Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Yeni Bir İslamcılık Mümkün mü? -1

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


İslamcılık, II. Meşrutiyet’in klasik paradigmalarından biri olarak karşımıza çıkar. Onu ortaya çıkaran sebeplere bakıldığında, sanayi devrimi ile birlikte Avrupa’nın/Batı’nın, başta teknik konular olmak üzere birçok alanda ilerlediği, sıçrama yaptığı; buna mukabil klasik sömürü anlayışını modern argümanlarla daha bir tahkim ettiği ve o zamana kadar olmadık oranda bir dünya hakimiyeti kurduğu görülür.

Bunun Avrupa’nın kendi içinde oluşan yansımalarının yanında bir de dünyaya, İslam dünyasına ve özelde de o dünyanın lideri olan Osmanlı’nın şahsında çok büyük etkileri olmuştur.

Bu etki, hayatın her alanında kendini hissettirmiştir.

Zihin açıcı çarpıcı bir örnek vermiş olsak mes’ele kendiliğinden vüzuha kavuşur; Avusturya, Osmanlı toprağında ilk daimi elçiliğini, çok erken bir tarihte 1510 yılında açmış ve 1800’lerden itibaren ise Osmanlı Devleti’nin dört bir yerinde 100’ü aşkın konsolosluk açtığını ve bunların 19’unun da Anadolu’da olduğunu belirtmiş olalım.(1) Ama bunun yanında Osmanlılar 1900’lerin başına kadar Avrupa’da daimi elçi bulundurmamışlardı.

Bu durum da, haliyle tek başına Batı’nın –daha sanayi devrimine asırlar kala- ileriyi görmeye çalışıp düşündüğünü ve bir şekilde düzenleme içerisinde hareket ettiğini göstermesi açısından hayli önemli olsa gerek…

Osmanlı topraklarında en önemli yenilikler, hemen her devletin şahsında olduğu üzere, toplumdan çok ileride olması gereken devlet tarafından askeri ve eğitim alanında yapılmıştır.

Askeri alanda o klasik düzene dayanan Yeniçeri ordusu lağvedilmiş, yerine Avrupaî bir yapı oluşturulmuştur. Zorlu bir süreçten sonra bu alanda gerek teknik ve gerekse de zihinsel anlamda modern bir yapı ortaya çıkışmıştır.

Diğer yenilenme, yukarıda belirttiğimiz üzere eğitim alanında olmuştur. Yine, konu teknik alanda ele alınmış olup, halkın eğitiminden ziyade, askeri alanı tahkim etmek ve beri yanda da devlete yeteri sayıda eleman yetiştirmek maksadıyla çalışmalar yapılmıştır.

Sonuçta, bunlar, esasında olması gerektiği halde o klasik hayat anlayışının sürdürülmesinin bir sonucu olarak kendini devlete dayatmış olup, onu bir arayışa sevk etmiştir.

Dönemin şartlarında modernize edilen ordu ve yine aynı minvalde –o da salt teknik açılardan- Batılı anlayışa uygun hale getirilen eğitim üzerinden alabildiğine güç devşirilmesi sonucu var olan devletin daha da güçlendiği görülecektir.

Başlayan modernleşme hareketlerine bakıldığında, bunun karşılığının her alanda görülme arzusu istikametinde yönetim alanında var olan saltanatçı formun yerine, siyasal alanda toplumsal katılımın öngörüldüğü Meşrutiyet düşüncesinin aydınlarca kotarılmaya çalışıldığı göze çarpmaktadır.

Buna mukabil 1. Meşrutiyet’in 1876’ yılında sultan II. Abdülhamid tarafından ilan edildiği, buna bağlı olarak açılan meclisinin, yine sultan’ın müdahalesiyle kısa bir süre içerisinde kapatıldığı ve meşrutiyet yönetiminin kesintiye uğradığı bilinmektedir.

Bu arada, devlet, toplum ve ülke yönetiminin adeta agresifleşmesine karşılık olarak aydınların başlatmış olduğu hareketlikler sonucunda –olumlu, olumsuz anlamda- artık geriye dönüşün mümkün olmadığı bir sürece girmiş oldu.

Bu uzun süreç içerisinde oluşan geri dönülmez hareketliliğin sonucunda aynı sultan tarafından meşrutiyet ikinci kez ilan edilmişti.

Bunu vurgulayalım; sultan, eğer I. Meşrutiyet ortamına müdahale edip yasaklama yolunu seçmemiş olsaydı, belki ikincisinin ilanına gerek kalmayacak, ülken kendi iç dinamikleri sonucunda olumlu anlamda yol alacaktı. Ama olmamıştı bir defa… (Galiba, o durum az çok günümüzü yansıtmaktaydı!)

II. Meşrutiyet’in ilanına ve mantığına bağlı olarak, onun klasik paradigmaları bağlamında birkaç dünya görüşü kendine özgü formlar şeklinde zuhur etmişti; bunlar; Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık idi.

Sonuçta, Osmanlıcılık kısmen olmak üzere Türkçülükte Batıcılık kalıbı içerisinde değerlendirilmeyi hak etmektedir.

Keza İslamcılıkta, bu klasik paradigmalarla birlikte kendine yer bulmuştu.

İslamcılık Nedir?

İslamcılık, Allah´ın vahiyle desteklediğine inandığımız Hz. Muhammed (s) den buyana; haktan yana, ona layıkıyla kul olma esprisine dayanan ve her tür batıla karşı bir özgürleşme hareketi olarak okunabilecek olan İslam´ın ve ondan sadır olan tevhidi ilkeler çerçevesinde gelişen hayat telakkisinin adı idi.

Yani, ilkeler belliydi; tevhid, adalet ve özgürlük = İslamcılık…

Yine bununla birlikte İslamcılığın, uzun asırlar boyunca kapkara bir tablo içerisinde yaşadığı bilinen Batı’da, yanlışı ve doğrusuyla onun adına ortaya konan modern ve seküler çerçeveli kurtuluş çabaları bağlamında, bize sirayet eden klasik paradigmaların sonucunda vücut bulduğu da söylenebilirdi.

Yukarıda da belirtildiği üzere; en başta yüzlerce yılın körlüğü ve ağırlığı başta olmak üzere, bu mevzulara yönelik bir etki-tepki meselesine koşutluk içerisinde, Batınında kendi deviniminin eseri olan bir takım fenomenler sonucu oluşan hava İslamcılığında doğmasına vesile olmuştu.

Bu noktadan hareketle; İslamcılık en başta, bize reva görülen o saltanatçı, despotik kör ve ağır havalara karşıtlık içerisinde, Batının etkisinden önce, birçok Müslüman âlim ve hareket önderinin, ıslah, ihya ve tecdid çabalarının da İslamcılığa kaynaklık teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Ör. İbni Teymiyye, Şah Veliyullah Dehlevi vb.(2)

İslamcılık, modern dönemlerde, her ne kadar Batıcı formlara bağlanacak olsa da, Osmanlı modernleşmesinin görünür bir ürünü olan Meşrutiyet döneminde gelişip vücut bulmuş olup, en başta, kendi dönemi açısından, Batı’ya karşı İslam dünyasını savunan ve bizzat devleti ve onun şahsında ümmeti kurtarmaya çalışan, çağdaş donelerden yararlanan, Kur’anî gerekçeleri kendine referans kabul eder.(3)

Onu teknik olarak Batı ile bir ilişki içerisinde görmemize rağmen, anlam ve içerik açısından İslam’a ve dolayısıyla Kur’an’a ve ondan elde edilecek olan yorumlar üzerinden değerlendirebiliriz.

İslamcılık Çeşitlemeleri…

Başlangıcı modern dönemle ve özellikle de Osmanlı açısından düşündüğünde, II. Meşrutiyet’le birlikte, bu topraklarda dile gelmiş, hakkında görüş ileri sürülmüş, konuşulmaya başlamış ve kanaatler oluşmuştu.

Bunu modern döneme ait bir çerçevede değerlendirdiğimizde, onu, Batı düşünce dünyasının kendi bütünlüğü içerisinde değişmeye ve gelişmeye bağlı olarak ele aldığımızda, onun çok rahatlıkla bir ideoloji olduğunu ileri sürebilirdik. Ama ideoloji denen şey aynı zamanda bir inanca taalluk etiğinden dolayı onu bir ideoloji olarak değil, İslam adına toplumsal değişimi, dönüşümü baz alan bir durum olarak değerlendirdiğimizde, belli bir mantık örgüsü içerisinde, uygulama tarafı tamamen insanlara bırakılan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. konularda Müslümanlar adına ortaya bir şeyler koymanın adı İslamcılık olacaktır.(4)

Yukarıda belirttiğimiz üzere, İslamcılığı, ideolojik kalıplar içre değerlendirip düşündüğümüzde, karşımızda tam anlamıyla Batılı bir formu görmüş olurduk. Bu da haliyle, onu İslam ile belli, belirsiz bir ilişki içerisinde olduğu düşüncesini doğururdu.

Tamam İslamcılık, birtakım donelerden hareket eden, müntesibi açısından –kendince- hakikate racî kılınmak suretiyle bir temele dayandırılmak istenen bir dünya görüşü olmakla birlikte, sonuçta salt aklın ürünü, insan yapısı bir görüş, bir formdu.

Belki de bu özelliğinden dolayı, buna kafası pek yatmayan zevatın, bunu, İslamcıları indirgemecilik yapmakla eleştireceklerdi de.

Böyle olsun, ya da olmasın, İslamcılık, insanın kendi idraki ve akledişi açılarından, her konuda farklı düşünebileceği gibi, bu konuda da farklı düşünme durumundan ötürü, temel ilkelerde bir farklılık olmama kaydıyla birlikte çeşitli İslamlıklardan bahis açılabilirdi.

Yukarıda bir yerde belirtmeye çalıştığımız üzere, daha modernleşme durumundan önceki bir dönemde, Şah Veliyullah’ın Hindistan’a “yenilenme(tecdid) adına yapmaya çalıştığı şeyin “yeniden” İslamlaşma ve dolaysıyla yapılan işin İslamcılık olduğu söylenebilir. Keza, İmam İbn Teymiyye’nin de 1300’lü yıllarda Mısır’da yapmaya çalıştığı şey ile Mehmed Âkiflerin, Said-i Nursilerin de vb. yaptıkları aynı şeydi Sadece aralarında mahiyet farklı olmuş olabilir, ama sonuçta amaç aynı idi.

Kısacası, aynı ilkeler çerçevesinde maksat aynı, ama dil,üslup ve zaman farkı söz konusu idi. O da gayet normal idi.

Bu yazılarda, yeni bir İslamcılığın mümkünlüğü sorusuna cevap aramaya çalışacağız inşallah…

Dipnotlar:

(1)Dr. Bekir Tank, “Avusturya Arşivlerinde Keşfedilmeyi Bekleyen Hazinelerimiz Var” 12.12. 2022 Doğru Haber Gazetesi

(2) Sait Alioğlu, http://www.haberdurus.com/kose-yazilari/islamcilik-nedir-782.html

(3)Sait Alioğlu, https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-islamcilik-cesitlemeleri-uzerine-bir-degerlendirme/

(4)Sait Alioğlu, https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-islamcilik-cesitlemeleri-uzerine-bir-degerlendirme/

Devam edecek…

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR