu tüm varoluşuyla kuşatan ve onun dualarına cevap veren bir Tanrı'ya inanırken bir yandan da gerçek anlamda bir bilim adamı kafasına sahip olabilir ve doğa bilimlerine katkıda bulunabilir. Zaten Batı medeniyetinin tarihine bakıldığında bilime katkı yapan sayısız insanın aynı zamanda çok samimi ve derin bir Tanrı'ya bağlılık duygusuna sahip olduğu da gözden kaçmayacaktır. 

 

2.

Dinle bilimi karşı karşıya getiren en önemli husus, dinin evrenin kaynağı olarak bir mutlak benliği, özneyi ve Tanrı'yı temel almasıyken, bilimin, evrene, herhangi bir özneye veya benliğe kaynak olarak referans vermeyen nesnel bir sistem olarak bakması. Bu iki bakışın çelişebilmesi mümkün. Zira evrenin oluşumunu bir benliğe referansla açıkladığınızda doğa yasalarını ve evrende işleyen nedenselliği reddetmek ve evrende olup biten her şeyi bu öznenin keyfi iradesine referansla açıklayabilmeniz mümkün. Yani evrene öznel bakış evreni herhangi bir nesnel mantığı olmayan mucizelerle açıklayabiliyor. Evrene doğa bilimcilerinin bakışıyla baktığınızda ise, yani doğa yasalarını ve nedenselliği zemine aldığınızda ise bu sistem içerisinde herhangi bir benliğe, özneye ve Tanrı'ya yer kalmayabiliyor. Oysa bu iki bakışın bir barışı ve ahengi de mümkün. O da Tanrı'yı keyfi iradeyle hareket eden kaprisli bir kral olarak görmektense evreni yasalarla yöneten bilge bir kral olarak kabul etmek. Makalemin sonraki kısmı bu perspektifi tanıtmaya adanmıştır. 

 

3.

Bir an için ateist doğa bilimcilerinin iddia ettiği gibi evrenin kaynağında bir Tanrı, bir mutlak bilinç olmadığını varsayalım. Ne gibi gizemler çözümsüz hale gelirdi. 

Ateist bir bakış için evrenin asli hali yokluktur. Yani evrenin var olması başlı başına açıklanamaz bir gizemdir. Bir an için evrenin her nasılsa var oluşa çıktığını düşünelim. Bu halinde evrenin asli hali kaostur. Oysa bildiğimiz evren bir kaos değildir. Doğa yasalarıyla bir düzen altına alınmıştır. Yani ateist bakış için doğa yasalarının varlığı başlı başına açıklanamaz bir gizemdir. Bir an için evrenin her nasılsa doğa yasalarıyla yönetildiğini varsayalım. Ateist bir bakış için açıklanamaz gizemler sona ermezdi. Zira bu yasaların özelliği matematiksel olması. Yani evren ateist bir bakış için açıklanamaz bir biçimde matematiğe uygun hareket ediyor. Matematiksel bir evrenin asli hali ise bozuk bir televizyon ekranı gibi cızırtılı bir görünüme sahip olması. Oysa evren böyle değil. Ateist bir bakış için yine açıklanamaz bir gizem teşkil etmek üzere evren estetik bir vasfa sahip. Yani evren güzel bir yer ve bu güzellik bizim için açıklanamaz kalmaya devam ediyor. Bildiğimiz evrende galaksilerdeki yıldızların uzaya savrulması gerekiyor. Oysa ne olduğunu hiç ama hiç bilmediğimiz karanlık maddeler sayesinde yıldızlar, galaksiler etrafındaki ahenkli dansını devam ettiriyor. Yine bildiğimiz doğa yasalarına göre evrenin kütleçekiminden ötürü içine çökmesi gerekiyor. Oysa yine ne olduğunu hiç ama hiç bilmediğimiz karanlık enerjiler sayesinde evren ahenkli bir biçimde genişliyor. 

Ateist bakış için gizemler burada da bitmiyor. Zira yeryüzünde insan gibi bilinçli varlıklar var. Ve ne yaparsak yapalım bilinci maddeden türetemiyoruz. Yani bilinç maddi evrende bir tekillik gibi tüm doğa bilimi için açıklanamaz bir gizem. Ve normalde yıldızlardan, güneşten ve galaksilerden gelen zararlı ışınların bilinçli varlıkları yok etmesi gerekirken yeryüzünün onu zararlı ışınlardan koruyan bir atmosfer tabakası var. Bu atmosfer en temel fizik yasalarımızdan olan termodinamiğin düzensizlik ve entropi ilkesini yerel olarak ve sistematik bir biçimde ihlal edip yeryüzündeki bilinçli yaşamı koruyor. 

Neredeyse hepsini astrofizik biliminden aldığım bu açıklanamaz gizemlere başka bilinemezler de eklemek mümkün. Benim burada vurgulamak istediğim husus, sadece, doğa bilimlerinin kendi başına evreni açıklamakta asla yeterli olamayacağı hususu. Evrenin tam bir açıklaması olabilmesi için evrene bir nesne muamelesi yapan doğa biliminin başka kaynakları dayanak olarak alması gerekiyor. Bu kaynağın Tanrı olduğunu söylemiştim. İleride bu hususu daha da genişleteceğim. 

 

4.

Peki ateist bilim insanları bu gizemlere kör mü? Ya da bu gizemleri örtbas mı ediyorlar? İkisini de yapmıyorlar. Fakat her ne zaman bu gizemlerden birine rast gelseler hemen şöylesi bir akıl yürütüyorlar: "Evrenimiz trilyonlarca olası evrenden sadece bir tanesi. Bir olasılık hesabı yapıldığında sayısız evrenden bir tanesi böylesi gizemlerle dolu görünebilir. Ne şanslıyız ki biz de böylesi bir evrende yaşıyoruz. Zaten bizim evrenimiz bu gizemlere sahip olmasaydı biz de var olamazdık ve bu gizemleri konuşamazdık." Kısa konuşmak gerekirse ateist doğal bilimciler bu gizemler hususunda şunu söylüyor: "Sayısız harfiniz varsa ve bu harfleri rastgele bir biçimde yere atarsanız eninde sonunda bu harflerden Hamlet gibi bir metin çıkardı. Trilyonlarca ihtimalden bir ihtimalle bile olsa…" 

Bu akıl yürütme olasılık matematiğine referans vermek dışında herhangi bir fiziksel açıklamaya sahip olmasa bile bir yere kadar haklı olabilirdi. Fakat bu akıl yürütmede ağır bir kusur var: Trilyonlarca harfi rastgele yere atarsak eninde sonunda bir Hamlet metni çıkarabilirdik fakat o Hamlet metnini okuyabilecek ve anlayabilecek bilinç sahibi bir varlık yaratamazdık. 

Ateist, materyalist ve evrene ve maddeye ruhsuz, hissiz, bilinçsiz bir nesne muamelesi yapan doğa bilimlerinin gelip tıkandığı yer bilincin nasıl ortaya çıktığı sorunudur.

Bilinçli varlıklarız. Aklımız, hafızamız, hayal gücümüz, irademiz, hislerimiz vs var. Bu öznel varlıkla madde ve beyin arasında sihirli bir bağlantı var. Ve kolay sorunun yanıtını biliyoruz: "Madde ve beyin bilinci etkiler mi?" "Evet etkiler." Fakat zor soru hakkında anlamlı tek cümle bile edemiyoruz: "Ruhsuz, akılsız, hissiz olduğu kabul edilen maddeden, beyinden ve nöronlardan bilinç nasıl türer?" Bu sorunun cevabı havsalamızı ilelebet aşıyor. Yani trilyonlarca olası evrenimiz bile varsa sınırlı tek bir bilincin varlığı ateist doğa bilimlerinde açıklaması olmayan ve açıklaması olamayacak bir mucize ve gizemdir. 

Bilinç hakkında derinlemesine tefekkür edildiğinde, sınırlı bir bilincin tek açıklamasının başka bir bilincin yaratması, tezahürü ve tecellisi olduğudur. Sınırlı bir bilincin tek açıklaması başka bir bilinçse bilincin nihai açıklaması mutlak bir bilinç ya da Tanrı'dır. Bizim sınırlı bilinçlerimiz maddeden türememiştir. Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın tezahürü, tecellisi veya yaratımı olarak meydana gelmiştir. Hegel ve Schelling gibi filozofları izleyecek olursak Mutlak Bilinç olarak Tanrı önce maddi evreni yaratmış, sonra maddi evreni müşahede edecek sınırlı bilinçleri var etmiştir. Evreni yaratan Tanrı insan bilincinde merkezileşmiştir. Ve bu da insanı evrende seçkin bir misafir yapar. Evren, madde ve bilinci bütünleştirecek tek mantıklı felsefe sanıyorum budur. 

 

5.

Mutlak Bilinç olarak Tanrı bir kez keşfedildiğinde ateist doğa bilimcileri olarak gizem teşkil eden muammalar da bir mantığa kavuşur. Zira bu bakışta maddi evren, Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın sıfatları ve isimleriyle tezahür ettiği bir yerdir. 

Şimdi bu muammaları bir bir izah edeyim. 

Evrenin asli hali yokluktur demiştik. Fakat evren var. Çünkü Mutlak Bilinç olarak Tanrı Hâlık, Bâri ve Bedî'dir. Yani Tanrı Yaratıcıdır. 

Varolan evrenin asli hali kaostur demiştik. Fakat evrenin doğa yasalarıyla yönetildiğini söylemiştik. Bu doğa yasalarının kaynağında ise Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın İlah (Egemen), Alim, Hakem (Yönetici) ve Hakîm (Hikmetli İş Yapan) olması yatıyor. 

Evren matematiksel bir düzene sahiptir demiştik. Bu matematiksel düzenin altında Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın Mukaddir (Her Şeyi Ölçüp Biçen), Adl (Eşitlik ve Adalet) ve Muhsî (Her Şeyi Sayan) olması yatıyor.

Evren estetik bir düzene sahiptir demiştik. Bu estetik düzenin altında Tanrı'nın Musavvir (Biçimlendiren), Muhsin (Güzellieştiren), Cemîl (Güzellik Veren) ve Kerîm (İkram Eden) olması yatıyor. 

Galaksilerin karanlık madde yoluyla evrenin ise bir bütün olarak karanlık enerji yoluyla ahenk altında tutulduğunu söylemiştik. Bunun altında Tanrı'nın Kayyum (Ayakta Tutan) ve Rakîb (Gözetip Kollayan) olması yatıyor. 

Evrende bilinçli varlıklar olduğunu söylemiştik. Bunun altında Tanrı'nın Muhyî (Hayat Veren), Rezzak (Rızık Veren) Mütekellim (Konuşan), Semî (İşiten) ve Basîr (Gören) olması yatıyor. 

Bilinçli varlıkları zararlı ışınlardan koruyan bir atmosfer tabakası olduğunu söylemiştik. Bunun altında Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın Rabb (Kullarını Koruyan ve Gözeten), Rahman ve Rahim (Merhametli) ve Müheymin (Kanatlarının Altına Alarak Gözeten) olması yatıyor. 

 

6.

Bilim insanları evrene bir nesne gözüyle bakar. Evreni kör zorunluluğun yönettiğini düşünür. Ve insanın değerini evrenin kenarında köşesinde tesadüfen ortaya çıkmış bir yan ürüne indirger. Dini bilinç ise evrene Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın bir tezahürü, tecellisi ve yaratımı olarak değer verir. Ve bilinç sahibi varlıkları Tanrı'nın gözde mahluku olarak görür. İnsan evrenin kenarında köşesinde meydana çıkmış olabilir, fakat bir romanın ağırlık merkezi nasıl romanın kenarında kıyısında bir yerdeyse, ya da bir ağacın gayesi olan meyvesi nasıl ağaçın en kenarında ve yılın en sonunda meydana çıkıyorsa, dini bilinç için insanın evrenin kenarında kıyısında bir yerde ve evren yaratıldıktan milyarlarca yıl sonra ortaya çıkması da insanın evrende Tanrı'nın seçkin bir misafiri olmasına engel değildir. 

Tanrı'ya referans vermeyen bir doğa bilimiyle teknoloji üretebiliriz. Fakat burada saydığım gizemler hususunda cevapsız kalır ve evrene ve insana hakaret etmek zorunda kalırız. Bilimle sohbet halinde olmayan bir dini bilinç ise hurafeler üretmek zorunda kalır. Çözüm bir din-bilim barışıdır. Yani doğa biliminin evrendeki kör zorunluluğu değil, Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın evrene koyduğu düzeni tespit etmeye çalıştığını ve Tanrı'nın keyfemayeşa bir iradeyle hükmeden kaprisli bir kral değil, yasalarla iş gören bilge bir kral olduğunu söylemektir. Yine bu barış adına söylememiz gereken başka bir cümle bilimin evrenin iç düzenini irdelediği, dini bilincin ise evrenin onun Sanatkarına nasıl işaret ettiğini anlamaya çalıştığıdır. Yine bu barış adına söylenmesi gereken bir cümle, bilimin evrene ben-o nazarıyla baktığı, dinin ise ben-sen mantığıyla baktığıdır. Ve son bir cümle olarak birinin teknoloji ürettiği ve doğa üzerinde hakimiyet sağladığı, diğerinin ise dua kapısını açtığı ve nefsi olgunlaştırdığıdır. Bu barışı sağlayabildiğimizde sanıyorum insanlık olarak da mutluluğu yakalarız. 

 

VII EK

Evrene dini bilinç yoluyla Mutlak Bilinç olarak Tanrı'nın tezahürü gözleriyle baktığımızda bilim insanlarının hor hakir gördüğü mitoloji mirasımız da bir değere kavuşur. Zira mitoloji evrene doğa biliminin nesnel bakışı öncesinde evreni kutsal bilinçlerin bir tezahür yeri olarak gören bir felsefenin ürünüydü. Yani mitoloji için Tanrı, tanrılar ve melekler evrenin nihai açıklamasıydı. 

Bu kısa denemede doğa bilimlerinin evreni bir nesneye indirgeyen bakışının nasıl yetersiz kaldığını ve evrenin nihai açıklaması için nasıl olup da mutlak bir bilince referans vermemiz gerektiğini tartıştık. Evrenin kaynağında Tanrı yoksa bazı temel gizemler açıklanamaz olarak kalıyordu. 

Evrenin kaynağında mutlak bilincin olduğunu söylemek ise evrene öznelerle dolu bir yer olarak bakma fırsatı veriyor. Yani meleklerle dolu bir evren… Bu bakış doğa bilimlerini reddeden değil, tamamlayan bir bakış olarak korunmayı hak ediyor.

Mitoloji mirasımıza yeniden hak ettiği değeri veren ünlü psikanalist Carl GustavJung da Schelling ve Hegel gibi insanın sınırlı bilincinin evreni kuşatan mutlak bilincin bir tecellisi olduğuna inanıyor ve mitolojiye bu mutlak bilinçle insanın ilişkisini kuran bir söylem olarak ciddi değer veriyordu. Benim okuduğum tüm doğa bilimcileri mitolojiyi hurafe olarak hor görür. Fakat eğer çağımızda parçalanmış bilinci yeniden bütünleştirecek ve din ve bilim alanında olduğu gibi doğal ve beşeri bilimler arasında da bir barış kuracaksak mitolojiyi de doğa bilimlerinin yanında insanın hikmet mirasına dahil etmemiz gerekiyor. 

Saygılarımla… 

 

KAYNAKÇA

 

Bediüzzaman, Otuz İkinci Söz

İmam Gazali, İlahi İsimler

MurrayStein, Ruhun Haritası Jungcu Psikolojiye Giriş

JimBaggott, Kuantum Uzayı

John D. Barrow, Her Şeyin Yeni Kuramları

Frank Close, Her Şeyin Teorisi

DK, Kolay Kuantum Fiziği

David ve Richard Garfinkle, Üç Adımda Evren

John Gribbin, Evren Bir Biyografi

Stephen Hawking ve LeonardMlodinow, Büyük Tasarım

Gerard'tHooft, Maddenin Son Yapıtaşları

Jim Al-Khalili, Fiziğin Gözünden Dünya

Sten Odenwald, Astrofizik

N. D. Tyson, M. A. Strauss ve J.R. Gott, Evrene Hoş Geldin

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —