Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mustafa DOĞU


Yeniden İman Etmek!

Ey iman edenler, Allah´a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim, Allah´ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü tanımaz/inkâr ederse, muhakkak derin bir sapıklığa düşmüştür.? (Nisa,


Ey iman edenler, Allah´a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim, Allah´ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü tanımaz/inkâr ederse, muhakkak derin bir sapıklığa düşmüştür.? (Nisa, 136)

Tüm tevhidi-vahyi-İlahi dinlerin ortak adı olan İslam, insanoğluna bir düşünce ve yaşam tarzı modeli ortaya koyarak, bununla bireysel ve toplumsal yaşamın niceliğini, niteliğini, nasıllığını belirlemektedir. Dolayısıyla insanoğlu, varoluş nedenini, nasıl bir akıbete sürüklendiğini ve ne tür bir yaşam sürmesi gerektiğini, nelerden sakınıp nelere ittiba etmesi gerekliliğini yaratıcı-yoktan var edici Rabbinin engin rahmetinin bir gereği olarak gönderdiği elçiler ve elçilere indirilen vahiyler yoluyla öğrenmektedir. Bu öğrenimin salt teoriden ibaret olmayıp pratize edilerek yaşam kazanmış modelinin varlığını, gönderilen elçiler öncülüğünde-rol modelliğinde ki birlikte hayatı paylaştığı eşleri, çocukları, akrabaları, dostları ve arkadaşları kanalıyla tevarüs-aktarım yöntemi ile çağlar boyu sürdürülebilirliğini bilmektedir. İşte bu öğretilerin tarih boyunca yeryüzünde başarılı kılınabilmesi ve vaadedilen, özlenen adalet toplumunun gerçekleşebilmesi için, iman iddiasında bulunan müminlerin şu hasletlerle mündemiç kılınması gerekmektedir. Vadinden asla dönmeyeceğine bütün yüreğimizle iman ettiğimiz Allah, kullarındaki razı olacağı dönüşümü, adaletin-erdemin-faziletin egemen olacağı toplumsal dönüşümle ödüllendirecek ve nimetini tamamlayarak bir sünnetini gerçekleştirecektir.

İman ile oluşan tevhidi teslimiyet

Bir insanın, ?Ben Müslümanlardanım-Müminlerdenim? diyebilmesinin değiş/tirile/mez ön koşulu; tereddütsüz tüm İlahlık ve Rablık iddiasında bulunan-bulundurulanların reddi, Allah´ın İlahlıkta ve Rablıkta bir ve tek olduğunu diliyle ikrar edip, kalbiyle-ruhuyla-yüreğiyle tasdik ederken bedensel tezahürleriyle taçlandırmasıdır. Bu ikrar ve tasdik, yepyeni bir dünyaya atılacak emin bir adımı, kurulacak yaşamın güçlü bir temeli, diğer varlıklarla oluşacak ilişkilerin sarsılmaz, bozulmaz bir başlangıcını temin edecek, güvence altına alacaktır. Adam gibi Âdem olmanın doyumsuz hazzı, mutluluğu yaşanacaktır.

Tarih boyunca kavim-topluluk-milletlerdeki yozlaşmaların başlangıcını oluşturan saik, tevhidi imanda oluşan dejenerasyondur. Pergelin sabit ayağındaki kayma ondan sonraki tüm oluşumları-etkileşimleri bozarak, anlamsız bir takım şekillere dönüştürecektir. Allah ile oluşması gereken hukuk düzgün kurgulanıp gerçekleştirilemediğinde doğal olarak diğer varlıklarla oluşacak hukuku arızalı kılacaktır. Mekke müşrikleri de Allah´a iman ediyorlardı. Onların Allah´ın varlığı ile ilgili hiçbir sorunları yoktu. Üstelik Allah´ı çok kutsadıklarından, kendilerini de aciz gördüklerinden dolayı bir sürü aracılar edinmişlerdi. Yahudiler, Hıristiyanlar da Allah´a iman iddiasında bulunan topluluklardı. Onlarda insanımsı tüm hasletleri yakıştırarak oğullar-kızlar isnat ediyorlar, acizlik ifade edecek yorulma, aldatma, yenilme gibi vasıflarla sıradanlaştırıyorlardı. Kısacası kendilerinde olan tüm çirkeflikleri, kirlilikleri, ahlaksızlıkları, arsızlıkları Allah ile ilişkilendirerek meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Düalist ve politeist bir inanca sahip olanların ortaya koyduğu tavır ise iyiliği ve kötülüğü farklı tanrılara izafe ederek kendi zihin ve yaşam dünyalarının izdüşümünün gerçekleşmesini sağlıyorlardı. Kısacası Allah, elçilerin tamamının ortak söyleminde ki bir varlık olmaktan çıkarılarak ya aşkınlaştırılıyor, ya da sıradanlaştırılarak anlamsızlaştırılıyordu.

Allah kendisini tüm esma ve sıfatlarıyla, efradını cami ağyarını mani bırakmayacak şekilde Kerim Kitapta kullarına tanımlamakta-anlatmaktadır. Allah; tüm kâinatın bir ve tek yaratıcısı, yöneticisi, hükümranı, kadiri mutlakı ve yaratmaya devam edeni, rızıkları tahsis edeni, her şeye gücü yetip hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi her şeyin kendisine muhtaç olduğu, başlangıcı olmadığı gibi sonu da olmayanıdır. O İlahtır, Rabdir, Maliktir, Azizdir, Azimdir, yücedir, en büyüktür, baba olmadığı gibi doğmayandır.  Rahmet ve gazap sahibidir. Bağışlayan ve cezalandırandır. Kulluk, itaat, hamd-şükür O´nadır. İbadet O´nun rızasına erişmek için yapıldığında salihtir, sahihtir. O her şeyi bilen, işiten, gören, haberdar olandır. O kuluna şah damarından bile daha yakın olduğundan dolayı hiçbir aracıya gerek duyulmaksızın ulaşılabilendir. O mümin-muvahhit-salih-muttaki-muhsin-sabreden, kullarına yardım edendir. O adildir, yaşatan, öldüren ve yeniden diriltecek olandır. Eşi, benzeri, misli dahi olmayandır. Kâinatı bir nizam ve intizam içerisinde yönettiği gibi, kullarının kendi aralarında nasıl bir hukuk oluşturmaları gerekliliğini ana kodları ve ilkeleri ile tayin ve tespit edendir.

İşte müminler, Allah´ı kendisini tanımlayıp tanıttığı şekliyle, kendisinin bir kul O´nun ise kendisinin de dâhil olduğu tüm kâinatı, mevcudatı, görünen ve görünmeyen her şeyi yaratan, idare eden, hükmeden, İlah ve Rabb olduğunu tüm benliğiyle-ruhuyla-kalbiyle kabullenmek zorundadırlar. Bu kabul ile oluşacak yaşam yepyeni bir anlam mefkûresinde düşünce olacak, eylem olacak, hayat olacak, salihata dönüşecektir.

Ahirete, yeniden dirilişe iman ile oluşacak ğaybi teslimiyet

Müminleri diğer tüm inanç sahiplerinden ayıran en önemli iddialardan biridir sonraki hayata, yeniden dirilişe, hesaba, mizana, sırata, cennete ve cehenneme iman etmek. Turnusoldür kişinin karakterine, davranışlarına, amellerine, ibadetlerine, hukuka karşı şekil ve yön verecek. Kurulacak terazinin kişinin birincil hayatta yapıp edegeldiklerinin, düşüncelerinin, tasavvurlarının kuyumcu hassasiyeti ile tartılacağı ana inanmaktır. Büyük-küçük hiçbir şeyin unutulmayıp en hassas kayıt ediciler tarafından kayıt altına alınagelenlerin kişinin zihniyle, kalbiyle, bedeniyle, çevresiyle şahit kılınmışlıklarının eşliğinde eline tutuşturulduğunda ki anın yüzüne yansımasıdır, kararanlardan mı, aydınlananlardan mı olduğu. Hiç kimsenin, hiçbir şeyin kendisine fayda sağlamayacağı, ancak ve ancak birincil yaşamında kendi elleriyle, iradesiyle, aklıyla, kalbiyle, yüreğiyle tercih ettikleriyle baş başa kalacağı andır. Çok uzak olmayıp, çok yakin kılınmışlığın bilinciyle birincil yaşamını anlamlandıran bir itikattır Ahirete inanmak. Şuhut âleminden ğayb âlemine bir zorunlu göçüştür; şimdiye kadar kimsenin kaçamadığı, bundan sonrada kimsenin de kaçamayacağı... Allah Azze ve Celle her daim hatırlatır insanoğluna bu hakikatin kendileri içinde kaçınılmaz olduğunu kişinin en sevdiklerini, yakınlarını, dost ve akrabalarını birer birer alarak... Yeniden dirilişin kendisi için ilk yaratmadan çok daha kolay olacağını bildirir ölüm sonrası dirilişe inanmayan veya inanıyor gibi görünüp de idrak edemeyen zihinlere, kalplere, ölmüş toprağa, ağaca, tabiata verdiği hayatı müşahhas örnekler kılarak... Allah, Kerim Kitapta yaşamış, mit olmayan gerçek bir takım karakterleri anlatır akıbetlerinin nasıl olduğunu idrak etmek, düşünmek, tefekkür edip tefekkuhta bulunmak için. İlahlık-Rablık iddiasında bulunan azgın-zorba-zalim idarecileri Firavun tiplemesiyle; bahîl, muhteris, şımarık, kibirli zenginleri Karun tiplemesiyle; hak ve hakikat karşısında sessiz kalan veya iktidara yaranmak için yalan-yanlış tevillerde bulunan din adamları, devlet adamları, aydınları Haman tiplemesiyle? Nice uluslardan bahsetmekte, adeta ölümün kendilerine hiç dokunmayacağı düşüncesiyle gelişmişlikte-kalkınmışlıkta zirve yapmalarına rağmen, tuğyanda, ahlaksızlıkta, hadsizlikte sınırı aşmalarının neticesinde nasıl yek ile yeksan olduklarını ibreti nazar ile müşahede etmek için...

Salat (Namaz) ile ibadetlere ruh-can-anlam katmak

 İbadetler toplumsal hayatın dinamikleridir lâyıkı veçhesiyle yerine getirildiğinde. Her ihya edilecek bir iyilik bir kötülüğün önüne güçlü bir set olacaktır. İhya edilecek Allah´ın her emri, nehyettiklerinin bireysel ve toplumsal yaşamda hayat bulmasının önüne geçecektir. Onun içindir ki, imandan sonraki en güçlü ibadet olan namaz; günde beş vakit fırsat buldukça, araya sıkıştırılan, ne okuduğunu-söylediğini bilmeden terennüm edilegelen bir takım kelimelerden ibaret bir ritüel değildir. Namazın en temelde oluşturacağı etki, kişinin bedenini, ruhunu, kalbini, zihnini, vicdanını arındırıp temizlemesidir. Namaz ikame edilen bir ibadettir, bir duruştur, bir eylemdir.
Namaz ki; kişinin güzel ahlak sahibi, adaletten, hak-hukuktan, erdemden asla ödün vermeyen, adam gibi adam olmasını sağlayan, insanlığın varlığı ile kaim olmuş bir ibadettir. Bedenle ihya edilen bu ibadet, öncesi hazırlıkları ve sonrası yansımalarıyla duygulara-düşüncelere-yaşamlara hayat veren bir etkiye sahiptir.
Namazı ikame eden, en başta Rabbine tüm benliğiyle iman edip, namazının, ibadetlerinin, yaşamının ve ölümünün âlemlerin Rabbi için olduğu bilincini diri tutandır.
Namazı ikame eden, başta hukukullah olmak üzere tüm insanlara ve kâinata karşı oluşacak hak-hukuka riayet edip saygı gösterendir.
Namazı ikame eden, kulluğun, itaatin, boyun eğmenin, teslimiyetin, tazimin, yardım dilemenin, hamdin, şükrün, secdenin âlemlerin Rabbi Allah´a has kılandır.
Namazı ikame eden, ruhen ve bedenen temiz-tâhir olandır. Elbisesini temiz tutandır.
Namazı ikame eden, Allah´ın kendisine iman edilmesi neticesiyle izzet ve şeref sahibi kıldığı onurlu müminler olduğu bilincini yaşamının her lahzasında diri ve canlı tutandır. Zillete ve onursuzluğa boyun eğmeyip, söz konusu Allah´ın hadleri ve hukuku olduğunda maslahatçılıktan, uzlaşmacılıktan kaçınan yiğitlerdir.
Namazı ikame eden, ailesine de bu güzel ibadeti emredip teşvik eden ve kendisinin ve neslinin namazı ikame edenlerden olması için Rabbine sürekli dua edendir.
Namazı ikame eden, vaktine, erkânına, rükû ve secdelerine riayet edip derin bir saygı ve huşu duyandır.
Namazı ikame eden, gerçek dostun Allah, Resulü ve müminler olduğu bilincini zihninde-ruhunda canlı ve diri tutup, özellikle Allah düşmanları başta olmak üzere başkalarını dost edinmeyenlerdir.
Namazı ikame eden, müminleri kendine kardeş kılıp, iyiliği uygulayıp emreden, kötülükten kaçınıp nehyeden ve yaptığı şeyleri söyleyen özü-sözü-eylemi bir olan kişidir.
Namazı ikame eden, muhsin, muhlis, muttaki, sabreden, zikreden, hamdeden, şükredendir. Allah´ın adı anıldığında kalpleri ürperendir. Maldan, candan, evlattan, eksiltmeyle imtihan olunduğunda teslimiyetlerin en güzelini sergileyendir. Kendisine bakıldığında Allah´ı hatırlatandır.
Namazı ikame eden, her türlü hayâsızlıktan, ahlaksızlıktan, kötülüklerden, fahşadan uzak durandır.
Namazı ikame eden, her ne durumda olursa olsun asla terk edemeyeceği bir ibadet olduğu bilinciyle hareket eden ve bu hassasiyeti Rabbiyle baş başa kaldığı bir an telakkisiyle diri tutandır. Münafıkların yaptığı gibi namaza çağrıldıklarında üşene üşene, tembel tembel kalkanlar gibi olmayanlardır.
Namazı ikame eden yalan söylemeyen, doğruluktan-dürüstlükten ödün vermeyendir.
Namazı ikame eden zinaya yaklaşmaktan kaçınandır.
Namazı ikame eden, tesettürüne-örtüsüne azami derecede her daim riayet edendir.
Namazı ikame eden, kazancının temiz olması için yüreği çarpan, şüpheli şeylerden dahi sakınan, kimseyi aldatmayan, ölçü ve tartıda hile yapmayandır.
Namazı ikame eden, ahdine-sözüne-vadine sadık kalıp, ihanet etmeyendir.
Namazı ikame eden, başkasına kötü söz söylemekten, kıskançlıktan, hasetten, çekememezlikten, gıybet ve dedikodudan, iftiradan kaçınandır.
Namazı ikame eden, kibirden-tuğyandan şiddetle kaçınıp, hangi makam ve mevkide olursa olsun itibar arayışını gösterişte, israfta, şaşaada, debdebede, lükste değil, ihlasta, takvada, tevazuda arayandır.
Namazı ikame eden, şahit olduğu hiçbir ahlaksızlığa küçük hesapların peşine takılarak asla pirim vermeyip, onların toplumu ifsat edecek yaklaşımlar olduğu bilinciyle engel olmaya çalışandır.
Namazı ikame eden, göz nuru çocuklarının geleceğinin iyi bir makam-mevki-kariyer elde etmeleriyle değil, ihlaslı muttaki müminler olunmasıyla sağlanacağının hareket edenlerdir. Yakıtı insanlar ve taşlar olan elim bir azaptan kendini-eşini ve çocuklarını sakındırabilmenin bu yaklaşım sayesinde mümkün olabileceği bilincinde olandır.
Namazı ikame eden, yetimin, yoksulun, yolda kalmışın hukukunu koruyan, halleriyle hemhal olandır.
Namazı ikame eden, elde ettiği kazanımların kendi becerisi ve kendinden menkul kerametleri neticesinde değil de, Allah´ın bir lütfu ikramı olduğu bilincini ruhunun ta derinliklerinden itibaren diri tutandır.
Namazı ikame eden, ne pahasına olursa olsun, adaletten, hukuktan, asla ödün vermeyendir.
Namazını ikame eden ebeveynine karşı ?öf? bile demeyen, onlara en güzel şekliyle muamelede bulunandır.
Namazı ikame eden, görev ve sorumlulukta liyakati ve meşvereti önceleyen, hakkı olmadığı halde kendi ehlinden biri dahi olsa iltimas etmeyen, edilmesine müsaade etmeyendir.
Namazı ikame eden, faizden, ribadan, rüşvetten, haksız kazançtan, şaibe ve şüphe oluşturacak ilişkilerden-yaklaşımlardan İblisten kaçar gibi kaçınandır.
Namazı ikame eden, temelleri takva üzere kurulmuş mescitleri her daim arayan ve orada kardeşleriyle cem olan kişidir.

İnfak ile mülkiyeti tanımlamak

 Namazın yanına sıklıkla eklenen bir ibadet vardır ki, onun asli görevi de malı arındırıp-temizlemesidir. En genel anlamıyla infak olarak zikredilen bu ibadet, kişinin mülke bakışını, paylaşımcılığı, diğerkâmlığı, isarı, kardeşliği, dostluğu tesis edip, pekiştiren bir ibadettir. İnfak, İslam toplumunun sosyal paylaşımcı ruhunu hayata aksettiren bir eylemdir. Bir tatlı dil ve güler yüzle başlayıp, Rabbinin kendisine lütuf ve ikramlarda bulunduğu kazanımları, O´nun yolunda, O´nun rızasına uygun bir şekilde paylaşmaya, harcamaya yönelik cehd ve gayretlerdir kişinin mülkiyete karşı duruşunu-bakışını anlamlandıracak. Öncelikle kazancın temiz-helal-şüphelerden ari olması gerekmektedir ki sahih bir infak gerçekleşebilsin. Haksız elde edilen, faize-ribaya bulaşmış, ölçü ve tartıda hile yapmak suretiyle kirletilmiş kazançlar oluşumu itibariyle temiz olmadığından dağıtımı da rızası umulan ve kazanılan olamayacaktır. Bu kişinin sadece kendi nefsini aldatmaktan öte geçmeyecek aldatıcı bir haz ve duygu okşamaları olacaktır. Gizli-açık, gece-gündüz sağ elin verdiğini sol eline hissettirmeksizin yapılanıdır makbul olanı. İnfakın gerçek anlamda cari olduğu toplumlarda fakirlik olmaz. Sosyal adaletçi bir iddianın en güzel ispatıdır. Fakiri, yetimi, yolda kalmışı, yoksulu, miskini, borçluyu, ihtiyaç sahibini dünyevi hiçbir karşılık beklemeksizin koruyup-kollamanın adıdır infak. Sınıfsal toplum oluşturma gayretlerine başkaldırıdır infak.

Hiçbir alış-verişin, dostluğun olmadığı günün acısını-korkusunu-dehşetini yüreğinde hissederek kendisine rızık olarak lütfedilenleri yığmayan, biriktirmeyen, dünyevileşmekten, sekülerleşmekten, tüketim çarkının bir kölesi olmaktan kaçınıp ihtiyaç sahipleri ile paylaşandır. Allah yolunda harcamanın vereceği mutluluk ?yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan? bir tohumun toprağa düşmesi gibi kalplerde, ruhlarda, zihinlerde berekete dönüşmesi, huzur ve sükûn bulmasıdır. Gerçek anlamda sıkıntıda olan bir kardeşinin sıkıntısını gidermek için iyi niyetle-halisane-hasbi bir yaklaşımla verilen borcun, infakın Rabbe verilen bir borç olduğu bilincini zihninde-ruhunda-benliğinde diri tutanlar gerçek anlamda kazananlardır.

Yaşamakta olduğumuz çağ modernizmin, konformizmin, sekülerizmin, feminizmin tüm unsurları ile bütün insanlığı sarıp sarmaladığı asrımızın hüsrana uğrayanlarından-kaybedenlerinden olmamak için müminler yeniden sorgulamalı imanı, ahireti, salatı, infakı... Gerçekten İlah ve Rab olarak Allah´ı kabullenenlerden miyiz diye. Tüm kulluğun O´na has kılınıp kılınmadığını, tüm yardım beklentilerinin, isteklerin, taleplerin O´na yöneltilip yöneltilmediğini. Hicretin, yönelişin, istikametin, sevginin, dostluğun, sığınmanın, sakınmanın adresi Allah mı, yoksa O´na isyan eden, eş koşulan İblis ve dostları mı? Sadece göklerin değil yeryüzünün de Rabbi ve İlahı olduğunu. Var eden, rızıklandıran, koruyup-kollayan, şah damarlarımızdan bile yakın olan, her daim gece-gündüz-gizli-açık hiçbir şeyin kendisinden saklanmasının mümkün olmadığı, yaşatan, öldüren ve yeniden diriltilecek olan olduğunu. Rahmet ve gazap sahibi olduğunu. Emrettiklerine ittiba, yasakladıklarından ictinâb edenlerden olunup olunmadığını.

Ahirete iman birçok ayeti kerimede Allah´a imandan hemen sonra gelmektedir. Ambiyansların, ışıkların, seslerin, hızların, hazların zirve yaptığı, yaşamın eğlenmekten, günü gün etmekten ibaret telakki edildiği, ölümün ibret olmaktan çıkarılarak basit sıradan bir vakıa haline getirildiği dünyamızda ahiret inancı neyi belirliyor, nelerden sakındırıyor, nelere yönlendiriyor diye düşünmek durumundayız. Dünya insanoğlu için bir oyun ve eğlenceden ibaret olup, asıl hayatın ahiret hayatı olduğu bilinci tüm müminlerin zihinlerine silinmemecesine kazınılan bir inanç olmak zorundadır ki hangi dünyaya ne kadar değer atfedebileceğini bilebilsin. Allah kullarına hangi dünyada nasıl bir yaşam istiyorlarsa ona göre vereceğini, kaybedenin dünyayı ahirete tercih edenlerin, kazananlarında dünyada iken ahirete yatırım yapanların olacağını son derece sarih bir şekilde bildirmektedir. Tüm müminler ahiretin kendileri için nasıl bir çağrışım yaptığını nefislerinde muhasebe etmek zorundadırlar. Gerçekleşmesi çok uzaklarda olan bir geleceği mi, yoksa an meselesi kadar yakin kılınmış bir hakikati mi ifade ettiğini samimi bir şekilde cevaplamak durumundadırlar. Mezarlık, kabir, salaca, tabut, kefen, defin gibi kavramlar/olgular müminlerin akıp gitmekte olan hayatına ne gibi bir anlam yüklemeleri yaptığını iyi düşünmek durumundadırlar.

Namaz gerçekten ikame edilen bir ibadet olgusuyla mı, yoksa adet haline gelmiş içeriği-ruhu boşaltılmış belirli vakitlerde belirli şekillerle yerine getirilen bir davranış telakkisiyle mi gerçekleştirilmektedir? Haramdan, fahşadan, münkerattan, yalandan, vefasızlıktan, ihanetten, başkalarına kul olmaktan, faiz-ribadan, rüşvetten, iltimastan, ölçü ve tartıda hile yapmaktan, aldatmaktan-aldatılmaktan, içkiden, kumardan, zinaya yaklaşmaktan alıkoyan bir ibadet mi? Salihatın, takvanın, sabrın, erdemin, ahlakın, adaletin, hak ve hukukun, güzelliğin, hayrın, iyiliğin, faziletin kişi üzerinde tezahürünü gerçekleştiren bir amel midir?

Her şeyin kâr merkezli kılındığı, sürekli büyümenin teşvik edildiği, her türlü tüketimin bir ihtiyaç haline getirildiği liberal/kapitalist bir ekonomik model karşısında müminler önce kazançlarının temizliğini korumak ve bunları ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak durumundadır ki, asıl iyiliğe, takvaya ulaşabilsinler. İnfak, ihtiyaçtan arta kalanı vermektir. Peki, nedir ihtiyacı belirleyen saikler? Uygulanmakta olan ekonomik model insanlara öyle bir ihtiyaç listesi sunuyor ki, normal şartlarla elde edilmesi adeta imkânsız. En lüksünden arabalar, evler, kıyafetler, eşyalar, iş yerleri, yiyecek ve içecekler... Doyumsuzluk, tatminsizlik sürekli yeni şeylere sahip olmayı da beraberinde getiren olgular olduğu için, mutluluğun tanımı ve tarifi de bu perspektifte değişebilmektedir. İnsanlar her şeye rağmen mutlu olamamakta, egoist, bencil, narsist, hedonist karakterler toplumun her yerinde var olmaktadırlar.

İbadetler ruhundan özünden koparılıp etkisizleştirildiğinden bugünün dünyasında müminler/müslümanlar Allah´ın rengini taşıyamamakta ve toplumlarına-insanlığa yansıtamamaktadırlar. Bir ümit olma özelliğinden uzaklaşmakta, edilgen-nesnel bir boyuttan kendilerini sıyırıp çıkaramamaktadırlar. Bu gidişi durduracak ve tersine çevirecek yegâne unsur müminlerin Allah´a lâyıkı veçhesiyle yeniden iman etmeleri, amellerini salih kılmaları, kendilerinden emin olunan insanlar haline dönmeleri ile mümkün olabilecektir.

Müminler kendilerini işlemekte oldukları tüm günahlara ve gerçekleştirmekte oldukları tüm melanetlere karşın Allah´ın affediciliği ile ucuz cennet vaatleri ile avutmasın. Dünyevileşmenin-sekülerleşmenin-kapitalistleşmenin-onursuzlaşmanın toplum vicdanında meşru kılınmasının yolu kişilerin Allah ile aldatılmalarıdır. Gerçek tevbenin, yapılanlardan bütün benliğiyle nedamet duyup bir daha tekrar etmeme noktasında azim ve kararlı olmakla mümkün olacağını ve Allah´ın engin rahmetinin ve mağfiretinin bu durumlarda tecelli edeceğini unutmamak gerekir. ?-Ey insanlar, Rabbinizden korkun, babanın evladı, evladın da babası için hiç bir şey ödeyemeyeceği o gün de kendinizi koruyun. Allah?ın vaadi şüphesiz gerçektir. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın, aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın!? (Lokman, 33)

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR