Bugüne kadar insanlığın üzerinde önemle durduğu kavramlardan birisi de hiç şüphesiz vicdandır. Dinler, felsefe, psikanaliz, edebiyat, sosyoloji ve hukuk olmak üzere birçok alanda tanımları yapıldığı gibi onunla ilgili sözler de söylenmiştir.
“Kim hayırlara ve hakkı doğrulamayı vicdanında bulursa bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamd etsin. Kim de vicdanında şeytanın vesvesesini bulursa kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.”[1]
“İradene hâkim ol; fakat vicdanına esir ol.” Aristoteles
“Vicdan kalp penceresinden bakar, akıl gözünü kapasa da vicdanın gözü, daima açıktır.” Said Nursi
“Hiçbir suçlu, kendi öz mahkemesinde beraat edemez.” Juvenalis
“İnsanlar kötülüğü, arzularının kuvvetli olmasından çok, vicdanlarının zayıf oluşundan dolayı yaparlar.” John Stuart Mill
“Kanunlara dayanan adli muhakemelerden, daha büyük bir muhakeme vardır ki, bu da her kişinin kendi vicdanıdır.” Mahatma Gandhi
“Görevini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına, ne mazeretin, ne ilacın şifası çare getirmez.” Mevlana
Hepsinin ortak tanımında ortak nokta olarak doğruyu arama, yapılan yanlışlardan duyulan pişmanlıklar ve kişinin kendisinin öz yargıcı olduğunu söyleyebiliriz.
Hz Ömer’in bir sözüyle konuyu anlamaya giriş yapabiliriz; “Kötü işin en gizli şahidi vicdanımızdır.”
Aslında vicdanı yüce yapan en önemli şey; onun, iç dünyamızın büyük bir yargıcı olmasıdır. İnsan, işlediği bir suçun sümen altı edilmesini sağlayabilir, kamaralardan gizlenerek yargı gücünden kaçabilir. Dosyayı zaman aşımına uğratarak cezadan kurtulabilir.
İşte bu noktada insan yaptığı hiçbir suçu kendisinden saklayamayacağı vicdanıyla baş başadır.
Ancak vicdan; yani sorgulayan, rahatsız eden, eleştiren, kınayan nefis susturulmamış ve sahibi tarafından suikasta uğramamışsa, sahibini bedeli ne olursa olsun doğruyu yapmaya yöneltebilir. Fransız ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden Honore de Balzac bu konuda şöyle demektedir: “Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır. Biz onu öldürmedikçe!”
Cüzdanın, makamın, şöhretin, şehvetin ve aşırılığın her türlüsünün felç ettiği bir vicdanın doğru bir yargıda bulunmasını beklemek saf bir iyimserlikten başka bir şey değildir. Çünkü vicdan, nefsi emarenin ağır baskısı altında esir tutularak konuşmasına izin verilmez.
Nefsin ilah edinildiği bir yürekte vicdan lal olmuş bir bülbüldür.
Vicdan lal olduktan sonra, yapılan haksızlıklara, yanlışlara, yolsuzluklara, soygunlara, cinayetlere, rüşvete, dedikoduya, gıybete ve iftiraya bahaneler üretmek için nefsi emmare harekete geçecektir.
Nefsi levvamenin mahkum edildiği yerlerde nefsi emmare özgürlüğünü ilan etmiş bir güçtür. Artık at sinekleri mesabesindeki vicdan onu sorgulayarak, eleştirerek, yanlışlara işret ederek onu rahatsız edemeyecektir.
Aslında bu konuyla ilgili bir atasözümüz vardır; “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.” Suçlu olduğunu bildiği halde sırf elde edeceği dünyalık bir meta için onları savunabilen insanların vicdanlarının dili cüzdanların arasına sıkıştırılmaktadır. Ve bu işi yaparken İnsanın kendisine en büyük haksızlığı yapan yine insanın kendisidir.
Vicdan dinden mi yoksa fıtrattan mı kaynaklanır sorusunun net ve açık olarak bundandır diyebileceğimiz bir cevabının olduğunu düşünmüyorum.
İnançlı olmadığı halde sorgulayan bir nefse sahip insanların oluşu vicdanın fıtrattan kaynaklanabileceğini gösterebilir. Ancak yine inançsız olan birilerinin yaptığı haksızlıklar sonucu hiçbir rahatsızlık duymadan yaşaması bunun sorgulanabilir oluşuna bir delildir.
Aynı şekilde bir insan inancından kaynaklanarak kendini yanlışlardan alıkoyup adalet üzere bir hayat sürmesi vicdanın dinden kaynaklanabileceğini gösterse de inançlı olduğu halde hiç çekinmeden haksızlıklara yönelebilen insanların varlığı bunu da sorgulanabilir kılmaktadır.
Bir de din dediğimizde hangi dini ele alacağız? Biz Müslüman olarak İslam’ı din olarak benimserken yeryüzünde semavi, beşeri, ilkel ve pagan olmak üzere birçok din ve müntesipleri vardır. Bir dinin ortaya koyduğu ilkenin farklı dinlerin ilkeleriyle farklılık arz etmesi sonucu anlayışlarda, duyarlılıklarda, yaşam tarzlarında farklılıkların olması dinlerin ortak bir vicdan anlayışı olmadığını gösterir.
Bütün dinlerde öldürmek kötü olmakla birlikte bir başka din müntesibini öldürmek ibadet ve büyük bir mutluluk kaynağı görülebilmektedir.Yahudilerin Filistinlileri, Budistlerin Arakanlıları, Hıristiyanların yer altı ve yer üstü zenginliği için her ırktan ve dinden insanları, Çinlilerin Doğu Türkistanlıları öldürüp bundan dolayı rahatsızlık duymamaları vicdanın dinlerden kaynaklanmayacağını göstermesi açısından önemlidir. Aslında bu konuyu derinlemesine ele aldığımız zaman insanların işledikleri kötülüklerin zaman içinde onların kalbinde lekeler oluşturarak doğruyu görme eğiliminden onları uzaklaştırdığını fark edebiliriz.
“Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tövbe ve istiğfar ettiği zaman kalbi parlar. Günahtan dönmez ve bunu yapmaya devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm kalbini kaplar. Allah’ın (Kitabında) ‘Hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.’ (Mutaffifin, 83/14.) diye anlattığı pas işte budur.”[2]
Konuyu Kur’an eksenli ele almaya devam ettiğimizde vicdanın din kökenli fıtri bir muhakeme gücü olduğunu görebiliriz.
Vicdan yaratılış açısından dini, insanın temel özelliği oluşu açısından fıtridir.
“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal/29)
“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki; Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems/7-10)
Aslında din ile fıtrat arasındaki bağın varlığı açısından bu ayetlerin üzerinde önemle durulması gerekir. Kim olursa olsun, kötülüğe yönelip onu meşrulaştırmak için hileler bahaneler uyduruyorsa onun vicdanı körelmiş demektir. Yani nefsini levvameden emmareye indirgemiştir.
Kalpleri işgal eden her günah, nefsi emarenin bir askeridir.
Buna en çarpıcı örnek Cumartesi halkıdır. Allah, kendilerine Cumartesi avlanmalarını yasaklamış olmalarına rağmen, o kötülük onlara güzel görünmektedir.
İnanç ile çıkar arasına sıkışan halk hem o çirkin davranışı yapıp hem de gönül rahatlığına ermek istemektedirler. İnançlarından kaynaklanan rahatsızlığı hissetmeseler o yasağı Cumartesi günü gerçekleştirirlerdi. Ama adına korku, inanç, saygı, gelenek ne derseniz deyin ondan dolayı Cumartesi yasağını hilesiz bir şekilde çiğnemeye yanaşmamaktadırlar. Bunun için kıyıya doğru açtıkları bir çukurla balıkları Cumartesi avlayıp Pazar günü yakalayarak sözde haksızlık yapmış olmamaktadırlar.
Burası Cemil Meriç’in sözünü hatırlamanın tam yeridir; “Çıkar konuşmaya başladığında vicdan susar.”
Maşeri Vicdanın çıkar, menfaat, nefsin hoşuna giden işlerden dolayı yara alması muhtemeldir. Haksızlıklara karşı susanın dilsiz şeytan olduğunu bildiren Hz Ali, aslında bize Maşeri vicdanın, toplumun haksızlıklara karşı konuşan bir dili olduğunu da öğretmektedir.
Vicdan nasıl bireysel anlamda nefsi levvame ise maşeri vicdan da aynı şekilde toplumsal yaşamın kınayan, sorgulayan, eleştiren nefsidir. Korkudan, çıkardan, sahip olunacak herhangi imkandan yani verilen ulufelerden dolayı yaşanan yanlışlara sessiz kalanların maşeri vicdanı küçük metalara satılmış demektir. Bu kar etmeyen bir ticarettir.
Sokrates savunmasında: “Yalnız şuna iyice inanınız Yargıçlarım; asıl mesele ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar… Şimdi ben, tarafınızdan ölüm cezasına, onlar da hakikat tarafından kötülüğün ve haksızlığın cezasına mahkûm edilerek ayrılıyoruz.” Diyerek ölümden kurtulmak için doğruyu söylemekten vazgeçmeyeceğini dile getirerek bize toplumsal vicdanın ne olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir.
Burada şu hususu vurgulayabiliriz; şeytanın ve nefsi emarenin telkinleriyle fıtratlarını bozanların aslında vicdan diye bir sorunları yoktur. Onlar için önemli olan sadece kendi arzu ve istekleridir.
Lut kavmi de toplumsal olarak eşcinselliği kendileri için tercih edilmiş bir yaşam biçimi görerek, bozulan fıtratların maşeri vicdanın nasıl yozlaştırılabileceğini bize göstermişlerdir. Bir toplumun çoğunluğunun istediği şeyin maşeri vicdan olmayacağına bizim için büyük bir delildir.
“Onlara, Allah’ın yaratışını (insanları yarattığı fıtratı) değiştirmelerini emredeceğim.” (Nisa/119)
İşte burada yine vicdanın din/fıtrat uyumuna değinildiğini görmekteyiz. İnsan yaratılışına/fıtratına aykırılığı kendisi için yaşam biçimi seçmeye başladığında ister bireysel ister maşeri olsun fıtrat ciddi anlamda çürümeye yüz tutmuş demektir.
Dünya hayatında bu çürüme, insanların tercihleriyle gerçekleşen bir olgudur. İnsanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah onları hem bireysel hem de toplumsal anlamda değiştirmeyecektir.
Bu ilke insanların yaratılıştan sahip olduğu bir güce; değişime işaret etmektedir. Değişimin güç olması onun iradesiyle alakalıdır. İradesi olmayan insanın ne tercih yapabilmesi ne de sorumlu tutulabilmesi mümkündür. Değişimi bu açıdan bir güç olarak ele almaktayım. Ve değişimi gerçekleştirecek iradenin dizginine hakim olan onu yönlendirme gücüne de sahiptir. İşte şeytanın yaratılışı değiştirebilmesi ancak irademizin dizginin onun elinde olmasıyla mümkündür. GDO’lar nasıl ki aslı hüviyetini kaybederek zararlı birer oluşuma dönüşüyorsa, insan da fıtratının değiştirilmesi sonucu sağduyulu düşünmeyi kaybederek vicdanın sesine sağır olacaktır. Bunun için fıtratlarını değiştiren insanların sözde hak talepleri ve bunun için yaptıkları yürüyüşler, protestolar maşeri vicdanın sesi olmayacaktır.
Bireysel vicdanı ele alırken onun nefsi levvame olduğunu ifade etmiştik. Şimdi maşeri vicdanla ilgili değerlendirmeleri de yukarıdaki ayetler ışığında ele alabiliriz.
Toplumun hakim gücünün kendisi için tercih ettiği fıtrata aykırı yaşamı bir takım bahanelerle süslemesi gerekmektedir. Yoksa fıtratı/vicdanı bunun doğru bir davranış olmadığını haykıracaktır. 28 Şubat döneminde ikna odalarında genç kızları inançlarına aykırı davranmaya zorlayan darbeci zihniyet bunu laiklik, çağdaşlık ve postmodern bir yaşam kültürüne aykırılığı bahane ederek gerçekleştirmişlerdi. Seküler ideolojiler hedonist bir yaşamı benimsemelerinin doğal sonucu olarak ahiret eksenli yaşamı savunanlara karşı vicdanlarını köreltmektedirler.
Kör olan vicdanların yaşanan haksızlıkları görme kabiliyeti yoktur.
Bu bağlamda peygamberler ve adaletsizlikler karşısında her türlü zorluğa rağmen duruş sergileyerek seslerini yükseltenler toplumlarının haykıran vicdanıdır.
Maşeri vicdan bize neyi hatırlatmalı veya nasıl davranmamızı sağlamalıdır?
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Maide/8)
Maşeri vicdan; yanlış kimden gelirse gelsin karşısında, doğru kimde olursa olsun yanında olmaktır.
Burada çok hassas bir hususun altı çizilerek maşeri vicdanın yaralanmamasına dikkat çekilmektedir. Bir toplumdan, topluluktan, herhangi bir anlayıştan bir şekilde nefret ediyor, sevmiyor ve farklı düşünüyoruz diye o topluluğa haksızlık yapma hakkımız yoktur.
Hak sadece insanın kendisine ve sahip olduğu millete, inanca ve kültüre ait bir özellik değildir. Mazlumun dini, ırkı, cinsi, sınıfı yoktur. Nefretimizin hakkı ihlal etmesini Allah kendisine isyan olarak değerlendirerek maşeri vicdanı yaralayacak yaklaşımlardan inananları uzak tutmaktadır.
Peygamber ve inananlar Mekke döneminde kendilerine ağır işkencelerde bulunan, sürgün edenlere karşı gücü ele geçirince haksızlık yapmaması konusunda uyarılıyor. Böylece maşeri vicdana evrensel bir elbise giydiriliyor. Adalet asla şahsi ihtiraslara kurban edilmemelidir
Güç adaleti ihlal ediyorsa orada maşeri vicdan güce kurban edilmiştir.
Buradan açacağımız parantezle hangi iktidar olursa olsun gücünü adaletin önüne koyuyorsa hakkı, haklıyı araştırmadan sadece kendi anlayışı doğrultusunda bir yargıda bulunuyorsa burada maşeri vicdandan söz etmek mümkün değildir.
Yukarıda değindiğimiz gibi hakkın güce kurban edildiği, haksız yargılamalar ve keyfi tutumlar karşısında yükselen seslerin, tepkilerin, protestoların maşeri vicdanın sesi olarak toplumda yankı bulması kaçınılmazdır.
Ancak bu aşamada iki tutum çok önemlidir; aşırılık.
Birincisi: İktidarların haksızlığa seslerini yükselterek maşeri vicdanın sesi olan topluluklara sert ve şiddet içeren yaklaşımlar sergilemesi ve orantısız güç kullanması asla kabul edilebilir değildir. İnsanların haksızlığa karşı sesleri meşru platformlarda kesilirse bu daha derin bir muhalefetin tohumu olacaktır. Ne zaman nerede nasıl ortaya çıkacağı bilinmez. Bunun için iktidarlar maşeri vicdanın sesi olan sivil itaatsizliklere, protestolara, tepkilere kulak verip onları anlamaya çalışmalıdır.
ABD’de George Floyd’un nefes alamayacak şekilde boğazına bastırılarak öldürülmesi derinlerde sürekli bastırılmaya çalışılan maşeri vicdanın haykırışına neden oldu. İlk sıralar bunu ciddiye almayan Trump olayların seyrini görünce ABD tarihinde ilk defa bir Afroamerikalı şahsı kuvvet komutanlığına getirmek zorunda kaldı.
Kontrolden çıkan halkın önünde duracak bir iktidar yoktur.
Şimdilerde maşeri vicdan Avrupa ve ABD’de bir Afroamerika baharını yaşatmaktadır. Bu toplumsal haykırışa sadece Afroamerikalıların değil her kesimden insanın destek vermesi ise maşeri vicdanın herhangi bir ırkın tekelinde olmadığını göstermesi açısından da önemlidir.
İkincisi; maşeri vicdanın sesi olarak sokaklara çıkan halk özel ve kamu binalarına saldırarak yağmaya, talana, yakmaya, yıkmaya yönelmeye başladığı zaman George Floyd gibi maşeri vicdanda nefes almakta zorlanarak ölmekle karşı karşıya kalacaktır.
Maşeri vicdan; bir haksızlığa karşı başka bir haksızlıkla karşılık vermek değildir. Bu ilkeyi yukarıdaki ayet çok net belirtmişti; Bir topluluğa duyduğunuz nefret/kin sizi adaletsizliğe sevk etmesin!”
Zulme, haksızlığa, işkencelere, keyfi yargılamalara karşı halkı ve sivil inisiyatifi talana, yağmaya, yıkmaya ve yakmaya yöneltmeyen sessiz duruş, sesli haykırış maşeri vicdandır.
Bir insanı, iktidarı yağmaya ve şiddete karşı duruş sergilemeye sevk eden gücün adına da vicdan denir.
Trumpgillerin vicdanı olarak olayı özele indirgemektense genel bir değerlendirmeyle şöyle diyebiliriz; gücünü adaletin gerçekleşmesine, haksızlıkların sonlandırılmasına kullanmayarak maşeri vicdanı yaralayan bütün iktidarlar için yolun sonu çok uzak değildir.
“Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifin/14)
[1] Sünen-i Tirmizi/ c.2 s. 147 Konya Kitapçılık.
[2] Sünen-i Tirmizi c. 2 sf. 362