Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


İsmail Hakkı Güleç


VİCDANIN SESİ.!

İsmail Hakkı Güleç'in yeni yazısı


 

         Vicdan; kaliteli bir insan olmamızın temel göstergesidir...

            İnsanlar öz ve şekilden ibarettir... Öz deyince, insanın aklına ilk gelen şey ise; insanın yüreğinde, özünde, içinde, kalbinde ve fıtratında taşıdığı ve vicdan adını verdiğimiz en temel insani vasıftır... 

          Vicdan; insanın empati duygusunu geliştirmesi, diğer insan ve canlıların yaşadıkları her türlü olay, sorun, sıkıntı ve duygu duruma duyarlılık, incelik, hassasiyet göstermesidir... 

            Vicdan; hassasiyet, hususiyet, duyarlılık, sorumluluk, aktiflik, iyilik, ince anlayış, acıma, merhamet, müteyakkız olma, harekete geçme ve sorun çözme demektir... 

           Vicdan'da, diğer her şeyde olduğu gibi kırılabilmekte, kararabilmekte, katılaşabilmekte ve zaman ile yok olabilmektedir... 

          Bu açıdan da, vicdanımızın yaşayıp, gelişmesini sağlamamız için, ona mutlaka bakım yapmamız, vicdani duygu ve düşüncelerimizi artırmamız, insani haslet ve ahlaka değer vermemiz gerekir... 

             Vicdanın yok olup ölmemesi, tükenmemesi için, insan ve tüm canlıların acı, sorun ve sıkıntılarını paylaşmak ve de fedakârlık yapmak, infakta bulunmak, malımızla canımızla mağdur ve mazlumların yanında olmamız gerekir... 

           Vicdan; ancak duyarlılığı oranında uyanabilir... Sessiz, sönük, soluk, pasif ve uyuyan bir vicdan yok hükmündedir... 

            Vicdanını yitirmiş, insanlığını kaybetmiş, verme ve paylaşma dürtü ve duygusundan yoksun bir insanın hem kendisine hem de çevresine verebileceği hiçbir şey yoktur... 

            En büyük vicdan Rabbimizde bulunur...Çünkü O (cc) hem Rahmandır ki, Dünya'da yaratmış olduğu her canlıya (aşırı düşkünlük, merhamet etme) ahirette ise; Mü'minlere merhamet etme (Rahim) acıma duygusudur... 

            Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:

Bir savaş sonrası Resûlullah’a esirler getirildi. Aralarında oradan oraya koşan bir kadın vardı. Sonunda kadın (aradığı) çocuğu buldu, hemen kucağına aldı ve emzirmeye başladı. Allah Resûlü şöyle dedi: “Ne dersiniz, bu kadın çocuğunu ateşe atabilir mi?” Biz de “Hayır, asla atmaz” dedik. Bunun üzerine o şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki Allah’ın kullarına merhameti, bu kadının çocuğuna olan merhametinden çok daha fazladır.” (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 22)

          Rabbimiz (cc) inanan Mü'min kullarına merhamet, vicdan, adalet ve ahlak sahibi olmalarını emretmiştir...

           Ne hazindir ki, bugün inandığını iddia eden, insanlık, hak hukuk ve adaletten bahseden insanların, insani ve vicdani noktada sınıfta kaldıklarını görüyoruz... 

           Bu insanlar, dünyanın gelip geçici olduğunu, asıl varılacak yerin ve yurdun ahiret olduğunu, dünyada iyilik ve güzellik, ilim, irfan ve infak yapmamız gerektiğini, dünyanın ahirete hazırlık yeri olduğu savını sürekli söyledikleri halde insani ve vicdani noktada hiç de adil, ahlaklı ve cömert olmadıklarını görüyoruz...! 

           Dinin Müslüman toplumlarda! teoriden ibaret pratikte (sosyal, siyasal, ahlaki, toplumsal ve ticari alan vb.…) karşılığı olmayan kuru bir bilgiden ibaret olduğunu görüyoruz... 

            Şayet bir iman, yetimin başına okşamamızı, fakir fukaranın sorun ve sıkıntılarıyla ilgilenmemizi ve de zalimlerin zulmüne engel olmamızı bizden istemiyor, her hususta öne atılıp, harekete geçmemizi sağlamıyor, bu uğurda bedel ödememize etki etmiyor ve de her hususta iyilik, ihsan, takva, insanlık ve adaletin tecellisi hususunda, yine bizi sahaya sürmüyorsa ki, böylesi bir iman sahte, gösteriş ve şekilden ibaret kuru, ruhsuz, tatsız, renksiz, cansız bir iddia ve de söylemden ibaret olan bir imandır... 

             Cerîr b. Abdullah’ın (r.a.) naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Bûhârî, Tevhid, 2; Müslim, Fedâil, 66)

           Vicdansızlar, dünyayı kaplayıp, her türlü karanlık, kötülük ve zulümlere başvururken, biz ehli vicdan(vicdan sahibi) insanların her türlü zulüm, baskı, terör, haksızlık ve zulümlere karşı sessiz ve seyirci kalmamız ve de neme lazımcı bir tavır ve tutum sergilememiz asla kabul edilebilir bir durum değildir...            

              Vicdansızlar kadar, vicdanlılar da aktif, mücadeleci ve sahada olmadıkça dünya yaşanabilir bir dünya olmaktan çıkacak, fitne, fesat ve kan dökme daha da çoğalacaktır... 

            "Vicdan ehli" insanlar olarak, vicdanımızı harekete geçirmeli, iyilikler yapmaya devam etmeli ve her türlü kötülük ve karanlığı yok edip, engellemeye var gücümüz ile çalışmalıyız... 

              Bizi iyi, doğru, dürüst, ilkeli ve cömert olmaya teşvik ve telkin eden şey, içimizde yaşayan fıtratımız, yani imanımız ve vicdanımızdır... 

            Nitekim fıtratı(vicdanı) bozulmamış her insan, iyi davranışlarından dolayı mutluluk ve huzur, kötü davranışlarından dolayı ise, üzüntü, suçluluk ve pişmanlık duyar... 

           Sonuçta vicdan; kişinin davranışlarında tutarlı olmasını, kendi kendini denetlemesini sağlayan bir otoriteye dönüşür... 

               “Müftüler sana fetva verseler de sen yine kalbine danış” hadisi de (Müsned, IV, 194, 224; Dârimî, “Büyûʿ”, 3) doğru inançlarla desteklenen bu düzeydeki vicdanın değerini ve güvenilirliğini gösterir (Bilmen, s. 50-51; Çağrıcı, s. 139-141; Güngör, s. 59).

Vicdan

            Vicdana acıma duygusu, şefkat, merhamet, hüzün de diyebiliriz... 

            İnsan; öncelikle ve özellikle insanlara, sonra'da tüm canlılara karşı vicdanının sesini dinlemeli, vicdanına başvurmalı, vicdanına danışmalı şayet vicdanı bu yaptığı şeyden rahatsız olmuyor, hatta rahatlıyorsa o işi yapmalıdır... 

            Ama, vicdanı körelmiş, kararmış, yok olmaya yüz tutmuş, katılaşmış insanların hem diğer insanlara hem de canlılara karşı vicdani bir eylem de bulunmaları asla mümkün değildir...

             Çünkü; onlar vicdansızlığı bir hayat tarzı haline getirmişlerdir... Vicdan kuruduğu zaman, insan istese de iyilik, güzellik, hayır ve hasenat yapamaz, öne atılamaz, mücadele edemez ve diğer insanlarla ilgili iyi şeyler yapamaz, hüsnü niyet besleyemez...

           Yapılan zulme, haksızlıklara senin vicdanının sesi çıkmıyor, sessiz kalıyorsa senin vicdanın ölmüş demektir... En kötü sessizlik zalime ve zulme karşı sessizliktir, suskunluktur... 

           Nitelikli, derdi davası olan insanlar, hangi din, ırk, renk ve cinsiyetten olursa olsun, herkesin sustuğu ortamlarda vicdanının sesi ile harekete geçen ve olaylara bigane ve biçare kalmayıp, yapılan zulme eliyle, diliyle ve kalbiyle müdahale eden insandır... 

              Okuyup, araştırmayan, düşünüp, sorgulamayan, değer, ilke ve prensipleri olmayan, toplumsal bir bilgi ve bilinçten yoksun insanların, dilleriyle vicdanım temiz, ben de üzülüyorum, ama elimden bir şey gelmiyor diye figüranlık yapmaları sıradan bir şeydir... 

           Ama, okuyup, araştırıp sorgulayan, derdi davası, ilke ve prensipleri olan ve de değer üreten insanların vicdanları bir volkan gibidir... 

           Bu tip insanlar, sürekli hareket halinde, dinamik ve enerji doludurlar... Kendileri yok olup erise ve ezilseler bile mazlum, mağdur, yetim, fakir, fukara ve ihtiyaç sahiplerinin sesi ve soluğu olurlar, olmak zorundadırlar...

            Görmedin mi Allah, yeryüzünde olan her şeyi ve denizde emriyle akıp giden gemiyi sizin emrinize verdi. Kendi izni olmadan yerin üzerine düşmesin diye göğü de O tutmaktadır. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir...(Hac suresi 65)

           Çünkü, taşıdıkları vicdan bunları yerinde duramaz hale getirir, sahaya sürer, mücadele ettirir... Bunlar hesabi değil, hasbi insanlardır... Bu insanların tek bir dertleri ve davaları vardır... 

           O da; yapılan her türlü haksızlık, hukuksuzluk ve zalimliğin defedilip yok edilmesi, hak hukuk ve adaletin tecelli ve tesis edilmesidir...

            Her konuda örneğimiz ve önderimiz olan Hz. Muhammed (as) şefkat ve merhamet peygamberdir... O (as) her canlıya şefkat ve merhamet ile davranmış ve herkesin sorun, sıkıntı ve problemleri ve problemleri ile bizzat ilgilenmiş ve elinden geldiğince bunlara çözüm ve çare aramıştır... 

           Hz. Peygamber (as) daha gençlik yaşlarında, Mekke'de, Mekke'ye dışarıdan gelip ticaret yapan, panayırlara katılan insanların mallarına el koyan, Mekkeli bir takım haramzade ve teröristlerin, insanların mal, can ve namuslarına el koymaları üzerine oluşturulmuş olan "Hılful Fudul" hareketine katılmış ve mazlumun hakkını zalimden almaya fiili olarak destek vermiştir... 

             Yine O (as) Medine'de, kuşu ölüp üzülen çocuğa moral verip destek olmuştur... 

              Abdullah b. Amr (r.a.), Hz. Peygamber’e (s.a.v.) nispet ederek şunu nakletmiştir:

“Merhametlilere, Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki Yüce Allah da size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)

             Andolsun ki size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir, sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir, size çok düşkündür ve Mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Tevbe 128) SELAM VE DUA İLE...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR