1. ZİHİN DOLDU, GÖNÜL BOŞALDI
Bilgi çağında yaşıyoruz. Elimizin altında milyarlarca veri var ama zihnimiz neyi düşüneceğini, kalbimiz neye bağlanacağını bilemez hâle geldi. Bugün artık mesele "bilgisizlik" değil; aksine "anlamın kaybı"dır. Her alanda bilgiye ulaşabiliyoruz ama o bilgiyle ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çünkü bilgiye yön verecek olan şey –anlam, amaç, değer, hikmet– eksik.
Bu krizin kökeninde, farklı bilgi türlerinin sınırlarının ihlal edilmesi yatıyor. Bilim dinin yerine geçmek istiyor, din bilimle yarışıyor, sanat magazinleşiyor, felsefe dışlanıyor. Oysa her bilgi türü, hakikatin başka bir boyutunu aydınlatır. Bu yazıda, bilgi türleri arasındaki "epistemolojik taşkınlığı" ele alıyor ve yeniden bir denge çağrısı yapıyorum.
2. TECRÜBE: ELİN, GÖZÜN VE HAFIZANIN BİLGİSİ
Bir marangozun el ustalığı, bir aşçının damak tadı ya da bir çiftçinin toprağı tanıma biçimi… Bunlar yazıyla değil; uygulamayla, tekrarlarla ve sezgiyle öğrenilir. İşte bu, tecrübi bilgidir. Modern akademi, bu tür bilgiyi "ölçülemiyor" diye küçümser. Oysa medeniyet, yalnızca formüllerle değil; ellerin ve kalplerin taşıdığı tecrübeyle de kurulur.
İslam epistemolojisi, bu bilgi türüne açıktır. Amelî tecrübe, sünnetin yaşanarak edinilen boyutudur. İbn Haldun'un tarih anlayışı da bu tür gözleme ve deneyime dayanır. Tecrübe, bilgi kadar ahlakı da üretir. Bu yüzden görmezden gelinemez.
3. FELSEFE: SORGULAMANIN ZİHİN HARİTASI
Felsefe, "Niçin varım?", "Adalet nedir?", "İyi yaşam neye benzer?" gibi sorularla hakikatin anlam boyutuna odaklanır. Bilimin "nasıl?" dediği yerde felsefe "niçin?" diye sorar. Ne var ki modern dünyada felsefe ya soyut akademik bir alana sıkıştı ya da ideolojik kutuplaşmalarla araçsallaştı.
İslam düşüncesi, felsefeye karşı bıçak sırtı bir denge gözetti. İbn Sînâ ile Gazâlî arasında bu gerilimi görebiliriz. Ancak özellikle Gazâlî sonrası süreçte felsefi düşünceye yönelik güvensizlik, İslam dünyasında eleştirel düşüncenin zayıflamasına neden oldu. Bu da entelektüel üretimin daralmasına, hakikatin parçalanmasına ve nihayetinde tabiat, toplum ve tarih karşısında edilginleşmemize yol açtı.
"İslam medeniyetinde hat, tezhip, musiki gibi sanat dalları; yalnızca estetik değil, aynı zamanda metafizik anlam taşıyan alanlardı. Sanat, vahyin estetik uzantısıydı. Bugün ise sanat, formunu koruyor ama ruhunu kaybediyor."
4. AKLI SUSTURMAK DEĞİL, SORUMLU KILMAK: VAHYİN TARİHSELLİĞİ VE ELEŞTİRİNİN MEŞRUİYETİ
Vahiy, insanın varlık içindeki yerini ve hayatın anlamını aşkın bir düzlemde cevaplayan ilahi bildiridir. Bilim ve felsefe bu cevabın özünü sorgulayamaz; çünkü yöntemsel olarak buna yetmezler. Ancak vahiyden türeyen dinî hükümler –yani birey, toplum, siyaset, iktisat gibi alanlara dair öneriler– aklın, felsefenin, tecrübenin ve hatta bilimin eleştirisine açıktır. Açık olmak zorundadır. Aksi takdirde dinî bilgi zaman içinde sabitleşir, skolastikleşir ve hayattan kopar.
İşte bu noktada Gazâlî'nin tarihsel müdahalesi kritik hâle gelir. O, felsefenin metafizik taşkınlığını eleştirmiştir. Fakat bu eleştiri zamanla felsefi düşünmenin tümüne yönelik bir tedirginliğe dönüşmüş; sonuçta sistemli düşünme, kavramsal analiz ve tarihsel sorgulama İslam coğrafyasında dışlanmıştır. Bu da Müslüman bireyin doğadan, bilimden ve tarihten kopmasına neden olmuştur.
Hâlbuki Kur'an, aklı iptal etmez; onu sorumlu kılar. İslam epistemolojisi, "aklı dışlayan" değil, onu "ahlakla sorumlu" hâle getiren bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla akıl sormalı, sorgulamalı, yeniden düşünmeli ki dinî bilgi zamanla hakikatten kopmasın. Vahyin aşkınlığı korunmalı; ama hayatla bağı, akıl ve zaman aracılığıyla diri tutulmalıdır.
5. BİLİM: KUDRETLİ AMA KÖR
Bilim gözlem yapar, ölçer, açıklar. Doğal süreçleri anlar, teknolojik ilerlemeler sağlar. Ama anlam üretmez. İyi-kötü, doğru-yanlış gibi değer hükümlerini belirleyemez. Nükleer enerjiyle şehir de kurabilirsiniz, katliam da yapabilirsiniz. Bu farkı yapacak olan bilim değil; ahlak, hukuk ve hikmettir.
Modern dönemde bilim, sadece doğayı değil, insanın iç dünyasını da kontrol etmek ister hâle geldi. Ruh, Tanrı, ahiret gibi metafizik meseleler de bilimsel terminolojiyle açıklanmaya çalışılıyor. Oysa bilim, bu soruların nesnesi değildir. Sınırlarını aşan bilim, hakikat yerine spekülasyon üretir.
6. SEZGİ VE SANAT: GÖNLÜN VE GÖZÜN BİLGİSİ
Bir şiir, bir resim ya da bir ezgi… Bunlar hakikati doğrudan söylemez ama hissettirir. Bu da bir tür bilgidir: estetik bilgi. Modern çağda bu bilgi türü ya magazinleştiriliyor ya da sadece bireysel hazza indirgeniyor. Oysa sanatsal bilgi, insanın varoluşuna dair derin bir sezgi üretir.
İslam medeniyetinde hat, tezhip, musiki gibi sanat dalları; yalnızca estetik değil, aynı zamanda metafizik anlam taşıyan alanlardı. Sanat, vahyin estetik uzantısıydı. Bugün ise sanat, formunu koruyor ama ruhunu kaybediyor.
"Bugün Müslüman dünyada yaşanan birçok kriz, bilgiyle kurulan ilişkiyi yeniden düşünmeden çözülemez. Bilgi kutsanıyor ama sorgulanmıyor. Vahiy seviliyor ama anlamı sabitleniyor. Aklın değeri ya abartılıyor ya bastırılıyor. Bu karmaşada hakikat, görünmez oluyor."
7. HİKMET: BİLGİYİ AHLAKA DÖNÜŞTÜRMEK
Bilgi biriktirilebilir. Ama hikmet, bilginin doğru zamanda, doğru şekilde ve ahlaki amaçla kullanılmasıdır. Kur'an'da hikmet, peygamberlere verilen özel bir nimet olarak tanımlanır. Hz. Lokman'ın hikmeti, sadece söz değil; hayattı. Bugün akademik başarılar artarken, hikmetli davranışlar azalıyor. Çünkü eğitim sistemleri sadece öğretiyor ama yön vermiyor; bilgi veriyor ama anlam üretmiyor.
Hikmet olmadan bilgi güce dönüşür. Oysa hakikat, sadece bilmekle değil; doğru bilip doğru eylemekle var olur.
8. BÜTÜNLÜK İÇİN PARÇALARI TANIMAK
Bilim doğayı, felsefe anlamı, din aşkın hakikati, sanat duyguyu, tecrübe yaşamı, sezgi içgörüyü, hikmet ise hepsini ahlaki bir bütünlükte birleştirir. Hakikat bu çok katmanlı yapıda saklıdır. Birini dışlamak, hepsini zayıflatır. Bilgi türlerinin sınırlarını tanımak; onları işlevsizleştirmek değil, yerli yerine koymaktır.
Modern çağ, bilginin parçalara ayrıldığı bir çağdır. Bu parçalanma, insanın hakikatle bağını koparıyor. Bilgiyi, güç için değil; anlam için kullandığımız gün, yeniden toparlanacağız.
9. SONUÇ: VAHYİN RUHU, AKLIN ELEŞTİRİSİ, HİKMETİN DENGE NOKTASI
Bugün Müslüman dünyada yaşanan birçok kriz, bilgiyle kurulan ilişkiyi yeniden düşünmeden çözülemez. Bilgi kutsanıyor ama sorgulanmıyor. Vahiy seviliyor ama anlamı sabitleniyor. Aklın değeri ya abartılıyor ya bastırılıyor. Bu karmaşada hakikat, görünmez oluyor.
Oysa ihtiyacımız olan şey, vahyin aşkınlığına saygı gösterirken, aklı sorumlu kılmak; dini bilgiyi kutsal ilan ederken, onu tarihle ve tecrübeyle yüzleştirmek; bilimi yüceltmeden, felsefeyi dışlamadan, sanatı araçsallaştırmadan bir bütün kurmak. Çünkü hakikat, yalnızca bilenin değil; düşünenin, hissedenin ve inananın ortak emeğidir.
*Hasan Köse, eğitimci ve araştırmacı yazar.
Kaynak: farklı bakış