Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ümit AKTAŞ


Üçüncü Yol ve Yeni Umutlar

Yazarımız Ümit Aktaş'ın "yeni" yazısı...


Günümüz siyasetinin temel kavramları olan “sağ” ve “sol” terimlerinin kökeni, “sağ”ın kutsal, temiz ve itaatkârı, “sol”un ise kirli, isyankâr ve aykırılığı simgelediği bir geçmişe dayanmakta. Buradan hareketle Türkiye sağcılığı, Kur’an’daki “amel defterlerinin sağdan veya soldan verilmesi” kullanımından hareketle, sağcılık ve solculuğun günümüzdeki siyasal anlamlarıyla “kutsal metin” arasında bir bağ oluşturmaya çalışmakta. Oysa bu, kendilerini “sağcı” olarak gören “muhafazakâr” mütercimlerin bir işgüzarlığı olup; Kur’an’da veya genel olarak kadim dünyadaki “sağ” ve “sol”a atfedilen anlamla, günümüz siyasallığındaki anlamın doğrudan bir ilgisi yoktur. Dolaylı ilgi ise sağ siyasetlerin itaatkârlığı ve kutsalcılığı, sol siyasetlerin ise aykırılığı ve itaatsizliğiyle ilgilidir. Kutsal metinlerdeki kullanım ise, hesap gününde, dünya hayatında yaptıklarımızın yüzümüzü ağartması veya karartması, yani günahlarımızın yahut sevaplarımızın ağır basmasıyla ilgilidir. Bu ise kişiyi mücrim (günahkâr) veya salih (selamete ulaşmış) kılar; sağcı veya solcu değil. Dolayısıyla ahiretteki yargılama sahnesinin terimleriyle günümüz siyasetinin terimlerindeki benzeşme (sağcılık veya solculuk), tamamıyla biçimseldir ve buradaki otantik terimlerle günümüz siyasetinin aktüel terimleri arasında doğrudan bir ilinti bulunmamaktadır. 

İtalyan düşünür Norberto Bobbio’nun “Sağ ve Sol, Bir Politik Ayrımın Anlamı” adlı kitabı, bu kavramların günümüzdeki anlamları üzerinde yoğunlaşan bir çalışma. Buna göre sol siyasetler yapıcı bireyciliği ve yapıcı bütüncüllüğü nitelerken, sağ siyasetler ise gerçek bireyciliği ve gerçek bütüncüllüğü niteler.[1] Sol, insanları ayırmaktan çok birleştiren değerleri önemserken, sağ ise insanları diğerlerinden ayıran hususiyetleri önemser. Solcu için eşitlik kural ve eşitsizlik istisna iken, sağcı için eşitsizlik kuraldır.[2] Sağın eşitlik karşıtı olması ise kötü niyetinden değil, insanlar arasındaki eşitsizliğin yalnızca giderilemez olduğunu ya da sadece özgürlüğü bastırarak giderilebileceğini, ama bu arada bu eşitsizliklerin toplumun gelişmesi için yapılan kesintisiz mücadeleyi teşvik ettiği için gerekli olduğuna inanmasındandır.[3]

Her iki tarafın da dilinde demokrasi, orta hâlli siyaset ile eş anlamlıdır ve yalnızca orta tabakanın değil orta kalitede insanların hâkimiyetindedir. Oysa bu demokratik orta hâllilik teması tipik bir faşist veya otoritaryan temadır.[4] Beri yandan sağda olmak dindar olmak anlamına gelmediği gibi, solda olmak da tersi değildir. Mesela “kurtuluş teolojisi” sol bir akımdır ve Hıristiyanlıktan neşet eder. Faşizm ise sağda olduğu hâlde genellikle dinlere uzaktır. Laiklik, teknik ilerleme, refah ise sağ ve sol siyasetlerin ortaklaştığı ilkelerdir.

Feminist, etnik veya dinî hareketler ise, “farklılıklar”ın temsil edilmesini savunarak, sağ-sol ikilisine dayanan sistemleri krize sokarlar. Bu kriz ise durağanlaşmış ve konformist siyasetleri hareketlendirerek, verili demokratik temsil biçimlerini sorgulayan radikal demokratik tutumları ortaya çıkarır. Böylece sınıf siyasetlerini bir ölçüde aşmış veya etkisizleştirmiş olan günümüz siyaseti, bu kez de kimlik siyasetleri üzerinden ve siyasal temsili daha da doğrudanlaştırarak, siyasal konformizmi aşmaya çalışmaktadır.      

Siyasal sol kadar sağın da temel kavramlarından olan özgürlük, bireysel bir duruma işaret ederken; eşitlik, toplumsal ve ilişkisel bir duruma işaret ettiğinden, dışlayıcı değil, tamamlayıcı ve hatta sınırlayıcıdır. Dolayısıyla insanın bireyselliğinin özgürlüğü, onun toplumsallığının eşitleyici baskısıyla sınırlanır. Bu durumda cemaatsel/toplumsal eşitlik de, bireyin özgürleşmeci çabası tarafından tehdit edilir. Dolayısıyla bu ikili kavramın dengelenmesi ancak bir siyasal toplumla, bu toplumun farklılıkları bir arada çoğullaştırmaya çalışan çabalarıyla sağlanmaya çalışılır.

İnsan hakları bağlamında ise, sağın daha çok doğal hakları esas almasına karşı, sol daha çok pozitif ve toplumsal hakları esas alır. Veya sağ otantisiteye önem verirken, sol ütopyacıdır. Ya da sağın rekabetçiliğine karşı solun paylaşımcı yönüne dikkat çekilebilir. Sağ karizmatik ve hiyerarşik iken, sol toplumcu ve eşitlikçidir. Mevcut koşullar içerisinde bu kavramların siyasallıktaki yeri ve mahiyeti tartışılabilir olsa da, mevcut hakların birçoğunun solun mücadeleleriyle elde edildiği ve buradaki sol niteliğin görece olduğu da unutulmamalıdır.

Eşitsizliklerin azaltılması ve doğal eşitsizlikleri daha az ıstıraplı hale getirmeye yönelik görece sağ bir eşitlikçi eğilim ile “herkesin her şeyde eşitliği” gibi köktenci bir yaklaşımın eşitlikçiliği ise oldukça farklıdır.[5] Solun eşitlikçiliğinin sağdaki karşılığı ise adalettir. Bunda ise dikkate alınan farklılıklar ve bu farklılıkların gözetilmesidir. Bobbio ise, “toplumlarda hiyerarşi ve eşitsizlik yaratmaya dair (genel) bir eğilim” olduğunu; solun ise bu eğilimi tersine zorlayarak en azından denge sağlayıcı bir işlev üstlendiğini belirtir. Genel olarak sola yakın olan sosyalizmin nihai gayesi, “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” olan bir toplumsal duruma ulaşmaktır. Bu ise Marx’ın da benimsediği, İncil’den mülhem ve esasen dinî bir toplumun ve kardeşliğin ilkesidir.

Bu meselelere günümüzün siyasal yaklaşımlarıyla ilk kez dikkat çeken Rousseau eşitlikçi iken, Nietzsche farklılıkçıdır. “Rousseau, insanların eşit doğduğu ama sivil toplumun onları farklılaştırdığı fikrinden hareket eder. Nietzsche ise, aksine, insanların doğadan farklı olduğu ve yalnızca toplumun, topluluk ahlakıyla, acıma ve boyun eğme gibi dinsel yaptırımlarla onları eşit hale getirdiği düşüncesinden yola çıkar.”[6] Aristo ise “eşitlere eşit tarzda, farklılıklara farklı tarzda” davranmanın “altın orta” addedildiği, farklı bir “adalet”i savunur.

Bobbio’ya göre “politik öğreti ve hareketler, aşağıdaki dört bölüme ayrılabilir:

  1. a) Aşırı solda eşitlikçi ve yetkeci hareketler bir arada bulunurlar; bunun uygulanabilir soyut bir kategori haline gelebilecek ve aslında farklı tarihsel durum ve dönemlerde uygulanan en önemli tarihsel örneği de Jacobinciliktir;
  2. b) bugün ‘liberal sosyalizm’ olarak adlandırabileceğimiz, aynı anda eşitlikçi ve özgürlükçü öğreti ve hareketlerin farklı politik faaliyetleri, tüm sosyal demokrat partileri de içerecek şekilde yer aldığı merkezi sol;
  3. c) demokratik metotlara bağlılıklarıyla tepkici sağlardan ayrılan, ama eşitlik idealine göre, yargıcın kanunları tarafsız bir şekilde uygulama görevini içeren, yasalar önündeki eşitlikle ve benim asgari eşitlikçilik diye adlandırdığım eşitlikçiliği tanımlayan eşit özgürlükle yetinen muhafazakâr partilerin yer aldığı özgürlükçü ve aynı anda eşitsizlikçi öğreti ve hareketlerin bulunduğu merkezi sağ;
  4. d) Nazizm ve faşizm gibi iyi bilinen tarihsel örneklerinin belirtilmesini yüzeysel bulduğum anti-liberal ve anti-eşitlikçi öğreti ve hareketlerin bulunduğu aşırı sağ.”[7]

“Reel sosyalizm”in çökmesi akabinde “tarihin sonu”nu ilan eden Fukuyama’ya göre ise: 1) Tarih, eşitsizliklerin eşitlenmesi tasarısı yoluyla değil, tam tersi, üstünlük için verilen bireysel veya kolektif mücadele yoluyla gelişir. 2) Ütopik olarak değil de gerçekçi olarak yorumlandığında insanların arzuladığı şey eşitlik değil, rekabet ve düşman karşısında zafer ile elde edilen üstünlüktür… Şimdiye kadar komünizmi eleştirenler, ortak mülkiyetin daha adaletli bir toplum amacına ulaşmak için uygun bir araç olmadığını, çünkü daha çok eşitlikçi bir araç olduğunu, eşitlikçilik tarafından izlenen hedefin arzulanmayan, bundan dolayı da hatalı bir hedef olduğunu iddia etmişlerdir.”[8]

Perry Anderson ise, “Sağ” ve “Sol” “arasına yerleşecek ılımlı bir Merkez’in varlığında ısrar ederek ikiye bölünmenin bağıntılandırılmasını savunur. Bu aykırılığı reddetmenin ikinci yolu ise sağın ve solun miraslarını hem sağın hem de solun ötesinde yer alan bir sentez içine dahil eden ve onları aşan bir ‘Kapsayan Üçüncü’ perspektif üzerinde durmaktır. Son tür ise bir ‘Kesen Üçüncü’nün varlığıdır. Bu ise hem sağın hem de solun safları arasına girerek bu terimlerin içeriğini boşaltır.” Ona göre bu, “Bobbio’nun sık sık Yeşillerin politikasına atfettiği bir roldür… Nasıl ki insanlar açık bir şekilde aynı zaman diliminde -bakış açılarına göre de değişmek üzere- hem eşittir hem de değil, bu bağlamda bazıları ‘insanların eşit olmadıklarından çok eşit olduklarını’, bazıları ise ‘insanların eşit olduklarından çok eşit olmadıklarını’ düşünmektedir. Bu, sağ ve sol arasındaki ayrımın altında yatan ebedi çelişkiden başkası değildir. Bir başkası daha onlara eklenir. Sol, eşitsizliklerin büyük bir kısmının toplumsal olduğuna ve böyle oldukları için de giderilebileceklerine; sağ ise eşitsizliklerin büyük bir kısmının doğal ve onun için de giderilemez olduğuna inanmaktadır. Birincisi için eşitlik bir idealdir, ikincisi içinse değil… Doğal olarak üretken eşitsizlik kuramı, özellikle Hayek’in o güçlü eserinde görüldüğü üzere, her şeyden önce sağ tarafından geliştirilmiştir. Sol, ona düzeltici ama gerçek ve uygun olup olmadığı kesin olmayan ‘kurallar’ ekleyerek, onu büyük bir kısmı itibarıyla yeniden uyarlamış ve şekillendirmiştir.” Bobbio ise, “eşitsizlikleri ancak daha kötü durumda olanların koşullarının iyileştirilmesine hizmet ettiği ölçüde kabul eden ve adaleti eşitlik olarak kuramlaştıran ılımlı solun filozofu Rawls’ı izler.”[9] 

“Politik tartışmada, Kapsayan Üçüncü genellikle bir Üçüncü Yol girişimi olarak, yani ‘merkez’ konumundan farklı olarak sağ ve solun ortasında bulunmayan, ancak her ikisinin de ötesine gitmeye çalışan bir konum alma girişimi olarak ortaya çıkar. Pratik olarak bir Üçüncü Yol politikası bir merkez politikasıdır, ama ideal olarak kendini iki uç nokta arasında bir uyum biçimi olarak değil, her ikisinin de aynı zamanda aşılması, yani onların eşzamanlı kabulü ve yok edilmesi olarak ortaya koyar.”[10] Nitekim Slavoj Zizek’e göre de “üçüncü yol”, herhangi bir ara yol veya bir tür dengelemecilik politikası, “iki alternatif arasında karar vererek veya ikisi arasında duran bir orta yol önererek değil, ikisi birlikte düşünülerek bulunacak bir çözümdür.” Bu ise her şeyden önce, “bu seçimden önce geleni, her iki tercihin de dışarıda bıraktığı ve yerini aldığı şeyi düşünmeyi” gerektirir.[11]

Mevcudun yerini alacak bu farklı ve yeni çözüm ise, sahneye kurucu bir istisna olarak girecektir. Öyle ki bu tutum, mevcudun reddini içerse de, ütopik bir uygulanamazlığı önermez. Tabiri caizse radikal bir muhafazakârlıktır önerilen. “Ne küresel piyasa toplumuna ne de yeni etnik fundamentalizm biçimlerine ait olan üçüncü bir bölgeye işaret etmektedir bu kuramcılar.”[12] Ki, buna benzer bir tutuma ben de daha önceki yazılarımda “arâfta olmak” kavramıyla işaret etmiştim. Bu ise saf bir düşünümselliğe değil, politik bir eyleme, sonsuz adalete çağrıdır. Zorakiliği ve dayatmaları dışlayan bu istisnailiği gerekli kılan ise mevcuda dair her iki yolun, yani verili karşıt tutumların ve kutuplaşmış siyasetin geçersizliğini ve çözümden uzaklığını gösteren kriz durumudur. Aslında yapılacak olan çok da mucizevi bir şey değildir. Ama mevcut durumun çıkmazı ve kilitlenmişliği, en basit yolları bile açıklıktan ve uygulanabilirlikten uzaklaştırmaktadır. Her şey alenidir aslında. Yapılması gereken, sadece bir ses(ler)in yükselmesi ve mevcut durum tarafından üstü örtülen toplumsal gerçekliğin açığa çıkarılması; yani yenileyici bir siyasallığın işlerlik kazanabilmesi için, gerçekliğin üzerindeki bu örtünün kibarca kaldırılmasıdır.

“Üçüncü yol” için Türkiye’de de farklı girişimlerde bulunuldu. 28 Şubat’ın o boğucu “ara dönem”inde, demokratik solcular, barışçı Kürtler, liberal demokratlar ve özgürlükçü İslamcılar arasında bir uzlaşma havasında beliren bu tutum, “Doğu Konferansı” işbirliğiyle, yerel ve bölgesel barışın gerçekleştirilmesi için önemli girişimlerde bulunmuştu. Türkiye’nin ulusalcı ve küreselci güçlere tâbi bağlantılarını sorgulayan ve bu durumunu reddeden tutumun önü ise görünürde buna benzer bir strateji ve söylem üzerinden iktidara gelen Ak Parti tarafından kesildi. Ak Parti ise, önce Fetullahçılara dayanarak askeri vesayeti geriletirken, ardından MHP ile oluşturduğu koalisyonla Fetullahçı güçleri kamudan tasfiye etti. AKP-MHP işbirliği, giderek yerleştiği ulusalcı bir Kemalist çizgi üzerinden “üçüncü yol”a dair tüm umutları ortadan kaldırırken, tıpkı Cumhuriyetin kuruluş döneminde olduğu gibi, farklılıklarla teşkil olunan örtük bir koalisyon, sadece bir geçiş dönemi işlevi görerek, akim kalan bir darbe gösterisiyle[13] işlevsizleştirildi ve ortaya çıkan boşluğu yine baskıcı bir ulusalcılık doldurdu. Dindarane bir söylem ise ulusalcı tahakkümü meşrulaştırılan bir Diyanet faaliyetiyle sınırlandırıldı. Etyen Mahcupyan’ın da ifade ettiği gibi bu tutum, İslamcılığın reddedildiği bir İttihatçılığa dönüştür.

“Üçüncü yol”a dair en azından bazı umutları diriltme çabası, CHP merkezli bir strateji tarafından da üstlenilmeye çalışılmakta. Ama burada da İYİP’in ve CHP içi ulusalcılığın markajı, bu tutumu ulusalcı bir çizgiden uzaklaştırmamaya çalışırken, HDP üzerindeki PKK markajı ise, bu çabaya HDP desteğinin alenileşmesini önlemektedir. Bir başka benzeri çaba ise, Mazlumder ve HDP süreçlerinden sonra, Kars Belediye Başkanlığından alınarak yerine kayyum atanan Ayhan Bilgen etrafında teşkil olunmaya çalışılmakta.

Ayhan Bilgen ve arkadaşlarının bu çizgisi daha rafine, olumlu ve üretken bir iklimi haiz ise de, Türkiye siyasetinin yerel ve küresel çizgilerinin rezervlerini ve markajlarını aşma zorlukları bir yana, meşru maddi desteklerden, yani siyasi hareketlere devlet tarafından sağlanması gereken finansal desteklerden de yoksun. Dolayısıyla da bu tip bağımsız siyasal girişimlerin finansı, Türkiye siyasetinin ve demokrasisinin de en önemli sorunu. Zira sivil inisiyatiflerin partileşme çabaları, sosyal sermaye kadar finansal bir sermayeyi de gerektirmekte. Hele ki basının büyük ölçüde susturulduğu, sermayenin markaj altında tutulduğu, bağımsız aydınlar ve siyasilere tutukluluk yolunun ve gerekçelerinin oldukça kolaylaştırıldığı günümüzde, bu tip uğraşlar oldukça cesarete, desteğe ve sermayeye muhtaç durumda.

Gerçi elan içerisinde bulunduğumuz, iktidarın, muhtemel çöküşünden bir strateji efsanesi yaratmaya çalışarak mevcut durumun rezaletinin üstünü örtmeye uğraştığı günümüz koşulları, aynı zamanda bu tip siyasal hareketlerin çıkışı için de oldukça uygun bir vasat. Nitekim 25 yıl önceki krizin benzeri durumundan yararlanan da Ak Parti olmuştu. Tabi ki Refah Partisinin kapatılmasıyla ve Erdoğan liderliğindeki sahte bir kurtuluş umuduna da ortam hazırlanarak. Ortalığın yeniden karardığı günümüzde ise fecrin ışıkları sökün etmekte. Tabi bu kez de başka bir fecri kâzible uyanmaz isek…

[1] Sağ ve Sol, Bir Politik Ayrımın Anlamı, Norberto Bobbio, Dost Y. s. 16

[2] Age, s.22

[3] Age, s. 36

[4] Age, s. 71

[5] Age, s. 107

[6] Age, s. 113

[7] Age, s. 124

[8] Age, s. 138, 139

[9] Age. s. 145, 147, 152

[10]  Age, s. 54

[11] Slavoj Zizek, Evrensel İstisna, Radikal Siyaset Okumaları, Monokl Y. s. 45

[12] Age, s. 213

[13] Kemalizm ise aynı stratejiyi Şeyh Said isyanını bahane göstererek uygulamıştı.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR