Tarih: 12.08.2025 10:16

Devletin Çözülüşü-III- Sen Ne İsteyebilirsin?

Facebook Twitter Linked-in

Devletin çözülüşü, çoğu zaman yalnızca siyasi bir kriz ya da kurumsal bir çöküş olarak görülür; oysa bu süreç, modern çağın en derin sarsıntısını insanın kendini anlama biçiminin çözülmesini de içinde barındırır.

Devletin tarihsel dönüşümü, insanın kendini tanımlama ve anlama biçimleriyle doğrudan iç içe geçmiştir. Ortaçağ'ın teokratik düzeninde insan, ilahi takdirin nesnesi ve kutsal plana tabi bir varlık olarak görülürken; modern dönem, bu anlayışı kökten değiştirerek insanı rasyonel bir özne ve hakların sahibi olan yurttaş modeline evrildi. Günümüzde ise, dijital çağın veri-merkezli paradigması, insanı algoritmik tahminlerin belirlediği ve yapay zekâ tarafından yönlendirilen yönetim mekanizmalarının girdabına çekmekte; onu adeta yeni bir "veri nesnesi" konumuna indirgemektedir.

Böyle bir bağlamda, "yeni insan"ın belirleyicisi ne olacaktır? Eğer belirleyici, salt teknik yeterlilik, ekonomik performans veya dijital uyum olarak kalırsa; ortaya çıkacak insan tipi, varoluşsal derinliğini yitiren, anlam arayışını başkalarının kurguladığı gündemlere tamamen teslim eden bir figüre dönüşecektir. Görünürde özgür olan bu figür, seçimler yapar, içerik üretir, fikirlerini dile getirir. Ne var ki tüm bu eylemler, önceden tasarlanmış akışlar içinde, görünmez sınırların çizdiği algoritmik bir kafesin izin verdiği alanlarda gerçekleşir. Özgürlük söylemleriyle kuşatılmış olsa da, düşünme ufku algoritmalar tarafından daraltılmış, arzuları pazarın ve siyasetin ortak mühendisliğiyle formatlanmış bir varoluşa mahkûmdur. İnsan, böylece, kendi hakikatinin öznesi olma vasfını kaybederek, başkalarının inşa ettiği anlam evrenlerinin pasif bir nesnesi haline gelir.

Oysa insanın insan kalabilmesi, siyasal düzenin teknik rasyonalitesinden çok, anlam üreten kaynaklarla tarihin bilgeliği, felsefenin sorgulayıcı derinliği, sanatın dönüştürücü gücü, inancın manevi zemini ve kişisel tecrübenin otantikliği gibi sürekli ve canlı bir teması sürdürmesine bağlıdır. İşte bu nedenle siyaset, salt yönetim teknolojileri ve iktidar hesaplarından ibaret görülemez; aynı zamanda bir 'anlam inşası' ve kolektif 'hikâye kurma' sanatı olmak zorundadır. Çünkü hikâyesiz insan, varoluşsal pusulasını kaybeder; hikâyesiz siyaset ise toplumu, ruhsuz bir sosyal mühendislik projesine indirger. Bireyin iç dünyasını, korkularını, umutlarını ve anlam arayışını görmezden gelen; onu yalnızca soğuk nüfus verileri, ekonomik göstergeler veya kimlik kategorileri üzerinden okuyan bir siyaset anlayışı, ne kadar gelişmiş teknolojiye ve güçlü kurumsal yapılara sahip olursa olsun, nihai anlamda çökmeye mahkûmdur. Zira insanın cevherini, yani onu insan yapan deruni boyutu hesaba katmayan her sistem, er ya da geç, kendi inşa ettiği devasa teknik aygıtın katı ağırlığı altında parçalanacaktır.

İbn Arabî'nin perspektifinden bakıldığında, hakikate yönelişin olmadığı bir siyaset, kendi varlık zeminini kaybetmiş demektir; artık yalnızca güç ilişkilerinin ve yönetim tekniklerinin bir sahnesi hâline gelir. Böyle bir siyaset, insanı görünürde temsil eden ama onun içsel yolculuğuna eşlik etmeyen bir kabuk gibidir. Oysa siyasal olanın asıl meşruiyeti, bireyin kendi hakikatiyle temas edebilme imkânını genişletebilmesinde yatar.

Bu nedenle önümüzdeki dönem, sadece yeni anayasal modellerin, hukuki düzenlemelerin veya yönetim teknolojilerinin tartışıldığı bir süreç olmamalıdır. Asıl ihtiyaç, insanın kendi varoluşuyla yeniden tanışacağı; yani siyasal alanın, bu tanışmayı mümkün kılacak bir ontolojik derinlik kazanacağı bir yeniden inşa sürecidir. Bu, modernliğin ürettiği, işlevsel görevleri ve hak taleplerini yerine getiren "işlevsel birey" modelinin ötesine geçmeyi; insanı hakikatin canlı bir muhatabı olarak yeniden tanımlamayı gerektirir.

Böyle bir dönüşüm, yalnızca siyasal kurumların değil, düşünce biçimlerinin ve değer sistemlerinin de değişmesini zorunlu kılar. Çünkü hakikatle temas eden bir "varlık siyaseti", yönetim biçiminden çok daha fazlasıdır: insanın kendi cevherini tanıma cesaretiyle başlayan, toplumsal örgütlenme biçimlerine ve küresel düzeydeki ilişkiler ağlarına kadar uzanan bütüncül bir yeniden yapılanmadır

 

Kaynak: konuyorum.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —