Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Yeni Bir İslamcılık Mümkün mü -2

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


“Eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlal…”

Geçmişte olduğu üzere günümüzde de, İslamcılığı bir heyula olarak görenler olduğu gibi, onu, salt modernleşmenin bir aracı olarak gören ve yine, onu Batılı emperyalist amaçlara hizmet eden yarayışlı bir aparat olarak değerlendirenlerin varlığı bilinmektedir.

Bunun aslında böyle olmadığı, İslamcılığın varlık sebebinin oluşum evrelerine bakıldığında,- keza, o evrelerdeki doneler incelendiğinde- her şey netlik kazanacaktır. Bu durumun aksine, İslamcılığın olumsuzluklar çerçevesinde ele alınması, zamanın ruhunun iyi ve sağlıklı bir şekilde okunamaması ile bir alakası kurulabilir.

Konuya dair ilgi kurulmasına bakıldığında, o iddiaları dillendirenlerin neredeyse kahir ekseriyetinin, parçacı bir yaklaşma sahip oldukları ve bütüncülüğü bir türlü yakalama hasletinden mahrum oldukları görülecektir.

Bu zevatı, iki ana gruba ayırabiliriz;

1-Genellikle aşırı yoruma itibar edip, makul ve anlaşılır bir anlayışı sarf-ı nazar eden, tevhid ilkesini bu aşırı yorumcu mantıkla izah etmenin sevdasıyla temel ilkeleri ıskalayarak düşünsel zenginliği bir tarafa bırakıp “sözde” teklikte ısrar eden anlayış sahipleri;

2-İkincisi grup ise, ta baştan beri, Kur’an dahil hemen her doneyi kendilerine has kriterler bağlamında, onları subjektif yollara ingirgeyerek, bir nevi “sağcı, muhafazakar; Emevici/Safevici” bir dinin “yüce”(!) hatırına, hakikate ve o uğurda realiteye uygun düşen hemen her düşünceyi tehlike olarak görme eğilimine sahip zevat; İslamcılık karşıtı, hatta düpedüz düşmanı olarak öne çıkar.

Bu iki ana gruba mensup insanların büyük bölümü, İslamcılığı reddettiği gibi, onun, kendini yenilemesini ve haliyle geliştirmesini hiç, ama hiç ciddiye ve dikkate almamaktadırlar.

İslamcılığı ciddiye almayanların dünyaya, çağa ve topluma yönelik hiçbir söyleminin ve eyleminin, yapısı gereği anlamlı bir karşılığının olmayacağını; ya aşırı ve pasif yorumlarla zaman tüketileceğini, ya da “istemeye, istemeye” mevcut durumları kabule rıza göstereceği asla unutulmamalıdır. Konuya o gözle bakıldığında; bırakın yeni bir İslamcığının mümkünatını, onun varlığının dahi anlamsızlığı göze çarpacaktır.

Ama işin aslı öyle mi? Elbette ki değil!

Bir defa şunu kabul edelim ki, İslamcılığı, hayatın devam etmesi, var olan sorunların çözümü ve içerisinde yaşanılan günden hareketle geleceğin inşasını üstlenen bir dünya görüşü olarak değerlendirdiğimizde, onun, her şeyden önce maddi planda, insanı doğruya götüren bir yol ve yöntem olduğu kendiliğinden anlaşılır olacaktır.

Onu, bu haliyle süreklilik içerisinde bir yenilik arayışı, yenileme, yenilenme, var olan sorunlar üzerinde fıkhetme babında değerlendirebiliriz.

Kısacası fıkhı, salt bir tek soruna yönelik bir kalıp içre hazır cevap olarak değil de, onu, bütüncül bir yaklaşımla İslamcılık ameliyesi olarak değerlendirdiğimizde “aşırı ve pasif” yorum ve yolları da gözden ırak tutmuş oluruz.

Konu ile ilgili birçok yazımızda İslamcılığı, şekilsel açıdan değil de, kendine uygun içerik açısından II. Meşrutiyet’in klasik paradigmaları bağlamında değerlendirmiştik.

İslamcılığın işlevsellik açılardan yaşadığı serüvenler…

Onunla aynı zaman diliminde ve aynı zeminde neşvünema bulan diğer paradigmalardan farklı olarak İslamcılığın, üslenmiş olduğu görev ve ortaya koyduğu/koyabildiği/koyması gerektiği işlevi sadedinde; ilk önce devleti kurtarma(Osmanlı); sonra ise, yeniden yapılanan devlete arız olan Kemalist hengâmeden –buna yeraltına çekilip gizlenmede denilebilir- kurtulma; bu gizlenme ve ardımdan bazı çevrelerce zaafa uğratıldığından dolayı muhafazakârlığa zorlanması; yetmişlerle birlikte Selefilik saikiyle aslından soyutlanıp radikalize edilmesi ve sonra ise, ilk çıkış dönemine uygun bir şekilde yeniden yapılandırılmaya çalışılması göze çarpmaktadır.

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız minvalde İslamcılığın, artık devleti kurtarma düşüncesinin var olmadığını bilmekteyiz. Buna bağlı olarak zincirleme bir şekilde; Kemalist hengâme dolayısıyla yeraltına çekilip gizlenmesi de “şimdilik” muhal olduğu gibi, onu, Selefiliğe kurban etme düşüncesi de zemininin kalmaması açısından önümüzde durmaktadır. “Geriye “elde kaldı bir” misali, onu, ilk çıkış dönemine uygun bir şekilde yorumlamak, çağdaş hale getirmek ve yeniden yapılandırmak kalmaktadır.

Eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlal…

Biz her ne kadar İslamcılığı formel olarak II.Meşrutiyet’in kendi öznel şartlarının –birçok ilkesellikle birlikte- sonucu olarak ortaya çıkmış olarak görüp değerlendirsek de, onun ilk ortaya çıkışını maksat açısından klasik dönemlere kadar götürebiliriz.

Daha sanayi devriminin başlamadığı, bu gelişmeye uygun bir şekilde yer altı, yer üstü kaynaklarının modern telakkilerle sömürgelerden elde edilmediği, sömürünün kendine özgü klasik usûllerle sürdüğü bir vasatta, “kalk ve uyar, unutulanı hatırla/hatırlat” düşüncesi içerisinde, birçok Müslüman âlim, aydın ve entelektüelin –bu dış etkenlere bağlı kalınmadan- Müslümanları yeniden yapılanmaya teşvik edici çabaları İslamcılığın prototipi olarak değerlendirilebilir.

Bunlara belirgin birer örnek verebiliriz; Batı’nın Doğu’yu –özelde de Hindistan’ı- işgalinden yaklaşık bir asır önce Şah Veliyulllah Dihlevi’nin Hindistan alt kıtasında yenilenme çağrıları ve çabaları kayda değer. Onun düşüncelerinin ve çabalarının eseri olan “Ḥüccetullāhi’l-bâliġa” adlı kitabı, bu kayda değerliğe bir anlam katmaktadır.

Ondan daha önceleri, İmam Ebü’l Hasan Eş’arî’nin bir açıdan “yeniden İslamlaşmayı/Müslümanlaşmayı önceleyen “El-Makalatü’l-İslamiyyin” adlı eseri, konu bağlamında bir diğer kayda değer ürün olarak bizlere yol göstericiliği de bilinmektedir. Keza bu eser, zaman, zemin ve dönemine uygun maksatlılık açılarına halel getirmeden “İslamcı makaleler” bağlamında değerlendirilebilir.

Keza bu örnekler çoğaltılabilir.

Zira Kur’anî bir sesleniş olan “kalk ve uyar!”esprisi ilkesel bazda evrensel bir içeriğe sahip olup değerleri(buna devlet de dahil edilebilir) koruma, kollama, geliştirme söz konusu olacaksa –olmalıdır- İslamcılık, şu ya da bu oranda yozlaşmanın bireysel ve toplumsal planda başlamaya yüz tuttuğu andan itibaren kendine uygun bir yer bulacaktır.

Devam edecek…

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR