Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Yeni Trend Türk Usül Maoculuk ve 'Sath-ı Vatan...

Sait Alioğlu'nun 'konuya dair' yazısı..


Resmi anlamda, devletlerarası ilişkilere dayanan, işin arkaplanında ise, 'görünen ve bilinen' ile birlikte 'bilinen, ama görünmeyen' bir tarzda, Türkiye'de, öteden beri Çin'e yönelik bir ilgi ve atıf vardı.

Bu ilgi ve atfın, sanal ve gerçek arasında sarkaç misali gidip gelen bir tarzda ta 12 Eylül öncesine dayanan bir zemine dayandığı söylenebilirdi.

Birde buna bağlı olarak, özellikle de sol/Marksist kesimde söylem, eylem ve etki alanı bakımından güçlü olan Leninist yapı ve yapılar nezdinde, Amerikan ajanlığından, MİT'e kadar uzandığı söylenen bir paralelliği bulunan bu Maocu yapının kurucu kadrosunun, 'ne'liği, nasıl'lığı hep tartışılagelmiştir.

Zahiren baktığınızda, altmışlara kadar, Türkiye'de,  o da akademik çevrede varlık gösteren solcu aydınların oluşturduğu yapının salt bir aydın hareketi olarak okunma durumuna bakıldığında; 'devrim' adına bir şey yapılacaktıysa eğer; bu devrim ya tamamen Kemalizm'i yeniden ilericilik kulvarında güçlendirmek; ya da işçi sınıfına dayalı bir sosyalist devrim şeklinde, o da, Leninist bir çizgide olmasını gerekirdi...

İkinci şıkkı düşünmek, temelde 'şehirli' karakter taşıyan aydın sınıfının işini kolaylaştıracağı varsayımı açısından, zor da olsa mümkündü...

Ama her açıdan şablonvari bir şekilde, ciddi planda kapitalizmin oluşmadığı Çin'de gerçekleşen devrimin aynısını, bu topraklarda yapılacağının formu olarak öne çıkarılan Maoculuğun/üç dünyacılığın, devrim açısından bir reel karşılığı yoktu.

-Keza adında "Kârker; (çalışan) İşçi" ibaresi bulunan PKK'nin de, sosyalist bir devrimden ziyade Kürt ulusalcığı üzerinden, ileriye dönük 'derin' beklentileri karşılama aparatı olduğunu da, bu vesileyle belirtmiş olalım-

Maoculuk, baştan beri bu ülke ve belki de birçok ülke için bir heyula ve bazı işlerin gördürüldüğü bir nevi aparattı, o da İngiliz anahtarı kabilinden... Maymuncuk misali...

O çoğu kez başvurulan bir taktik ve hile idi. "Çoğu zaman ..... bir hilenin, Çin yanlısı komünistlere uygulandığı ve Türkiye'deki Maoculuğun, Çin'le herhangi bir ilişkisi olmadığı ve bunların Batılı servislerce yönlendirildiği şüphesini taşıdım. Giderek karşımdakilerin birer memur olduklarını anladım ve rahatladım.Uzun yıllar devlet hizmetinde bulunan kimseler "memur karakterini" ve yapısını bilirler." (1)

Bugün itibarıyla, bu ülkede Leninizm'den pek bahsedilmiyor. Bunun en önemli sebebi; Mikhail Gorbaçov'un, belki de 'Sovyetleri kurtarma' adına uygulamak istediği Glastnost ve Presroika"nın işe bir işe yaramadığı ve akabinde dünya genelinde reel sosyalizm çökmesine bağlı olarak, 'ana akım' sol düşüncelerin zemini kaybetmesi sonucu Leninizm'de, parçaçıklar halinde olsa da, külli olarak yok...

Ya Maoculuk; o ise tümden yok. Zaten, onun var kılınmasını gerektiren ve 'devrime yarayışlı' feodal bir zeminin bulunmadığı; onun yerine, alternatifi, yine kendisi olan kapitalizmin varlığı, ona pek bir iş bırakmıyordu...

O halde ortada bir heyula vardı; bir, önceleri stratejik ortaklıkları bulunan PKK'ye karşı ve 'devletin yanında' durduğunu belirtici ifade ve söylem; ikincisi ise, AK Parti etrafında dönüp dolanan, onu görünürde -ya tutarsa misali- 'İslamcı Kemalist' çizgiye çekmeye çalışan; onu, orada bırakmayıp hükümeti ve partisini tümde ulusalcı karaktere büründürüp doğrudan Kemalistleştirmeye çalışan 'Vatancı' söylem vardı...

Keza ulusalcı-vatancı(Perinçek) söylemden önce, AK Parti iktidarını -hükümet ortağı olup kendisine fatura kestirmek istemez bir eda ile- dışarıdan destekleyen milliyetçi-vatancı(Bahçeli) söylem, mevcut iktidarı, İslam'ı adeta kullanılışlı bir aparat hükmünde gören ve bununla devletin ve ülkenin sözde selametini düşündüğü(!) gözlemleniyordu.

Bu arada MHP'ye alışmak ve katlanmak zorunda kalan, hatta- bazı sebeplerin doğurduğu durumlardan ötürü- bırakılan AK Parti'nin, bu vatancı tarafı gözetmesine koşut olarak; bir şahsın kendi çabasından ziyade, derin bir ekibin piar çalışmamsı sonucu; bir takım söylemlerde bulunması, birçok atraksiyonlarda bulunmasına bakıldığında; Maoculuğun çehre değiştirdiği, bu topraklarda aslında hiçbir zaman var olmadığı; onun yerine heyulasının dolaştığı gerçeğine bakıldığında; dep derin izler kendisini hissettirmekteydi.

Daha AK Parti saflarında iken bile Bahçeli'nin salvolarına, salt İslamcı kimliğini öne çıkardığı için muhatap olan Ahmet Davutoğlu'nun; akabinde Ali Babacan ve AK Parti ile ilişiği bir şekilde kesilip iktidarı, yapıp ettiğinden dolayı eleştiren çevre ve şahıslara karşı çıkışları bir tarafta dururken; diğer yanda da, ulusalcı-vatancıların sözde AK Parti'nin gözünü daldan, budaktan sakınması önceliyor görünmesi, aslında pek de hayra alamet olmayıp, onun derin ve sıkı bir kumpasa alma çalışması olarak okunmayı gerektiriyor.

Öyle ki, cüsse olarak küçükte olsa, gelinen süreçte, tekleşen siyasi manzara içerisinde her gün kendine medyada yer bulan bir 'hareket' belki de hiç mi hiç öngörülmeyecek sonuçlara yol açabilirdi.

Her dönemde kendine siyasi arenada yer bulan, medyada kendisinde hemen her gün bir 'vesile' ile bahsedilen, manşetlere çıkan bu ulusalcı-vatancı çizgi, ilk başlarda, AK Parti cenahında homurtularla sevilmez ve öngörülmezken, şimdilerde, 'eli kulağında misali, bu çizginin iktidarın, adeta diğer vatancı çizgi gibi -elini taşın altına atmadan Cumhur İttifak'ın bir diğer destekçisi olmaya adım atmış gibi bir profil sunmaktadır.

Dediğimiz üzere önce homurtu, sonrada 'bu da nereden çıktı' kabilinden rahatsızlık, zamanla yerini "sükût ikrardan gelir" fehvasınca, sessiz bir kabullenişe bırakıyordu.

AK Parti, doğru/yanlış; haklı/haksız bir şekilde, çeşitli çevrelerce kendisine atfedilen İslamcılık yerine,baştan beri muhafazakarlığı seçmesi sonucu, iktidarda kalmak, kalabilmek için, kendine partner olarak FETÖ'yü seçmiş, hemen her şeyini ona göre düzenlemişti... Buna bağlı olarak FETÖ'yü adeta iktidarın ortağı yapması, kendisine, o da büyük oranda FETÖ tarafından yapılması salık verilen operasyonları (ör. Ergenekon) gerçekleştirmesi, başta Kemalist çevre olmak üzere birçok çevreyi de zora sokmuştu.

Aslında, süreç içerisinde anlaşılacaktı ki, zora koşulan AK Parti, onu zora sokanda FETÖ idi...

15 Temmuzun akabinde de, AK Parti "istemeye istemeye" FETÖ'nün Kemalist çevreye yönelik operasyonlarından dolayı, muhataplarından özür dilercesine, ulusalcı-vatancı grubun salvolarına ses çıkarmıyordu. Bu ses çıkarmama, aslında bir açıdan da, işi kabullenme olarak değerlendirilmeyi hak ediyordu.

Bundan sonra, o da AK Parti, geldiği noktanın, çeşitli açılardan ve önceleri -anayasal güvence içerisinde yaşama adına- AK Parti'yi destekleyen sosyal, siyasal vb. grupların haklı isteklerini görmezden gelmeye devam etmeyi sürdürürse eğer, meşruiyet(yasallık) alanı alabildiğine daralır; bırakın diğer sosyal, siy0asal vb. yapıları, muhafazakarları da bu gidişle kaybedebilir. Zaten, acı,ama gerçek, öyle bir duru söz konusu...

Bununla birlikte 'çıkmayan candan umut kesilmez' kabilinden başta Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı garanti olabilecekse dahi, iktidar alabildiğine kendi esas çevresinden kopacak ve bu durumda ise, bu ortalıkta fink atan ulusalcı-vatancı grubun anlatacağı hikâyeleri dinlemek zorunda kalacaktır.

___________________________________________________________________
Dipnot:

1- Mahir Kaynak'ın, Yeni Şafak Gazetesi'nde 21 Ocak 2001 tarihli; "Ben Bir Ajandım. Mahir Kaynak Anlatıyor 5" adlı yazı dizisi...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR