Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Davut GÜLER


Umudun Yeşerdiği Topraklar “Romanını Okurken Aklımda Kalanlar”

Davut Güler'in yeni yazısı;


 

Umudun yeşerdiği topraklar romanı tarihi bir roman, bu eser; yaşanmış olayları roman diliyle bize anlatıyor. Benim romanı okumama, romanla ilgili bir kardeşin tanıtım yazısı vesile olmuştu. Romanı okuyan biri olarak, yazının başlığında da ifade ettiğim gibi; “Umudun Yeşerdiği Topraklar…”, romanını okurken aklımda kalanları bir makalenin verdiği imkân dahilinde anlatmaya çalışacağım...

 Romanımız 7 bölümden oluşmuştur. 1. Bölüm; Karlar Erirken, 2. Bölüm; Cemreler Düşerken 3. Bölüm; Halit Bey, 4. Bölüm; Erzurum Mitingi, 5. Bölüm; Vilayet Kongresi, 6. Bölüm; 3 Temmuz Ilıca, 7. Bölüm; Başkanlık Kavgası

Kitabın takdiminde; “Umudun Yeşerdiği Topraklar” için; bu roman Erzurum tarihine vakıf bir tarihçinin, güçlü bir kalemin yazabileceği bir romandır, ifadesinin yanında; yazar Muzaffer Taşyürek'in ustalık eseri olarak takdim edilmektedir.

 Romanımız Rus işgali ve Ermeni mezalimi sonrası Erzurum ne haldeydi? Bu soruya o günün manzarasıyla ilgili bir hatırlatmayla başlıyor:

“Erzurum Ermeni zulmünün ezip geçtiği; koca bir mezarlık haline getirdiği, şehirden sonradan oluşturulan birliklerin günlerce kazıdıkları çukurlara kefensiz defnedilen binlerce şehidin toprağa verildiği bir Erzurum!

 Nüfusu 80 binden 8 bine düşmüş bî- çare Erzurum!

Ermeni çetelerinin giderayak son 10 gün içerisinde yaptıkları erkek nüfusun bırakılmaması adına düzenledikleri gerçek soykırımı, Medeni diye geçinen insanların gözleri önünde Bir asır önce yaşamış Erzurum!

Gözpınarları kurumuş; gençliğini, umudunu yitirmiş; üzerlerine ölü toprağı serpilmiş, korkudan dilleri lal olmuş; yani et kokularının, ahların, iniltilerin hüküm sürdüğü soluk benizli insanlara kalan Erzurum!

Can ve namuslarını kurtarmak için acımasız kışa aldırmadan Muhacirler çıkan; birçokları yollarda ölen, gidip dönmeyen, dönenleri ise kolay koydukları hiçbir şey yerinde bulamadıkları bahtsız Erzurum!

Millî Mücadele'nin Gür sesi Albayrak gazetesinin ateşli kalemi Dursun Beyzade (Müştak) Sıtkı Bey (Dursunoğlu) de durumu şöyle özetlemişti: “Bir gün ‘şehir alındı!dediler. Koşup içine girenlerden Haber geldi: Keşke alınmasaydı!’ diye… Çünkü alınan, o kadar alınamayacak hale getirilmişti! Evet, düşman Erzurum'dan çekilmişti ama sayılı gecelerinin içinde de sayısız Erzurumlunun ya süngünden geçirilmiş cesetlerini ya ateşte yanmış iskeletlerini görmüştü! Bu macera, 1914 harbinin alnımıza yazdığı kara yazı idi! Orta Çağ’da bile eşine az rastlanan bir katliam kaderi.”

 İşte romanımızda Oltulu Cemil ile Sarıkamış gazisi Mehmet Çavuş gibi kaderlerine küsmüş insanların Kaledibi’nde başlayan içten konuşmaların neticesinde çözülen dilleri sayesinde tarihi olaylara kapı aralanmış, devlet büyüklerinin yaptığı hatalar ortaya konmuş, neden böyle bir hale düştüğümüzün sorgulanması yapılmıştır...”

“1906 Erzurum isyanı, Ermeni mezalimi, Muhacirlik günleri, Millî Mücadele için baş koymuş Arif-i ulemasıyla, eşrafı esnafıyla bir şehir halkının başlattığı diriliş hikayesine ve milletine öncü oluşuna tanık olacak; bilmediğiniz, duymadığınız, tarih kitaplarına girmemiş birçok gerçekle karşılaşacak, Roman kahramanlarının adında çıkan sözlerle aktarılmış hatıra ve mütalaaları gözyaşları içinde okuyacak, öğreneceksiniz”

Bu kitapta Kadı Raif Efendi, Hüseyin Avni Ulaş, Süleyman Necati, Kazanasmaz (küçük) Kazım, Dursun Beyzade Cevat, Namık Efendizade Ahmet ve Eşrefağazade Menzilci Haşim Beyler; Binbaşı Hatunoğlu Süleyman ve Culfa Hamdi Efendiler; Alaftar Cazim ve Mezararkalı Mevlüt ağalar gibi daha nice insanın hikayesini okuyacak; Solak Saadet Sadık Efendi, İbrahim Hakkızade  Hoca Fehmi Efendi Hacı Hafız Hilmi  Efendi gibi hepsi bu topluma örnek ve önder olmuş vatan için her şeyi göze almış birbirinden Yiğit Cesur pırıl pırıl insanlarımızla iftihar edecek gurur duyacaksınız!

 Dahası?

 Deli Halit Paşa komutasındaki Rıfat Erdal, Cemil, Emin ve Mehmet Çavuş’la birlikte daha nicelerinin başından geçenlerle hüzünlenecek, vatanın kolay kurtarılmadığını idrak edecek, bu günlere kolay geliyor gelinmediğini anlayacaksınız!

Romanımızın takdiminde bunlar anlatılırken, romanımızın kahramanlarından biri olan Mehmet Çavuş’un ruhunu derinden etkileyen ve onu o savaş günlerine götüren yine savaşın sonucu olan; şehit Emin kardeşinin eşinin, çocuğunun beşiğini sallarken terennüm ettiği mısralarla giriş yapılıyor ve 624 sayfa kocaman bir kitap ortaya çıkıyor.

Mehmet Çavuş’un ve de tüm Erzurumluların sevdiği o türkünün ilk mısrasını verelim;

“Yaz yaz gelende çıkan yayla başına

Kurban olam toprağına taşına

Zalim felek ağu kattı aşıma

Ağam nerden aşar yolu yaylanın…”

Mehmet Çavuş bu türkünün ızdırabını ruhunun derinliklerinden yaşarken, 2. türkü ise ağasının emaneti Hanım Gelin'in çocuğunu sallarken mırıldandığı;

“Uyu Yavrum uyanacak günler var

Yarınları gözetleyen dünler var

Baban şehit, izlerinde ünler var

O izlerde sende dolaş ninni

Öç gününe tezce ulaş ninni…”

Savaşa, gayri ihtiyari bir isyanda var. Özellikle anaların ağzında bunu ifade eden şu metinler ne kadar manidar; “Ah Bu kadınlar, analar, bu çilekeş Anadolu anaları yok mu, bunlar hep evlatlarını harp için mi doğuracaklardı? Analar evlatlarını hep şehit olsunlar diye mi büyüteceklerdi? Onların kaderi miydi bu? Oğullar; bedenleri yakan kavuran çöl kumlarına yahut karın Bora'nın savrulduğu Dağların kar çukurlarına kefensiz gömülmek için mi doğuruyorlardı? Analar dokuz ay o zahmeti yavrular Memalik-i Osmani’nin bilinmeyen dere ve tepelerinde kalsınlar diye mi çekiyordu? Dünyayı paylaşmanın hırsıyla insanları ölüme süren adamların ihtiraslarına kurban gitsinler diye mi büyütüp besliyorlardı evlatlarını? Ölen de öldüren de ana kuzusuydu, yavukluydu, babaydı, kardeşti. Her ikisinin de yolunu bekleyen biri vardı ama her ikisinden birinin yolu kara toprağın bağrında nokta noktalanıyordu. Ya sahipsiz kurda kuşa yem oluyordu, ya da elbiseleri ile gömülüyorlardı bulunduğu yere. Ya geri dönenler, o kara toprağın üzerinde bedenin bir parçasını kaybetmiş olarak geri dönenler! Kimi gözsüz, kimi elsiz, kimi kolsuz, kimi bacaksız geri dönüp, geride bıraktıklarını yerinde bulamayanların durumu neydi? Gibi sorular devam ediyor...

Romanımız daha çok; Oltulu Cemil ile Sarıkamış gazisi Mehmet Çavuş’un anlatılarıyla şekilleniyor. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası olaylar hatırlanıyor ve o dönemin kahramanları devreye giriyor.

Yazarımız hangi kaynaklardan yararlandığını belirtmiyor ama o tarihi olayları ve o olayların aktörlerinin sözlerini tırnak içinde veriyor. Bu ise; kitabı daha anlamlı kılıyor.

Bu bağlamdan Oltulu Cemil’le Mehmet Çavuş arasındaki konuşmalarla bu tarihi olayları da öğrenmiş oluyoruz:

Mehmet Çavuş; peki, akıl edememişler mi bu karda kışta, Doğu'nun ayazında kara kışın ortasında savaşılamayacağını? Çavuş Cemil'in bam teline bastığını onu ürküttüğünü kırık dökük kelimelerle gelen sorudan anlamıştı ama oralı olmaz göründü.

 Etmez olurlar mı, Cemil gardaş? Hasan İzzet Paşa karşı çıkmış “olmaz” demiş. Karakışta, karda, boranda ordunun hareketi mümkün değildir. Dağlar, dereler yollar geçit vermez. Asker kırılır, ordu mahvolur.” demiş ama dinletememiş sözünü”

“Kime Enver Paşa'ya mı?”

“Evet Bana kalırsa işin asıl müsebbibi Hafız Hakkı Bey! İşler onun başının altından çıkmış! Ne de olsa o da komitacı. Bunların hepsi aynı kumaştan. Devleti hazırlıksız harbe soktular. Hesapsız kitapsız işlerle memleket evlatlarını harcadılar.” Tövbe tövbe diyerek başını sallamaya başladı…

“Dedim ya bunlar komitacı. Asker mi, partici mi, ne oldukları belli değil. Silah gücüyle hükümet devirip sadrazam öldürmek bunlarda. Zamanı gelmeden makam mansıp almak bunlarda. Adam kayırmak bunlarda. Bunlar duyduklarımız. Kim bilir daha duymadığımız neler var, neler. Enver Paşamızda Yaman komitacıdır. Hürriyet kahramanıdır. Balkanların Ateş topuna dönmesi komitacıların işi değil miydi? Ecdat topraklarının ta Edirne'ye kadar elden çıkmasına sebep olan, birbirini yiyen siyasetçi mi, Asker mi ne olduğu belli olmayan bu adamlar değil miydi? Hani padişahı beğenmeyip “biz memleketin sahibiyiz, memleketi millet biz kurtaracağız” diyenler bunlar değil miydi? Cenabı Hakk'ın işine bak ki Edirne'ye kadar ecdat topraklarının elimizden çıkmasına sebep olan bu komitacılar, Bulgar gavurundan bir avuç yeri geri alarak Edirne Fatihi oldular sen bunları Hamdi Efendi dinlemelisin…”

Romanımız 7 bölümden oluştuğunu daha önceden söylemiştik. Erzurum’un bir serhat şehri olmasından kaynaklanan sebeplerle, 1828- 1829, 1878 ve 1916 'da üç defa Rus istilâsına uğramıştır. İttihatçıların yanlış politikaları sonucu 1. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Müttefik Güçlerin savaşı kaybetmesiyle Osmanlıda Savaşı kaybetmiştir. Mondros Mütarekesi sonucu Osmanlı mülkü galip ülkelerce işgal edilmiştir. Anlaşmanın 7. Maddesinin düşmanlarımıza her istedikleri şehir ve limanı işgal hakkı tanımasının istikbalde nasıl feci tatbikata mesnet olacağı ise meçhuldür. Bu bağlamdan ülkenin her bir yanında işgale karşı toplumun her bir kesiminden bir uyanış ve bir başkaldırı bilinci yükseliyordu.

İşgale karşı bu isyanın umudu haline gelen 15. Kolordu kumandanı Kazım Karabekir Paşa’nın Sultan Vahdettin’le görüşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ateşleyici ilk fişeği olan Erzurum Kongresi’nin hazırlanma aşamasındaki çabası ve tüm bu sürecinin hikayesi, Mustafa Kemal Paşa’nın Kongre’ye katılması ve o sürçten yaşanan sıkıntılar. Yine Romanımızın kahramanlarından fikir ve siyaset adamı Hüseyin Avni Ulaş’ın gerek Erzurum kongresindeki çabaları ve gerekse TBMM’ne giden süreçteki çabalarının hikayesini okuyacaksınız.

Bolşevik isyanıyla (17. Ekim Devrimi) Ruslarca Ermenilerin kışkırtılması, TKP’nin gerek Erzurum ve gerekse bölge üzerindeki çabaları ve İngiltere’nin halkı silahsızlaştırma ve ordunun elindeki silahları toplama, silahları Ermenistan’a kaydırma faaliyetlerinin hikayesini okuyacaksınız.

Son olarak M. Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresinin devam ettiği günlerden Mazhar Müfid’e yazdırdığı özel notları vererek yazımızı sonlandırmış ve sizi Romanımızla baş başa bırakmış olacağız…

“Mazhar! Not defterinin yanında mı?”

“Hayır Paşam”

“Zahmet olacak ama merdivenler inip çıkacaksın. Al, gel.” dedi.

 Mazhar hemen aşağıya indi. Not defterini alıp geldi.

“Bak Mazhar bu defter iyi sakla şimdi yazdıracaklarımı bir ben bir sen bir de Süreyya bilecek.” Süreyya Mazhara baktı. Paşa'nın ciddi bir edayla söylediği sözleri merak etmişlerdi.

“Buna emin olabilirsiniz.”

 “Pekâlâ yaz!”

“Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir!

İki: Padişah ve haneden hakkında Zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.

Üç: Tesettür kalkacaktır!

Dört: Fes kalkacak, Medeni Milletler gibi şapka giyeceklerdir!

Mazhar Müfit söylenen şeyler yazıyor. Süreyya Bey büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Son sözleri yazan Mazhar kalemi defterinin üzerine bıraktı. Paşa, mavi gözlerini Mazhar’a dikmiş onun şaşkınlığıyla adeta eğleniyor gibiydi.

“Neden durakladın?”

 “Darılmayınız ama Paşam çok hayalperestsiniz!”

 Mustafa Kemal bir kahkaha attı.

“Bunu zaman tayin eder Mazhar. Sen yaz!”

Mazhar kalemi yeniden almıştı.

“Beş: Latin harfleri kabul edilecek!”

“Paşam kâfi, kâfi.” diyerek yazmayı bıraktı. “Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da Üst taraf yeter! Görmüyor musunuz adamlar biraz Asrî kelimesi ile ortalığı ayağa kaldırdılar.” Mustafa Kemal gülmesini kesmişti.

“Azizim Mazhar!.. Bu notları iyi sakla senden bir gün isterim. Şimdi siz bu şaşkınlığı atmak için iyi bir uyku çekiniz. Yarın bizi yeni bir gün bekliyor. Yapacak çok işimiz var. Diyerek odadan çıktı. Gözlerinden yorgunluk ve uykusuzluk akıyordu. Odasına çıktı ve kendisini yatağa bıraktı…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR