Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Bayram YILMAZ


TÜRKLER GELİYOR

Bayram YILMAZ; Hemide gümbür gümbür…


 

Türkler geliyor bir Mehmet Bozdağ projesi ve yapımı olan bir film. Tarih alanında üniversitede eğitim görmüş, sosyoloji alanında yüksek lisansını yapmış, milliyetçi muhafazakar duygulara sahip Kayserili bir müteşebbis. Geçmişte Jön filmleri furyasından farklı olarak yapımcı, yönetmen filmleri anlayışının önemli temsilcilerinden. Popülaritesini tarihimizin en itibarlı kişilerinden Osmanlı devletinin kurucusunun babasının hayatını hamasi duygulularla ve aksiyon sahneleri ile özelliklede hedef seyirci kitlesinin arzularına uygun bir kurguyla gösterebilme meziyetine borçlu. Bize göre de en çok eleştiri hak eden yönü ise; filmlerinde politik tercihlerini altını çizerek vurgulaması. Bunun da ekranda olan dizi yâda sinema filminin sanatsal yönünün geri planda kalmasına neden olması. Senarist ve yapımcı olarak; beklentilere uygun bir şekilde sahneler çeken ve bunları da çoğu zaman güncel siyasetin baş aktörlerinin istedikleri algının beslenmesine uygun olarak yayınlatan başarılı bir yapımcı. Bu da bir tercihtir ve hedeflerin gerçekleşme düzeyi bakımından başarıdır.

Gençlik ve Spor bakanlığına bağlı bir gençlik merkezinin sponsorluğunda izledim Türkler Geliyor “Adaletin Kılıcı” filmini. Gösterim bize ücretsiz olunca oğlumu, kızımı, komşunun ve arkadaşlarımın çocuklarını da alarak hep birlikte bazen mehter marşının coşkusuyla coşarak, bazen cehri bir zikir halkasının müziğine kafamızı sallayıp tempo tutarak, bazen de Viyana Salon Dansları Topluluğu’nun gösterisi tadını vermese de folk ve vals dans karışımı sahnelerde kendimiz farklı duygulara ve ritme kaptırdık.  Allah’tan yapımcımız cihad ayetlerini bilecek kadar dindar olduğu için bende Suat Yalaz’ın  Tarkan’ını, Fatih’in Fedaisi Kara Murat’ı, Durakoğlu’nu hatırlatan Bizans sarayında prenseslerin gönlünü çalan “yakışıklı türk”  çok şükür ki sınırları fazla zorlamadı.

Kötü başladık, toparlayalım.

Öncelikle Türkiye’de sinemada izlenilen filmlerin %55-60 oranında yerli yapım olması (bu oran Avrupa’daki en yüksek orandır) ve bu oranın Türk/yerli yapımlar lehine artıyor olması sinemamızın geleceği açısında çok kıymetli olduğunu belirtelim. Yapacağımız tüm eleştirilerimize rağmen Recep İvedik’ten Naim filmine,  7. Koğuştaki Mucize filminden, Türkiye’de tüm zamanların en çok izlenilen animasyon filmi olan Rafadan Tayfa filmine kadar emeği gecen herkese teşekkür etmek gerekir.  İlla abartılı bir kahraman filmi izleyeceksem de bunun bir Türk Kahramanının filmini olmasını tercih ederim.

Birçok sakıncasından dolayı eleştirdiğimiz AVM kültürüne yaslanan “filmi gösterimdeyken sinemada izler çıkışta da yemek yeriz.” kültürünün oluşturduğu imkan sinemacılarımızı yapımlarına masraf etme konusunda daha cesur ve cömert hale getiriyor. 

Türkler geliyor filmi de hedef gişe ve yapımcısının imkânları sayesinde masraftan kaçınılmamış. Bizim eleştirilerimiz senaryo ve diyaloglar üzerinden olacak ama güzel başlamak adına özellikle aksiyon sahnelerinin hakkının verildiğini ifade ve takdir etmemiz gerekiyor.

Ekranda gerçek kılıç dövüşü görüyorsunuz.  İyi at binen, kılıç kullanan oyuncular artık jön filmlerinden daha çok yapımcı ve yönetmen filmlerinde boy gösterebiliyorlar.  Teknolojinin de verdiği imkânlar ile düşmanın koltuk altına giren kılıçları değil parçalanmış bağırsakları rahatsız edici olarak ekranda görüyorsunuz. Buda aksiyon sahnelerinin gerçeklik duygusunu besliyor.

Benim bu filmde ilk defa bu kadar başarılı bir şekilde gördüğüm özellikle yırtıcı bir şahin kuşunun bazı sahnelerde çok başarılı kullanılabilmesi sinemamız adına önemli bir eşiğin aşılması anlamına geliyor. İçimizden keşke başrol oyuncumuzun “Kara Şahin” ile geçirdiği vakitleri daha fazla görebilseydik diyoruz. Bu sahneler zannımca filme daha fazla estetik duygusu katabilirdi. Yine bir çekim tercihi olarak geniş plan çekimleri daha fazla kullanılsaydı bizlere Osmanlının büyüklüğünü daha fazla hissettirebilirdi.

Atlı sahnelerdeki çekimlerin başarısında yapımcının tecrübesini hissediyorsunuz.  Yine okların kullanımı ve sahneye yansıtılmasında da sizde hiçbir efekt duygusu oluşmadan “çok gerçek” duygusu verilebilmiş. Bunların hepsi teknik ekibin başarı hanesine yazılması gereken başarılı uygulamalar olmuş. Yalnız akıncılarımız kostümlerinin temizliği ve sağlamlığı konusunda aynı şeyleri pek söyleyemeyeceğim. Üzerlerindeki kıyafetler gereğinden fazla temiz, birde bıçakların ve kesici aletlerdeki işçilik dönemin şartlarının çok ilerisinde…

Zülf-ü Yare gelelim;

Bir sinema filmini başarılı kılacak, yaptığınız masraf ya da teknik işçiliğin ekrana yansıtılma başarısı değildir. Sinemada başarı öncelikle bir hikâyenizin olmasıdır. Hikâyenizden daha önemli olanın ise hikâyeyi sinema diline uygun olarak anlatabilme becerisidir. İşte bu anlatabilme kısmı maalesef filmimizde hamasetin, göstere göstere mesaj verme tasasının altında eziliyor.  Yapımcı ve finansör tercihi der geçebiliriz. Lakin ifade etmek isteriz ki “haddinden fazla şiddet(hamaset) gayedeki hikmeti yok eder.” Konu milliyetçilik olduğu zaman bir duygunun yoğunluğu ve şiddeti çoğaldıkça, uzaklaşanı yaklaşanından daha fazla olabilir. Milliyetçilik standartlarınızı yükselttikçe de mensuplarınızın sayısı azalacaktır.

Tarihi film söz konusu olduğunda dünyada en fazla malzeme çıkartabilecek milletiz. Bırakalım hayali kahramanları gerçek kahramanlarımızın sayıları bile yüzlerce filme ilham kaynağı olabilir. Tarihimiz yazılanlardan çok daha fazla yazılamamış destanlarımızla doludur. Bu kadar bereketli bir geçmişten hataları ve sevapları ile nice yiğit akıncının, delibaşın, devlet adamının filmini izlemek bizlerde ecdadımıza layık olma duygumuzu besleyebilirdi. Filmimizde ise çoğunluğunun okuma yazma bilmediği tarihi bir gerçek olan (çok da gereklide olmayan) akıncılarımızın filmde anlatılan lideri çatır çatır Latince konuşuyor. Hemide incili hatmetmiş olarak pasajlar okuyor. Anlatmak istediğimizi de tam olarak bu örnek ifade ediyor. En az 10 yıl okullarda yabancı dil eğitimi alıp da adres soramayan bir milletin ahfadı olarak Latince konuşabilen, vals yapabilen, atını şaha kaldırabilen, yılan zehri sağabilen bir akıncıyı nasıl örnek alalım ki? Kemal Sunal’ın Tosun Paşa filmindeki gibi “ya Lütfü bey ben bu söylediklerinizin hepsini yapabiliyorum da bir tek gözümden şimşek çıkartamıyorum…” bizde olay örgüsündeki mevzunun hepsini çözdük de Latinceyi bir türlü yapamıyoz!  Hayır adamı bir örümcek filan da ısırmıyor ki süper güçleri olsun. Yine filmimizin kadın başrol oyuncumuz ise ne tür bir eğitimden sonra Sırp askerlerini telef eden bir aksiyon/casus karaktere dönüşüyor bu sürecide izleyemiyoruz. Herhalde Türk olmaya karar verince bıçak, kılıç her türlü ekipmanı ninja ustalığında silah olarak kullanabiliyor…

Efsanevi Akıncı beyi Konuralp rolünde izlediğimiz–ki gerçekte bir akıncının akıncı olarak o yaşa gelmesi pek mümkün değil- Serdar Gökhan’ın seyircide bıraktığı karizmatik etki rolünün gereği ve oyuncu olarak güçlü bir etki oluşturuyor. Konuralp’e akıncıları “Başbuğum” diye hitap ediyorlar ki naczane ben Osmanlı döneminde böyle bir hitabın olduğunu okumadım. İfade daha çok İslam öncesi türk boylarında bir unvan olarak kullanılmakta.-

Filmin (bize göre) kötü karakterlerinin isimleri de tamamen Sırp milliyetçilerinin lider isimleri; Lazar, Miloşeviç, Karadziç… gibi hepsi tarihte Osmanlı atalarımızla savaş meydanlarında karşılaşmış isimler.

Filmin aslında çok güzel bir hikâye malzemesi var. O da Boşnak Müslümanlarının ataları olan Bogomillerin teslisi kabul etmeyen bir tanrı inançlarından dolayı hem Ortodoks, hem de Katolik Hıristiyanlarca “kafir” kabul edilip zulme/eziyete uğramaları mazlum bırakılmaları. Bunun nedenleri ve felsefesi üzerine biraz durmak herhalde aksiyonu yavaşlatır diye pek tercih edilmemiş. Bogomillerin bu tek tanrılı bir Hıristiyanlık anlayışları da zaten tarihi koşullarda çabuk Müslümanlaşmalarının nedeni.   Keşke Filme derinlik katma adına bu inanış filmde daha fazla irdelenseydi hem bu sayede Bosnalı Müslümanların neden kendilerine “Evladı Fatihan” dediklerinin arka planına da işaret edilmiş olurdu.

Yine tarihi gerçeklik olarak balkanlarda Türk demenin Müslüman demek olduğu gerçeği filmin anlatım tercihinden dolayı Türklüğün altında kalmış. Yoksa şahsen gördüğüm balkanlardaki eski ilmihal kitaplarında “Ne zamandan beri türksün? sorusuna “Galu bela’dan beri türküm” cevabı öğretiliyor. 

Film ergen seyirci kitlesinin tiyatro salonundaki gibi aktif seyirciliği ile aksiyon dolu, coşkulu ve dombıra çalgısı eşliğinde romantik mutlu sonla bitiyor…

Bize de bu kadar gerçeklerden ilham alıp ama bir o kadar gerçeklerden uzaklaşan aksiyon dolu başarılı bir filmin sonunda, bolca hamasete maruz kalmış seyirciler olarak Balkan Müslümanlarının eski ilmihallerinde geçtiği anlamıyla “Allah Türklüğümüze zeval vermesin.” duasına amin demek düşüyor…

Son olarak başrol oyuncumuz casus olarak girdiği Sırp sarayındaki traşı ile konusu 01 Adana da veya İstanbul Tarlabaşı’nda gecen bir film veya dizide oynayabilir. Ben sacının yanlarındaki façalarına hayran kaldım…

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR