Tarih: 01.12.2025 15:33

Başkanlık sistemi CHP’yi çözüme zorluyor

Facebook Twitter Linked-in

MHP liderinin tarihi hamlesi, artık adım atmak zorunda kalmadan "biz de barış istiyoruz, biz de çözümden yanayız, her şey güzel olacak" gibi şirin sözler söyleyip hiç emek vermeden ve risk almadan bonusları toplama lüksünü sona erdirdi.

Yakın zamana kadar işler kolaydı. Çözüm süreci sona ermişti ve ortada bir yenisi de yokken CHP'nin 2025 Programında vadettiği "Kürt sorununda kalıcı çözüm"den, "eşitlikçi, katılımcı, demokratik bir siyasi ve toplumsal düzenin kurulması"ndan ve "Herkesin kendini ülkenin eşit yurttaşı olarak hissedebilmesi"nden bahsetmek kolaydı.

Kolaydı, çünkü nasılsa ortada bu yönde somut bir adım atmayı gerektiren bir durum veya gündem yoktu.

MHP çözüm lafı ettirmiyordu ve MHP ile koalisyonu da Ak Partinin de elini bağlıyordu.

Böyle bir ortamda CHP için sahici bir adım atmadan sadece konuşarak işi götürmek mümkündü. Ak Partiden kayan, ortada duran veya DEM'de toplanan Kürt oylarını almak için muhtevaya dair bir şey söylemeden (özellikle söylemeden, içeriğe girmeden), böylece kendi tabanını kızdırmadan çözümden yana olduğunu da ima eden başarılı bir siyasi iletişimle herkesi mutlu etmek mümkündü.

Son genel ve yerel seçimlerde bu bir ölçüde başarıldı da.

Gerçi o dönemde bile CHP ve İYİ Partinin seküler Kemalist tabanının tavrı, ideolojisi ve aynı anda iki zıt cenahı bir araya getirmenin mühendislik hesapları, altılı masada DEM'e de bir sandalye koymayı mümkün kılmıyordu. "Fiilen benimle birlikte ol, bana oy ver ama ele güne karşı birlikte görünmeyelim" gibi yüz kızartıcı bir talep söz konusuydu ("Metres" eleştirileri bu yüzdendi). Bazı Kürt çevrelerin "Kürde yine hamallık yaptırmak istiyorlar" şeklinde tepkiler gelse de o günlerde bu formül işletilebildi.

Elbette o süreçte DEM'den gelen oylar sadece güzel sözler hatırına değil iktidara tepkidendi. Eğer Kürt sorununa temelli bir çözüm için atılması gereken adımlar söz konusu olsaydı ve bu adımlar CHP ideolojik bariyerlerine çarpıp reddedilseydi belki ona da tepki verilirdi ama o günlerde böyle bir sebep de yoktu.

Kısacası günlerde asıl mevzuya girmeden gülücükler, öpücükler, kalp işaretleriyle herkese mavi boncuk dağıtmak mümkündü. "Abdülhamit düşene kadar" Kemalistlerle Kürt kimliği temelinde siyaset yapanları bir arada tutmak gerekiyordu ve bu da önemli ölçüde başarıldı.  Yarın varsın kıyamet kopsun, CHP ve İYİ Parti tabanıyla DEM tabanını Erdoğan karşıtlığında seçime kadar bir arada tutmaya katkı sağlayan siyasi söylem böyle inşa edildi.

Ama artık deniz bitti.

Artık retorikle durumu idare etmenin devri geçti.

Çünkü mucizevi bir hadise oldu.

Devlet Bahçeli, koalisyon ortağından çekinen Ak Partililerin bile söyleyemediği sözleri söyledi. Terör sona erecekse Öcalan'ın Meclis'e gelip orada konuşmasını söyledi, İmralı'ya gerekirse kendisinin gideceğini açıkladı.

İşte bu noktada top çevirmek artık mümkün değildi.

CHP başlangıçta tereddüt etse de komisyona girmişti. İyi niyetli olduğunu varsayarsak, Özgür Özel CHP'si "2025 Programı"nın arkasında duruyordu ve çözümün bir parçası olmak istiyordu. Kötü niyetli olduğunu varsayarsak da uygun bir zamanda sukoyvermek üzere giriyordu. Nasılsa girmekte çok da beis yoktu. Her iki durumda da bir süre orada kalmak, sonra iktidarın herhangi bir yanlışını gerekçe göstererek oradan Kürt sorununa çözüm ile ilgili bir konudan dolayı değil de başka sebeplerle ayrılmak daha iyi bir strateji olabilirdi. 

Ama daha girer girmez sürecin en zor testlerinden biriyle karışılacağını bilmiyordu.

Erken gelmiş "karar ânı"dı bu ve CHP buna hazır değildi.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, "E haydi buyur, bak ben engel olmuyorum, çözümün gereklerini yap" dediğinde, CHP İmralı'ya giden tekneye binemedi.  

Öcalan ile görüşmenin ve görüşememenin anlamı

Çok erken gelen bir krizdi bu. Erken olduğu ölçüde CHP'yi de hazırlıksız yakaladı. Diğer konular neyse ama İmralı'ya gidiş ve Öcalan ile görüşme çok sembolik bir nitelik taşıyordu.

Öcalan ile görüşmek, "Ben sürece ucundan kıyısından katılmıyorum, çözüm için yeterince kararlılık ve cesarete sahibim" demekti.

Pozitif anlamda retçi zihniyet ve onunla gelen statükodan anlamlı bir kopuşu sağlayacak bu eylem gerçekleştiğinde, yani en sembolik perde yırtıldığında, artık sözün ve atılabilecek adımların önünde hiçbir engel kalmamış olacaktı.

Yani bu bariyeri aşmak, "komisyonun faaliyetlerinden bir faaliyet"ten çok daha fazlasıydı. Tabanı ve potansiyel ulusalcı seçmen "Öcalan ile görüştünüz!" diyecekti. Ama çözüm için yola çıkıp o yolun güçlüklerine katlanmaya hazır olan açısından verilecek cevap "evet"ten ibareti.

Görüşmemek ise tersine güvenli bir pozisyondu. Yarın bir sebeple çekilecek olursa "Öcalan'la görüşmüş CHP" olmayacak, "ben girip bir arkadaşa bakmıştım" türünden bir gerekçeye (elbette bu basitlikte değil daha sofistike bir siyasi dille ve bunu değil ama elbette ileride gelecek bir çözümü destekleyeceği imasıyla üretilmiş bir gerekçeye) sığınabilecekti.

Ani bir duruma verilen reflekslerde olduğu gibi özüne döndü belki.

Ama bu "öz" son nokta değil ve muhtemelen bu böyle devam etmeyecek. Eskisi gibi militarizmden medet ummanın imkanları olmadığı ölçüde CHP de yeniden siyasetin gerçek dünyası ile karşı karşıya olduğunu anlayarak, onun içinde bir çözüm arayacak.

Çünkü başkanlık sistemi, iktidar olmak istiyorsa kimlik ve sınıf açısından daha geniş bir koalisyonu tabanda gerçekleştirmeye mecbur ediyor.

Başkanlık sisteminin, mevcut haliyle kuvvetler ayrılığı açısından düzeltilmesi gereken sorunlu tarafları olsa da bu süreçte CHP'ye kendisini dönüştürmesi için bir fırsat sunuyor.

Geriye CHP'nin bu fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceği kalıyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —