Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Z Kuşağı Eğitim ve Ulus Devlet Üzerine

Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Seçimler yaklaştıkça, özellikle genç seçmen davranışları üzerinde analizler yoğunlaşıyor. Analizlerin bir kısmı, Z kuşağının apolitik bir özelliğe sahip olduğunu, bu yüzden ailelerinin paralelinde seçmen davranışı göstereceğini savunurken, diğer kısmı ise bu kuşağın son derece bilinçli olduğunu, iyi yetiştiğini ve muhalif potansiyelinin öne çıktığını savunuyor. Bu tartışmalar Z kuşağı üzerine farklı analizlerin yapılmasına yol açıyor. İslamcılar, milliyetçiler ve muhafazakârlar genellikle iktidarın yanlış eğitim politikaları yüzünden Z kuşağının önemli ölçüde değerlerinden koptuğunu, hedonist, sorumsuz bir hayat felsefesi geliştirdiğini bunun da deizme olan eğilimi artırdığını söylüyorlar. Muhalefet sözcüleri, ulusalcı milliyetçiler, Kemalistler ve sosyal demokratlar ise Z kuşağının son derece bilinçli, otoriterliğe isyan eden, sorgulayan bir gençlik olduğunu ve iktidarın bu gençlik kesiminde desteğinin önemli ölçüde düştüğünü, iktidarı bu kesimin tercihlerinin götüreceğini iddia ediyorlar. Ancak bu noktada derin bir çelişki var. Çünkü bu gençlik yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarda olan Parti’nin eğitim politikaları sonucunda oluşmuştur. Eğer muhalefet sözcülerinin dediği doğru ise iktidarın uyguladığı politikalar yanlış. Peki, bu yanlış politikalardan nasıl iktidarı götürecek derecede yüksek düzeyli bir politik düşüncesi olan bir gençlik oluşabiliyor? Ya da bu gençlik ulus devletin en önemli ideolojik aygıtı olan eğitim politikalarının dışında kalabiliyor. Öyle görülüyor ki, sorunu popüler siyasetin dışında, farklı bir sosyolojik okuma gerekiyor.

Tüm yaklaşımların ötesinde, Türkiye’nin köklü bir eğitim sorununun olduğuna da işaret ediyor bu tartışmalar. Eğitim üzerinde yaşanan tartışmalar, modern dönemde sürdürülen eğitim politikalarını dikkatle incelemeye yöneltiyor, konu ile ilgilenenleri. Sorunun temelinde ulus devletin eğitim politikaları mantığı yatmaktadır. Ulus devletin eğitim politikaları, yeni kurulan devlete ideal vatandaş yetiştirmek üzerine kuruludur. Bunun temel amacı çocukları, genellikle geleneksel din anlayışının egemen olduğu ailelerinden kopararak yeniden inşa etmektir. Köy Enstitüleri ve Yatılı Bölge Okullarında genellikle belli merkezlerde ve öğrencilerin büyük kısmı da ailelerinden uzakta eğitim alırlar. Daha geniş anlamda eğitim devletin bu konuda ürettiği ideolojik aygıtların başında okullar gelir. “Pierre Clastres, ilkesel topluluklarda yasanın kabul ayinleri ile belleğe kazınmasının yerini modern toplumlarda zorunlu ve parasız eğitimin aldığını belirtir. Gerçekten de ulus- devletin, insanın bu zayıflığından faydalanarak, hatırlanmasını istediklerinden ibaret olan resmi tarihini küçük yaştan itibaren eğitim yoluyla yurttaşlarına aktardığı söylenebilir.”(1) Böylece çocuklar olabildiğince ailelerinin verdiği değerlerin etkisinin silineceği ve yeni bir bilinç kazanacakları bir süreçten geçerler.

Öyle görülüyor ki, eğitim konusundaki tartışmalar her dönemin en önemli konuları arasında yer almıştır. Büyük ölçüde eğitim politikalarından istenilen sonuçların alınamadığından şikâyet edilir. Peyami Safa’nın analizi, bize bu durumun sadece günümüze ait bir tartışma konusu olmadığını gösteriyor: “Bugünkü okulların birer ‘zekâ mezbahası’ oldukları anlaşılmıştır. Müfredat programlarının “ezici yükü” altında bunalan şimdiki mekteplerde her çocuğun ayrı “ihtiyaç” ve “istidadı” hesaba katılmaz. Talebe, derse çalışmaktan ve imtihana hazırlanmaktan “şahsi araştırmalara” da vakit ve enerji bulamıyor. Halis kültürü de, meslek bilgisini de bu şahsi araştırmalar verir” (2)

Modern ulus devlette okullar, aydınlanmacı, laik ve seküler bireyler yetiştirmek amacındadır. Kuşkusuz bu projenin başarısı bireylerin din ile olan ilişkilerinin zayıflamasına / zayıflatılmasına bağlıdır. Cumhuriyet modernleşmesinin amacı bu projenin başarılı olmasıdır.

Ancak Türkiye’de ilginç bir gelişme yaşandı. 1970’lerden itibaren politik öncülüğünü Erbakan ve Milli görüş hareketinin yaptığı milli ve manevi değerlere dayalı gençlik yetiştirme düşüncesi öne çıktı. Çünkü devletin ideolojik aygıtı olan okullar klasik medreselere göre son derece yaygın ve etkilidir. Bu durumda yapılacak olan resmi eğitim içinde dini değerleri de temsil eden bir alan açmaktı.

Bunun nedeni aynı zamanda bu eğitimin kişilere ekonomik gelir ve bürokraside yer edinmeyi de sağlamalarıdır.

Din eğitimi veren medreselerin ise sistem içinde devletin imkanlarından yaralanma imkânı yoktur. Buradaki temel motivasyon, Mehmet Akif’in Batı’nın ilmini ve İslam’ın değerlerini birleştiren “Asım’ın nesli” metaforudur. Bu yüzden İmam Hatiplerin fikir önderi Mehmet Akif’tir.

Ekonomik bakımdan İmam hatipler, kısmen orta kesim, çoğunlukla alt kesimin hayata avantajlı başlamayan çocuklarından oluşur. Onlar 20. yüzyılın sahabeleridir; yeni bir medeniyetin öncü kadrolarıdır.

Öte yandan, Tek Parti Döneminde fakir halk yine de kendi kıt ekonomik olanaklarıyla bu sürece direnmeye çalıştı. Karadeniz bölgesinde özellikle Of- Çaykara eksenindeki 143 medrese bu çabanın ürünüdür. Ancak modern dönemde gerek ekonomik zorluklar gerekse meslek ediniminin olmaması muhafazakâr dindarları zorunlu olarak okullara yöneltti. Bu da muhafazakâr dindarları devletin resmi eğitim sistemi içinde dini eğitime bir alan açma fikrine götürdü.

Görünürdeki gerekçe dini eğitim verecek imamları yetiştirmekti. Ancak muhafazakâr dindarların hayali çok daha genişti. Onlar İmam Hatipleri asla dini eğitim veren bir meslek okulu olarak görmediler. Asıl amaç devletin ideoloji aygıtları olan okullarda dibi eğitime bir alan açmaktı. Bu okul İslami değerleri alan, tarihiyle barışık bir gençlik yetiştirecek ve bu gençler hayatın her alanında etkin rol oynayarak Türkiye’nin kaderini değiştireceklerdir. Buradan yetişen gençler büyük ölçüde cumhuriyet modernleşmesinin amaçlarına tam aykırı bir düşünce dünyasına sahip oldular. Böylece devlet modernleşme amaçlarına uymayan bireyleri kendi eliyle yetiştirmek gibi bir çelişkinin içinde oldu. Şu an iktidar büyük ölçüde bu kuşağın iktidardır.

Kuşkusuz özellikle ilk dönemlerde Türkiye’nin bürokratik yönetim sistemini önemli ölçüde değiştirdiler. Askerin sistem üzerindeki ağırlığını bitirdiler. Ancak zamanla kendileri de değişip dönüşmeye başladılar. Bir zamanlar değiştirmek istedikleri sistemi savunan sözcüler durumuna düştüler.

İktidarın 28 Şubat sürecinde oldukça hırpalanan İmam Hatipleri yeniden diriltme çabaları istenilen sonucu vermedi. İmam Hatiplerde okuyan gençliğin kalitesi iyice düştü. Çünkü ne eski idealist öğretmenler vardı, ne de gençliği dert edinen idareciler. 1980’li yıllarda kendilerine devlet memurluğumdan çok daha öte bir misyon biçen idealist öğretmenlerin yerini, ders saatini doldurup, okul dışında öğrencilerle ilişkisini kesen sorumsuz öğretmenler aldı.

Şimdi üzerinde düşünmemiz gereken asıl sorular şunlar: İmam Hatip kuşağının iktidarı nasıl bir sonuç üretti? Değişen dünyada nasıl bir eğitim modeli gerekir? İktidarın uyguladığı eğitim modeli başarılı mı? Ve final sorusu: İktidar politikalarını laik elitlerin belirlediği dönemlerde İmam Hatiplerde yetişen gençlerin, eğitim politikalarını muhafazakâr dindarların yönettiği dönemlerde yetişen gençlerden daha kaliteli olması nasıl açıklanabilir?

 

* Yağmur Dönmez, Türklük: Hüzünlü Bir Bağ, Ulus Devlet, Milliyetçilik, Etnik Kimlik: Bir Çaykara Etnografisi, İletişim Yayınları, s: 23

* Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken Yayınları, s. 44-45.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR