Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


ZEMBİLFİROŞ: Sadakat ve kaçış

Musab Aydın'ın yeni yazısı;


 

 “Güle kon ey bülbül, dikene konma” demiş şair. Bülbülün sevgisi de aşkı da güledir, dikene değil. Güle olan aşkı dururken bülbül dikene konmaz elbette. Lakin diken gülün goncasına gizlenirmiş çoğu kez. Güle konan bülbülün ayakları kadar yüreği de kanarmış, feryadı-figanı yüreğinin acısındandır. Bülbülün zaafı güledir, diken ona zaafı ile tuzak kurarmış. İnsanoğlu için de nice tuzaklar var şu garip dünyada. Bir değil ki, tuzaklar çeşit çeşittir. Bazen güç bazen şehvet bazen de makam bir tuzak olup bekliyor insanoğlunu. Farklı renklere farklı şekillere bezeniyor tuzaklar ve pusuda bekliyor her yol ayrımında. Zembilfiroş’un karşısına bu kez bir kadın olarak çıkmıştı tuzak. Ne kadar güzergâhını değiştirse de bütün yolların başında onu beklediğini görüyordu. “İmtihan farklı şekillerde karşına çıkacaktır evlat, bir imtihandan galip çıktın lakin yaşadığın süreçte imtihanlar yakanı bırakmayacak, seninle yaşayacaktır. Marifet her seferinde Allah’a sığınmayı başarabilmektir” demişti derviş. Şiiri mırıldanmaya devam ediyordu Zembilfiroş,  “Dünya baki değil, fanidir bülbül”. Baki olanı, fani olana kurban etmemeli insan diye düşündü.

Zembilfiroş, sabah namazına durduğunda ezan sesi Albat dağlarında yankılanmaya devam ediyordu. Zor zamanlarında kulun tek sığınağı Allah olmuştur. Böyle durumlarda insanoğlu için Allah’a açılan tek kapı namazdır. Teslimiyetin ve huzura kabul için eşiğe adım atmanın yolu el bağlayıp divana durmaktır. Belki de kavuşmanın yegâne zemini sadece niyazda bulunmaktır. Mutlak güç sahibine halini arz etmenin makamı ise ancak kapanılan bir secde ile mümkün olabilir. Bu ahval üzere her rekâtı, rükûu ve secdesi ile namazını eda etti. Namazı bittiğinde gönlü ferahlamış, rahatlamıştı. Dışarı çıkmış ve çadırının önünde oturmuştu. Kuş cıvıltıları eşliğinde tabiatın yeniden dirilişini izlemişti.

Yeniden dirilmek bizim irademizle değil ancak yeniden başlamak her zaman mümkün diye düşündü. “Düştüğü yerde kalmak insanoğluna yakışmaz, her düştüğünde kalkmalı ve yeniden başlamalı” demiş eskiler. Nasıl gece bitmiş, gün yeniden başlamışsa kendisi de yeniden başlamalıydı. Nihayet bir karara varmıştı Zembilfiroş, Fargin’den göç etmeye karar kılmıştı. Yeni bir yolculukla yeni bir diyarda yeniden başlamalıydı hayata. Bu yolculuk için hemen hazırlıklara başlamalı, elindeki sepetleri satmalıydı. Onları taşıma imkânı yoktu, bu sebeple ucuza satıp birkaç günlük de olsa çocuklarının rızkını temin etmeliydi. Çadırı toplamak uzun bir iş değildi, sonrası “yeniden yola düşmekti.” Hâtun’dan ve tuzaklarından kurtulmak için sadece bir gece daha Fargin’de kalacaktı. Sakin bir geceye ihtiyacı vardı, “Bir başka tuzağa düşmeden bir gece daha” diye mırıldandı.

Zembilfiroş elinde ki sepetleri omuzlayıp Fargin sokaklarına daldığında, ikindiye daha vakit vardı. Biraz acele etmiş, her zamanki gibi akşam serinliğini beklememişti. Konağın yamacından geçmek bir yana semtine dahi uğramayacaktı. Şehrin diğer mahallelerinde dolaşmaya başlamış, her kapı da duruyor, insanlara sepet satmaya çalışıyordu. Kimisi kapı aralığından geri çevirirken kimi insanlar ucuz bulduğu sepetlerden alıyordu. Çaldığı üç-beş kapıdan biri boş çevirmiyordu. “Böyle giderse akşama kalmaz sepetler biter” diye mırıldandı. Satılan her bir sepet yeni bir başlangıcın umut ışığıydı. “Umut insan ile yaşam arasında en güçlü bağdır, umutlar çoğaldıkça dünyayı yaşanılabilir bir mekâna dönüştürüyor” demiş hal ehli.

Zembilfiroş şehrin sokaklarında dolaşırken, Hâtun da boş durmamış, yeni bir tuzağın ağlarını örüyordu. Sırdaşı olan hizmetçisi kadınla, tanınmamak için saray kıyafetleri yerine ahalinin kullandığı sıradan elbiseler giymiş ve çadırın yakında bir büyük bir ağacın arkasına gizlenmişlerdi. Zembilfiroş gittikten sonra çadıra girmiş hanımıyla tanışmış ve konuşmaya başlamıştı. Ancak Mir’in hanımı olduğuna inandırması kolay olmamıştı.

Böylemi giyinir Mir’in hanımı diye itiraz etmiş, saraydan çıkıp çadırımıza ne diye gelirmiş ki demiş ve inanmamakta diretmişti. Bir haberciyle istediği kimseyi ayağına getirtme kudretine sahipken Hâtun niçin kalkıp kendi gelsin ki demiş ve inanmamıştı. Hâtun, dolaylı bir şekilde gayesini, arzusunu anlatmanın zor olduğunu görmüş, uzun uzadıya konuşmanın zaman kaybı olduğunu anlamıştı. Zembilfiroş’un hanımı da işkillenmiş daha açık konuşmasını istemesiyle her şeyi bir bir anlatmıştı. Kadına, genç kocasını ilk gördüğü andan itibaren olup biten her şeyi anlatmıştı. Hâtun’un nasıl bir ihtirasın esiri olduğunu ve tutkuya dönüşen bu ihtirasın geçmeyeceğinin farkına varmıştı. Hâtun, bütün mücevherlerini kadının avuçlarına bırakmış, bunlar senin olacak istediklerimi yaparsan demişti. “Çocuklarının haline bak, üstlerinde elbise, ellerin de bir lokma ekmek yok” dedi. Hayatlarının daha kötüye gidebileceğini tehditkâr bir dil ile anlatmıştı.

Yokluğa ve yoksulluğa daha fazla dayanamayan kadın, “bu hayat benim tercihim değildi ama çilesini çocuklarımla ben çekiyorum” diye düşündü. Zembilfiroş’un bir gün Çölemerik (Hakkâri) sarayına dönebileceğine dair umutları da tükenmişti “en iyisi teklifi kabul etmek” diye mırıldandı. İlk gece Fargin’e yakın bir köyde konaklamasını ve sonrasında Çölemerik’e gidecek kervan ile tekrar yola çıkması konusun da anlaştılar. Hâtun, kadının eski kıyafetlerini almış kendi elbiselerini de ona vermişti. Zembilfiroş’un karısı çocuklarını alıp Fargin’i terk ettiğinde ikindi ezanı okunuyordu.

Kadının elbiselerini giyen Hâtun çadırda, hizmetlisi ise çadırın biraz ilerisinde bir kayanın ardında gizlenerek beklemeye başlamışlardı. Tıpkı pusuya yatıp avını bekleyen bir avcı gibi.

devam edecek…

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR