Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Uzak "Akrabalar”-İle Yakın "Kardeşler” Arasında…

Dünya değişiyor, insan değişiyor, haliyle toplumlarda değişiyordu. O halde, var olan bu değişimden kaçılamayacaksa, uzakta kalan kalacak, ama yakınımızda bulunan kardeşlerimizde hem İslam kardeşliği ve hem de herkesin kendi fıtri haklarına sahip olacak şekilde yaşamaları için sağlam bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız vardı. Bu sözleşmeyi yapmak, imzalamak ve bihakkın uygulamak için çaba sarf etmemiz gerekir.


Bundan önce yayınlanmış bir yazımızda(*) Türklerin, ta Türkistan’dan(Orta Asya) başlamak üzere, uğrayıp yurt tutup yerleştikleri ve uzun yıllar, asırla boyu yaşadıkları topraklarda, o toprakların sahibi olan yerli unsurlarla karşılaştıklarını belirtmiştik.

Uzun asırlar boyu yaşamanın elbette çeşitli boyutları vardı; sosyal, siyasal, dinî/mezhebî, kültürel vb.

Kavimlerin büyük bölümünün, dünya yüzüne çıktıkları toprak parçalarından ziyade, belli bir müddet sonra, genellikle geçimlerini sağlamak ve güvenli ortamlarda yaşamak için, kendilerine yeni topraklar, yurtlar aradıkları bilinmektedir. Yurt aramayı özellikle Türkler için öngördüğümüzde, Türkçede “yurt tutmak, yurtlanmak” gibi kavramların varlığı, konuyu önemli kılar.

Türklerin, bu göçlerinde geçirdikleri hâllere bir bakalım; Türkistanilik, İranilik, Orradoğululuk(Irak, Suriye); Balkanlılık ve Anadoluluk olarak belirtilebilir.

Buna, az bir kesimi de dahil ettiğimizde 2. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle de Almanya’ nın yeniden imarında göz nuru ve el emeği bulunan gurbetçilerimizi de dahil ettiğimizde, Balkanlılık ile birlikte Avrupaîlik hâli de bu hâller içerisinde sayılmayı hak eder.

Zira Türklerin Avrupaîliği, kendi değerlerini korumuş olsa da, diğer hallerden biraz farklı olarak modernlik tecrübesine de işaret eder.

Bu Hâle ister istemez öteden beri bir yerliliği belirten Kürtlüğün Avrupaîliğini de ihtiva edebiliriz.

Gerek Avrupa’nın şahsında Türkiye’yi temsil etme ve gerekse de bulunduğu ülkelerde çeşitli ideolojik Formasyon saikiyle Kürtlüğü siyaset yoluyla dünyaya açma ve tanıtma eylemi de aynı minvalde değerlendirilebilir.

Keza Milli Görüş gibi uluslar arası İslami organizasyonlar yoluyla Türklüğün Müslüman/İslam/İslamcı halini de konu bağlamında değerlendirebilirdik.

Bu çerçevede Türk unsuru üzerinden –Kürtlüğü istisna kılarak belirtelim- İslam(bağımsız, ya da Diyanet teşkilatı üzerinden) Türk milliyetçiliği(ülkücülük)/Türk-İslam düşüncesi, salt Türk solu ve Kemalizm üzerinden ideolojik çeşitlilikte Türklüğün Avrupaî hâline işaret etmektedir.

Şimdilerde AK Parti iktidarı döneminde Türkiye dışında yaşayan Türk kökenli(yakın akraba) topluluklar(Batı Trakya Türkleri vb.) ile özellikle de din unsuru üzerinden Türklerle bir bağı bulunan(uzak akraba) topluluklar(Arnavutlar, Boşnaklar) için, onların yardım edilecek konularda yardımı bizzat Türkiyeli insanların yapmasına bağlı olarak işi organize eden bir kuruluş vardı; TİKA(Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı)…

Adı geçen bu kuruluş, dışarıda bulunan ve gönül bağımızın bulunduğu topluluklar adına devletin, bugüne dek oluşturup ortaya koyduğu önemli bir proje olarak değerlendirilebilir. Öyle ki, Müslüman coğrafyaya ait herhangi bir Afrika ülkesinden, Balkanlara, oradan Asya’ya milyonlarca karelik koca bir alanda; yakın ve uzak akrabalarla yeniden ilişki kurmak devam etmesi gereken bir strateji için önemliydi. Bu strateji; herkesi kendi dilini, kültürünü ve geleneğini yaşarken birbirleriyle kaynaştırmak, dünya ile temasa geçirip sağlıklı ilişki kurmak, kurdurmaktan ibaretti..

Bu saydığımız şeyler, ideal olup aramamız ve bulduğumuzda da yaşamımıza yön vermesini arzuladığımız hakikate uygun düşerdi.

Düşünün, milliyetçiliğin girdabına düşmeden, ırkçılığa bulaşmadan ve hele hele şoven olmadan; insanın öte diyarlarda bırakıp geldiği “ana” topraklarda yaşayan kendi yakın akrabaları ile yeniden ilişki kurmak istediği ilişki biçimi insana nasıl bir mutluluk verirdi.

Bunun devlet eliyle yapılması mı gerekirdi? Tabii ki de hayır, ama sivil yollar bulmak da bizim çabalarımız bağlı…

Bunu başka bir ölçekte de en güzel bağ olan din bağı ile birbirlerinden olduklarını resmeden, insanın yakında bulunan başka kavimlere mensup topluluklarla eskiden olduğu üzere devam ettirilecek ve aynı zamanda yeniden kurulacak ilişkilerde insana ayrı bir mutluluk verirdi.

Sadece bu konuda ve bu minvalde düşünün; Soyvetler yıkılmasaydı çoğu kişi Azerbaycan nasıl bir ülkedir; dili, dini nedir vs. pek bilmeyecek, Karabağ’dan hiç haberi olmayacak ve belki de Ermeni zulmü altında otuz küsur yıl esir hayatı yaşayan Şuşa şehrini ismini çok kişi duymayacaktı.

Keşke Azerbaycan’ı, can Azerbaycan’ın başka türlü duymuş olsaydık, bilmiş olsaydık!

Keza Saddam’ın o meşum katliamı olmadan da Haleçpe’yi, orada yaşayan Müslüman Kürt halkını, kardeşlerimizi başka zeminlerde ve farklı durumlarda tanımış olsaydık.

Keşke, ABD Irak’ı işgal etmeden de Felluce’yi, orada yaşayan Arap Müslüman kardeşlerimizi daha farklı ortamlarda tanımış olsaydık…

Keşke, Esedlerin zulmü olmadan ve o zülme bazı Müslümanların dahli olmadan Suriye’yi ve halkını zulüm altında değil de, gönenmiş bir şekilde tanımış olsaydık…

Keşke, onlarda bizi, kurduğumuzu ısrarla belirtikleri Kemalist karakterli Cumhuriyet rejimi ile bir görüp bizleri(tüm Türkiyeliler) Batılılaşmış, dinden çıkmış insanlar olarak değil de, kendileri gibi Müslüman olarak görmüş olsalardı. Gerçi bu, gerek Arap baharını takip eden süreçte onların feryatlarına tüm toplum olarak kulak kabartıp eyleme geçtiğimizde, bizim de kendileri gibi Müslüman bir toplum ve ülke olduğumuzu anlamışlardı.

Baştan beri Müslüman olduğumuzu bilen vardı, ama pek de yeterli değildi. Bir de var olan Kemalist rejim, hem bizlerin onlara yanaşmamızı zorlaştıracak ve hem de onların bizi tanımamaları için ideolojik engeller çıkarıyorlardı.  Ama çok şükür istenen boyutta olmasa da, bu engelleri az çok aşabildik. Ki, bu engellerin az da olsa aşılmasında, Özal dönemi ile AK Parti döneminde oluşan şartlarda vaki olabilmişti. Bunu da unutmamak gerekirdi.

Zaten devlet bazlı bir toplum olduğumuzdan maada, bize uygun bazı şeyler devlet eliyle yürüyordu. Uzak akrabalar; Orta Asya’da kalan Türkler(Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız vb.) Balkan Türkleri, Arnavutlar, Boşnaklar, bir bütün olarak Araplar, Hind alt kıtası Müslümanları, Afrikalı Müslümanlar vb. Yakın akrabalar ve kardeş topluluklar; en başta Kürtler(Zazalar da dahil) bu topraklarda yaşayan Arnavutlar, Boşnaklar, Abazalar, Gürcüler vb.

Dünya değişiyor, insan değişiyor, haliyle toplumlarda değişiyordu. O halde, var olan bu değişimden kaçılamayacaksa, uzakta kalan kalacak, ama yakınımızda bulunan kardeşlerimizde hem İslam kardeşliği ve hem de herkesin kendi fıtri haklarına sahip olacak şekilde yaşamaları için sağlam bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız vardı. Bu sözleşmeyi yapmak, imzalamak ve bihakkın uygulamak için çaba sarf etmemiz gerekir.

-----------------------

Not; yazıda “biz” vurgusu her ne kadar Türk unsuru üzeriden değerlendirdiği düşünülecek olsa da, kastımızın salt Türklük olmadığı, yazımız bir bütün olarak okunduğunda anlaşılacaktır.

(*)https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-anadolu-turk-ve-kurt-1/

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR