Tarih: 07.10.2025 15:06

ABD Büyükelçisi, “Türkiye’yi İngilizlerin kurduğunu” mu söyledi?

Facebook Twitter Linked-in

Sıra dışı ve bazen skandal sayılabilecek sözleriyle dikkat çeken ABD'nin tartışmalı büyükelçisi Tom Barrack, bir televizyon muhabirinin sorusuna cevap verirken şunları söyledi:

"Ortadoğu diye bir şey yok, kabileler ve köyler var. Bölgede ulus devletler Osmanlı imparatorluğu topraklarında 1916 "Sykes Picot" anlaşmasıyla İngilizler ve Fransızlar tarafından oluşturulmuştur. Her şey bireyle, aileyle, köyle başlar. Sonra kabile, topluluk, din. Son olarak da ulus gelir."Ortadoğu'da hiç barış olmadı. Muhtemelen de olmayacak çünkü herkes kendi meşruiyeti için mücadele ediyor."

Sürpriz bir biçimde bu söz, medyada, özellikle bir kesim tarafından Barrack'ın "Türkiye'yi İngilizler kurdu" beyanatında bulunduğu şeklinde yorumlandı.

Barrack, böyle bir açıklamada bulundu mu? Hayır! Açıkça böyle bir şeyi söyleyebilir mi? Mümkün değil. Büyükelçi olarak görev yaptığınız bağımsız bir ülkede, "o ülkenin İngilizler tarafından kurulduğunu ve sınırlarının belirlendiğini" söyleyebilir misiniz? Şüphesiz bu, skandaldan öte bir şey şey olur.

Gerçekte Barrack, "daha önce Osmanlı topraklarında yer alan Ortadoğu ülkelerinin, sömürgeci ülkelerce kurulmasından" söz ediyor. Birinci Dünya savaşı sürecinde 1916 tarihli Sykes Picot anlaşması çerçevesinde Ortadoğu'daki kurgu devletlerin "İngilizler ve Fransızlar tarafından şekillendirildiği ve sınırlarının masa başında cetvelle çizilmiş olduğu," artık kimsenin itiraz edemediği tarihi ve siyasi bir realite...

Büyükelçinin, Türkiye'nin İngilizler tarafından kurulduğuna yönelik doğrudan bir ifade kullanmamış olması; bölgenin jeopolitik bütünlüğü, tarihi sürekliliği ve siyasi haritasında yaşanan değişim kapsamında ele alındığında,Türkiye'nin söylenen sözün referans çerçevesi dışında bırakılmasına imkan vermiyor. Yani, "ulus devletlerin Osmanlı topraklarında kurulduğundan" söz etmesi; ister istemez Anadolunun "Osmanlı'nın coğrafi ve idari bütünlüğünün bir parçası" olması dolayısıyla, zihinlerde "Türkiye'nin de Ortadoğu ülkeleriyle birlikte aynı siyasi ve tarihi cendereden geçtiği" yargısını beraberinde getiriyor.

Dolayısıyla Barrack'ın bu beyanatı, doğrudan veya dolaylı olarak, Türkiye dahil bölgedeki ülkelerin resmi tarih tezlerini sorgulatacak, devlet felsefeleri ve kuruluş doktrinlerinden doğan yerleşik klişeleri alt üst edecek bir değerlendirme niteliğine bürünüyor… Nitekim, adeta pimi çekilmiş bir bomba gibi ortaya atılan bu iddianın, Türk siyaset arenasında hayli yaygın ve hararetli tartışmalara yol açtığını görüyoruz.

Şimdi, bu beyanatın dolaylı olarak ne gibi çağrışımları davet ettiğini, hangi sonuçları doğurabileceğini ve buradan Türkiyenin mevcut siyasi ve jeopolitik konumuna ilişkin ne gibi çıkarımlarda bulunulabileceğini birlikte analiz edelim:

Türkiye, bir Ortadoğu ülkesi mi? Bu oldukça tartışmalı bir konu… Ayrıca cevabı, Türkiye'ye nereden baktığınıza göre değişir. Siz Türkiye'nin "Avrupa ve Asya arasında köprü" konumunda bulunduğunu ve bütünüyle Ortadoğu'nun dışında kaldığını ileri sürseniz bile; pek çok kültürel, siyasi, tarihi ve jeopolitik unsurun ülkemizi Ortadoğu bölgesiyle ortak bir paydada buluşturduğu gerçeğini göz ardı edemezsiniz.

Sonra, Türkiye'nin mevcut sınırlarıyla coğrafi ve siyasi bakımdan büsbütün Ortadoğu'nun dışında kaldığını savunmak neyi değiştirir? Bir an için, Ortadoğu ile hiç bir ilgisinin bulunmadığını kabul edelim. Suriye ve Irak birer Ortadoğu ülkesi mi? Şüphesiz öyle….110 yıl öncesinde bunlar bizim eyaletlerimiz miydi? Evet…Peki Barrack'ın sözünü ettiği ulus devletler, bizim de bir parçası olduğumuz Osmanlı imparatorluğunun tasfiyesi ile ortaya çıkmadı mı? Doğru…Kısacası, sizden koparılarak oluşturulan ulus devletlerin hemen yanı başınızda varlıklarını sürdürüyor olmaları, sonuçta aynı kültürel ve tarihi mirası ve aynı siyasi kaderi paylaştığınız anlamına gelmiyor mu?

Irak ve Suriye'nin sınırlarının 1916'da galip devletlerce çizildiği gerçeğinden bakıldığında, şu sorunun cevabının verilmesi gerekiyor:

Suriye ve Irak'ın birbirleriyle ve Güney komşularıyla olan sınırları, plan kapsamında o tarihte ayrıntılı olarak çizildiği halde, Kuzey komşuları Türkiye ile olan sınırları çizilmeyip belirsiz bir halde mi bırakıldı? İki devlet kurup üç taraftan sınırlarını belirledikten sonra, Kuzey sınırını dikkate almayıp boş bırakmak mümkün mü?

Güneyde İngiliz ve Fransızlara karşı, Ege'de Yunan işgali karşısındaki gibi bir cephe savaşı vermediğimiz, tarihi bir gerçek. Bu durumda, tarih kitaplarının pek üzerinde durmadığı bu konu, Barrack'ın kışkırtıcı değerlendirmesi çerçevesinde doğal olarak pek çok spekülasyon ve sorgulamayı tartışma gündemine getirmekten uzak kalamayacaktır.

İngilizler ve Fransızlar, Suriye ve Irak'ı nasıl kurdu? Nihayetinde, "sınırlarını çizerek" ve "mandater devlet modeli altında kendilerine bağlı hanedanları iş başına getirerek…" Mamafih, etkili bir "dış güç" olarak bir ülke kurmak istiyorsanız, temelde kaçınılmaz olarak bu iki şeyi yapmanız gerekiyor.

İki ülke arasındaki sınır, başka hangi yollarla belirlenebilir? Farklı alternatifler arasında en çok öne çıkan ikisi üzerinde duralım:

1) Sınırlar, bir ülkenin diğerininin topraklarını işgal etmesiyle iki ülke arasında süren çatışmalar, işgalcinin ileriye gitme çabası, işgal edilenin onu geri püskürtmesi ve belli bir hatta durdurmasıyla kendisini gösteren savaş süreçleri sonucu ortaya çıkar. Savaşın sonlanması veya ateşkes ilanıyla ilerleyişin durdurulduğu hat (cephe veya ateşkes hattı), iki taraf arasındaki sınırı oluşturur ve bu resmi bir anlaşma ile tescil edilir.

Peki, bizim Kurtuluş savaşı sürecinde bu kabilden savaşarak koruduğumuz, düşmanı gerisine ittiğimiz ve dolayısıyla kan dökerek ve savaşarak belirlediğimiz sınırlar var mı? Var, Doğu cephesinde verilen savaşların ardından, 1921 Moskova ve Kars anlaşmaları çerçevesinde Sovyetlerle ateşkes ve uzlaşı ürünü olarak belirlenen Doğu sınırı (Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan sınırı). Ayrıca, Ege sınırı… Özellikle Ege sınırı, Batıyı işgal ederek Polatlı'ya kadar gelen, sonra Büyük taarruzla geri püskürtüp kovaladıktan sonra denize dökerek kazandığımız, yani doğrudan bizim çizdiğimiz bir sınır. Bu bağlamda, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'de ve Trakya'da çizilen sınır; Yunan işgaline karşı Sakarya, Dumlupınar zaferlerleri ve Büyük Taarruz ile Türkiyenin galibiyet elde etmesi sonucu belirlenmiş ve Lozan anlaşmasıyla tescil edilmiştir.

2) İki taraf arasında anlaşmazlığın yanı sıra askeri ve stratejik güç dengesizliği bulunduğu durumlarda, genellikle bir tarafın diğerine üstünlüğü sonucu oluşan fiili sınır; diplomatik müzakereler sonucu, esasen mağlup tarafın direnme ve karşı çıkabilme gücü olmaksızın, genellikle BM gibi uluslararası kuruluşların vesayeti ve gözetimi altında yapılan anlaşmalarla kesinleşir ve resmiyet kazanır. Bu bağlamda Türkiye'nin Suriye ve Irak ile olan sınırı; Kahramanmaraş, Şanlıurfa ve Gaziantep'te Fransızlara karşı gösterilen yerel direniş hareketleri dışında, bu iki ülke ile bir cephe hattı ve kapsamlı bir savaş süreci gerçekleşmeden, diplomatik müzakereler ve uluslararası kuruluşların hakemliği altındaki anlaşmalar sonucunda belirlenmiştir.

Bunu o dönemdeki siyasi ve askeri gelişmelerle birlikte inceleyelim:

-Mondros mütarekesi sonrası 1918'de İngilizler Musul'u hızla işgal etti. Türk birlikleri Musul'a inmedi. Lozan'da Türkiye Musul'u geri almak istedi ama İngiltere bırakmadı. 1925'te Milletler Cemiyeti İngiltere lehine karar verdi. 1926 Ankara Antlaşması ile Türkiye bu hattı kabul etti. Sonuçta, İngilterenin, petrol bölgesindeki çıkarlarını koruma stratejisi çerçevesinde, sahadaki jeopolitik gücü ve sözde tarafsız hakem rolünü oynayan Milletler Cemiyetinin kararları üzerindeki hakimiyeti altında Türkiye-Irak sınırı çizilmiş oldu.

-Osmanlı'nın yenilmesiyle Suriye Fransız mandası ve kontrolüne geçti. Arada fiilen şekillenen sınır, 1921'de TBMM ile Fransa arasında yapılan Ankara anlaşmasıyla kabul edildi. Lozan 1923'te, daha önce belirlenen sınırları büyük ölçüde teyit etti. 1926 Ankara Protokolü ile teknik düzeltmeler yapıldı.

Dolayısıyla Türkiye'nin Hatay sınırı hariç, her iki ülke ile olan sınırları her ne kadar diplomatik ilişkiler ve uluslararası kuruluşların hakemlik rolüyle çizilmiş görünse de; Türkiye, hem savaşta yenilmiş hem de galip devletlerin bu ülkelerde fiilen manda yönetimlerini kurmuş olmaları dolayısıyla "edilgen" konumdaydı. Askeri ve jeopolitik konjonktürün aleyhine olması, ayrıca İngiltere ve Fransa'nın galip devletler sıfatıyla Milletler Cemiyeti'nin kararları üzerindeki belirleyici gücü nedeniyle uluslararası yapıya karşı koyma ve mevcut durumu değiştirme şansı bulunmamaktaydı.

Peki bu durumda, "İngiliz ve Fransız mandası olan bu iki ülke ile Türkiye arasındaki sınır, nasıl ve kim tarafından çizildi?"

Tarihi gerçekler ve veriler ışığında baktığımızda, Barrack'ın tartışma doğuran ifadesi, tarih kitaplarımızda yeterince yer almayan ve üstünkörü geçiştirilen Suriye ve Irak sınırlarımızın hangi güç ve iradenin etkisiyle belirlendiği konusuna dair bize son tahlilde dolaylı olarak şunu söylüyor:

Savaşın galip devletleri, Güneyimizde kurdukları iki devletin, bizimle olan Kuzey sınırları dışındaki Güney, Batı ve Doğu sınırlarını masa başında cetvelle çizdiklerinde ve oralarda kendilerine bağlı "manda yönetimleri" oluşturduklarında; bizimle aralarındaki sınırları masa başında çizmemiş olsalar da aslında dolaylı şekilde ve fiilen belirlemiş oldular.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —