Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


TÜRKİYE’DE İSLAMCILIĞIN ÇAĞDAŞ SORUNLARI

Yusuf Yavuzyılmaz; İslam’ın 20.yüzyılda en önemli sorunlarından biri modernist düşünceyle karşılaşması ve ona karşı tatmin edici bir sonuca ulaşamamasıdır.


1) İslam’ın 20.yüzyılda en önemli sorunlarından biri modernist düşünceyle karşılaşması ve ona karşı tatmin edici bir sonuca ulaşamamasıdır. Bu durumun en önemli sebebi, İslam’ın tarihte oynadığı özne rolünü kaybetmesidir. Osmanlı devletinin çöküşü ile başlayan gerileme süreci, Müslüman aydınlarda büyük bir travma yaratmıştır. Uzun bir süre Müslüman aydınlar geri kalmanın sebepleri üzerine fikir yürüttüler. İslam coğrafyasında bu konuda, Sait halim paşa’dan Mehmet Akif’e, Seyyid Kutub’tan Ali Şeriati’ye, Muhammed İkbal’den Mevdudi’ye, Hasan Hanefi’den Muhammed Abid Cabiri’ye, Ali Bulaç’tan İhsan Eliaçık’a kadar yüzlerce çalışma yapıldı. Ancak gelinen noktada tüm bu çalışmaların beklenen sonucu vermediği ortadadır. Müslüman aydınlar, modernizm konusundaki eleştirel bakışlarını, modernizmin doğurduğu sonuçları çözme konusunda gösteremediler.

         İslam tarihte gelişim sürecinde büyük meydan okumalarla karşılaşmıştır. Bu meydan okumaların en önemlileri hiç kuşkusuz, Yunan felsefesi ve Moğol saldırılarıdır. Yunan felsefesi entellektüel alanda büyük bir sarsıntıya yol açtı. Moğol saldırıları ise güvenlik alanında büyük bir sorun oluşturdu. Yunan felsefesinin yarattığı entellektüel bunalım büyük İslam düşünürlerinin çabalarıyla ortadan kaldırıldı. Moğolların yarattığı sarsıntı ise zaman içinde söz konusu topluluğun Müslümanlığı benimsemesi ve İslam topluluklarının güvenlik sorununu çözmesiyle atlatıldı. Ancak 19 ve 20. yüzyıllarda karşılaşılan bunalımın etkileri daha öncekilere göre çok daha kalıcı ve derin oldu. İslam alemi dini, bilimsel, güvenlik ve siyasi anlamda derin bir bunalıma girdi. Yaklaşık 200 yıldır Müslüman aydınlar, Müslümanları tarihte kurucu özne olmaktan çıkaran bunalımı aşmaya çalışıyorlar.      

2) Türkiye’de İslam düşüncesinin gelişiminde diğer İslam ülkelerinden yapılan tercümelerin büyük katkısı olmuştur. Ancak bu çalışmalar bazı zaafların da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sorunlardan en önemlisi tarihsel, sosyal ve kültürel bakımdan farklı coğrafyalarda yaşanan tecrübelerin başka coğrafyalarda aynı sonuçları doğuracağının sanılmasıdır. Klasik dönem fıkıh anlayışının ortaya çıkmasında açık bir şekilde etkili olan tarihi ve özellikle toplumsal sebepler, bu konuda gözden kaçırıldı. Böylece ülkemizde diğer İslam ülkelerinde görülen hareketlerden analitik bir yöntemle yararlanılacağı yerde, onları sıkı sıkıya takip eden ve zaman zaman birbiriyle çatışan çok sayıda topluluk oluştu. Bu durum İslami düşüncenin düşünsel ve toplumsal etkisinin azalmasına yol açtı. Ayrıca İslami düşünceyi tercüme bir dil üzerinden yürütenler, içinde yaşadıkları toplumla ortak dil oluşturma konusunda başarısız oldular. Toplumun kullandığı geleneksel, tarihi ve kültürel anlamı olan dini literatürü küçümsediler; ancak onun yerine sağlıklı iletişim kuracak bir dil ve anlayış geliştiremediler ya da geliştirmekte yetersiz kaldılar. Her grup kendine referans aldığı kişi ya da kitapları tartışmadan o kadar kutsadı ki, bu yüzden onlara eleştirel yaklaşanları kolaylıkla aforoz etti.  Ali Şeriati bu tür fanatik yaklaşımlardan en çok nasibini alan düşünürlerden birisidir. Bu yüzden O, geleneksel Sünni anlayışın hatalarını eleştirdiğinde Şii, tersini yaptığında ise Sünni olarak suçlanmaktan kurtulamamıştır.    

Ayrıca Müslümanların diğer din mensupları ve ateistlerden çok, yaptıkları bazı hatalardan dolayı kendi dindaşlarını kolaylıkla tekfirle suçlamalarının sosyo- psikolojik sebepleri mutlaka incelenmelidir.

3) İslamcı düşüncenin önderliğini yapanlar, İslam’ın tarihsel mirasını yeniden değerlendirme konusunda son derece haklı bir gerekçeye dayanıyorlardı.  Bu gerekçe, ideal İslam’la tarihsel İslam arasındaki farklılaşmanın dini tanınmaz hale getirdiği, bundan dolayı yeni bir ihya projesi geliştirmek gerektiği tezine dayanmaktadır. Esasen modern dönemdeki yenilikçi hareketler farklı özellikleri olsa da;

a) Kur'an ve Sünnete dönüş,

b) Cihat ruhunun uyandırılması,

c) İçtihat kapısının açılması,

d) Geleneğin yeniden yorumlanması,

e) Geleneksel tasavvuf anlayışını halkı uyuşukluğa sevk ettiği gerekçesiyle reddi,

f) İslam’ı yeniden hayata hakim kılmak,

g) İslam alemini batı emperyalizminden, zalim yöneticilerden, geri kalmışlıktan ve hurafelerden kurtarmak,

h) İslam’ı yeniden tarihte özne haline getirmek,

I) Kadının toplumda daha aktif hale gelmesi

i) Batının ulaştığı ilim ve teknik seviyeye ulaşma, ilkelerinden hareket etmektedir.

Yenilikçi yaklaşım olarak adlandıracağımız bu yaklaşım, bazı olumsuzlukları da beraberinde taşımaktadır. İslam’ın tarihsel sürecini değerlendirirken aklı temel almaları ve bu yaklaşımın sonucunda aşırı yorumlara gitmeleri, halkı anlamak yerine aşağılamaları ve zaman zaman halkla çatışmaya girmeleri etki alanlarının daralmasına ve marjinal kalmalarına neden olmuştur. Bu çatışmalara en önemli örnek cumanın kılınması konusunda yaşanan tartışmalardır. Cuma namazının kılınmamasını simgesel bir tavır olarak düşünen İslamcılar bu tavırlarıyla sadece geleneksel cemaatle olan bağlarını koparmadılar, aynı zamanda cemaatle aralarındaki güven duygusunu da derinden yaraladılar. Oysa İslami bir hareketin en doğal bağ kurması gereken kesimler cami cemaatleridir.

Geleneksel din anlayışının, daha farklı ve etkili yöntemler kullanarak, halkı din konusunda bilinçlendirerek değiştirilmesi yerine, onlarla alay edilmesi halk ile İslamcı gençlik arasındaki  mesafeyi daha da açmıştır.

4) Cumhuriyet Dönemi din politikaları ve uygulamalarının İslam düşüncesinin gelişimine yaptığı engellemeler, İslam düşüncesinin gelişimi üzerine önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Bilindiği gibi Cumhuriyeti kuran elit kadronun büyük bir kısmı pozitivist, ilerlemeci ve dini toplumsal gelişmenin önünde engel olarak gören anlayıştan besleniyorlardı. Dini toplumun kurucu iradesi olmaktan çıkarıp, özel hayata hapseden anlayış döneme hakim olmuştu. Zaten işlevini önemli ölçüde kaybetmiş, yenileşmeye muhtaç olan medreseler, yenileşme yerine tümden devreden çıkarılmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak İslam düşüncesi büyük bir kesintiye uğratılmıştır. Dince kutsal sayılan bütün kavramlar ve kişiler alay konusu yapılmıştır. özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların eserleri incelendiğinde bu durum tüm çıplaklığı ile görülecektir. Mahmut Makal, Talip Apaydın, Yüksel Feyzioğlu gibi Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların eserlerinde imam, ağa ve muhtar gerici güçler olarak gösterilmiştir. Özellikle imam imgesi ile resmedilen, gelişmeden nasibini almamış, gerici, ağa ile el ele verip halkı sömüren ve dini kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmeyen korkunç bir yaratıktır.

Bu dönemde siyaset üzerine de büyük baskılar yapılmıştır. “partimiz kutsal din duygularına saygılıdır” ifadesi bile kabul edilemez bulunmuştur. Din üzerinde yürütülen bu uygulamalardan elde edilmek istenen sonuç; dini, siyaset, ekonomi ve toplumsal düzenin olabildiğince uzağında tutmaktır. Uzun bir süre katı bir biçimde uygulanan bu süreç uygulayıcı kadroyu hiçbir zaman mutlu etmemiştir. Ancak yeni yetişen bir neslin dine kuşku ile bakmalarına neden olmuştur. Uygulamaların yarattığı travmanın etkisi yıllar boyu devam etmiştir. Dine karşı olan bu tür uygulamalar genellikle tek parti olan CHF(CHP) eliyle yürütüldüğü için dindar kesimleri, bağımsız siyasi partileri olmadığından, politik olarak hiç hak etmedikleri halde sağcı partilerin oy deposu haline getirmiştir.

Dini hassasiyetin yoğun olarak yaşandığı Karadeniz Bölgesinde, CHP’nin nasıl algılandığı konusunda iki olay anlatmak isterim. Bunlardan ilki neredeyse klasikleşmiş bir darbı mesel haline gelmiştir. Anlatıma göre seçim arifesinde bir CHP milletvekili seçim çalışmalarına katılmak üzere Karadeniz Bölgesinin köylerini ziyarete gider. Bu çalışmalardan birinde milletvekili, tarlasındaki çalışmasını bitirip elinde su dolu ibrik ve sırtındaki yük ile evine dönen bir köylü kadın ile karşılaşır. Milletvekili hem kadına yardım etmek, hem de kendini anlatmak için elinden ibriği aldığı kadınla sohbete başlar. Bir süre yürüdükten sonra kadın milletvekiline hangi partiden olduğunu sorar. CHP cevabını alınca milletvekilinin elindeki ibriği alır ve içindeki suyu yere döker. Milletvekili adayı niçin böyle davrandığını sorunca, kadının verdiği cevapla şok olur: o suyla abdest alacaktım, artık buna gerek kalmadı çünkü su kirlendi...!

Değişim taleplerinin itici faktörü olan geniş İslami kitlelerin siyasi olandaki örgütlenmeleri MNP, eğitim alanındaki yükselişleri İHL ve Kuran Kursları, ekonomik alandaki atılımları ise küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki başarıları ile olmuştur. Ancak tüm bu alanlarda karşılaşılan ve İslam ahlakına uymayan davranışlar ne yazık ki olumsuz izlenim bırakmıştır. Bu noktada Yimpaş gibi yüzlercesi bulunan İslami holdinglerin yaptıkları vurgunu hatırlatmak isterim. Bu durum haklı olarak milyonlarca insanın kuşkuya kapılmasına neden olmuştur.  

 5) Yenilikçi İslami akımların önemli bir sorunu da tasavvuf karşısında gösterdikleri tavırdır. Yenilikçi akımlar, tasavvufun İslam’ın aktivist yönünü zedelediği, insanları pasifleştirdiği, toplumsal sorunlara karşı duyarsızlaştırdığı, kaderci bir anlayışı benimsediği ve İslam’ın inanç sistemini bozduğu gerekçesiyle, İbn Teymiye’yi temel alarak, haklı eleştiriler yönelttiler. Ancak bu doğru eleştiriler öyle bir noktaya geldi ki, hem İslami yaşama konusunda, hem de entellektüel alanda yarardan çok zarar vermeye başladı. Eleştiriler irfani anlayışın reddedilmesine ve yer yer aşağılanmasına kadar vardı. Bunun sonucunda aşk ve sevgiden yoksun, yavan ve şekilci bir dini anlayış ortaya çıktı. Samimiyetsiz ve yüzeysel bir dindarlık anlayışı gelişti. Mustafa Kutlu “Sır” adlı hikayelerinde bu tür bir dindarlık anlayışını işleyerek, aşk, irfan ve sevgiden yoksun din anlayışının trajik sonuçlarını irdelemiştir.

6) Osmanlı döneminin gerilemesi sürecinde yaşanan tartışmalar ve yeni kurulan cumhuriyetin tavrı da Türkiye özelindeki İslami hareketi önemli ölçüde etkilemiştir. Yusuf Akçura “ Üç Tazı Siyaset”, Ziya Gökalp “ Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı eserlerinde İslam- siyaset ilişkilerini tartışırlar. Her iki isimde İslamcılığın artık yetersiz kaldığı tezinde hemfikirdirler. Buna karşılık İslamcılık akımı, “Sırat-ı Müstakim” ve “ Sebilürreşad” dergileri  etrafında kümelenen, aralarında Mehmet Akif, Ahmet Naim, Eşref Edip, Said Halim Paşa gibi önemli isimlerin bulunduğu aydınlar tarafından savunuluyordu. Ancak Cumhuriyet kurulduğunda devletin ideolojisini Türkçü ve Batıcı aydınların savunduğu görüşler oluşturmuştur. İslamcılık akımı ise devlet katında kabul görmediği gibi, yeniliklerin önünde engel görülmüş ve sürekli gözetim

altında tutulmuştur. Bu durum İslamcılığın uzun bir süre suskunluk dönemine girmesi ile sonuçlandı.

7) İslam’ın iki yönlü bir kullanım alanına sahip olması da İslami hareketi derinden etkilemiştir. Tarih boyunca İslam, hem ezen sınıflar, hem de ezilen sınıfların  ideolojisi olabilmiştir. İslam Emevi ve Abbasiler’le başlayan süreçte, devletin haksız uygulamalarına yönelik eleştirileri susturmak için kullanılmıştır. Resmi İslam diyebileceğimiz devletin muhalefeti susturmak için dini baskı aracı olarak kullandığı anlayış günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Bu durum geçek İslami hareketin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Ali Şeriati’nin “Dine karşı din” diye formüle ettiği yaklaşım budur. Ebu Hanife ve Ahmed ibn Hanbel gibi alimlerin İslamı temel alarak yaptıkları eleştiriler, yine İslamı temel alan karşı din tarafından “Allah’ın kaderi böyleymiş” şeklinde cevaplandırılması ne kadar hazindir. Gerçekten de Ali Şeriati’nin dediği gibi din en büyük yıkımı sanıldığı gibi kafirlerle savaşımından değil, tevhit kisvesi altında karşılaştığı karşı dinden görmüştür.

Yenilikçi hareketler, İslamı ezilen ve yoksul sınıfların ideolojisi haline getirme noktasında gereken başarıyı gösterememişlerdir.

8) Hiç şüphesiz yenilikçi hareketin en önemli argümanlarından biride “öze dönüş” tür. Öze dönüş kavramından genellikle Kuran ve sünnete dönüş kastedilmektedir. Çağdaş İslami hareketlerin çıkış noktalarından biri olan bu kavram bazı durumlarda önemli bir olumsuzluğu da beraberinde taşımıştır. Zaman içinde sadece Kuran’ı temel alıp sünneti tamamen reddeden anlayışlar ortaya çıkmıştır. Hatta ülkemizde birde mealciler denilen bir yaklaşım ortaya çıkmıştır ki, hüküm çıkarmak ve fıkıh için sadece Kur'an mealinin bile yeterli olacağı gibi, tarihi ve ilmi temelden yoksun iddiaları savunabilmişlerdir. Bu durum bir taraftan ileri sürülen iddiaları temellendirme konusunu, diğer taraftan sağlam bir ideoloji oluşturma imkanlarını ortadan kaldırmıştır. Sadece Kuran mealiyle yetinme hareket fıkhı konusunda tarihteki zengin tecrübeden yararlanma imkanlarını da ortadan kaldırmıştır. Her gurup kendine özgü bir anlayış geliştirmiş ve böylece zaman zaman birbirleriyle de çatışmaktan çekinmeyecek olan yüzlerce grup ortaya çıkmıştır.

9) İslami kimlikleriyle, ekonomi, siyaset, akademi ve medyada etkin konumda olan kişi ve grupların yaşantılarının ve eylemlerinin İslami hassasiyetlerle uyuşmaması, Müslümanlar üzerinde derin hayal kırıklığı yaratmıştır. İslam çoğu kimse tarafından araçsallaştırılmış ve hunharca kendi çıkarları için kullanılmıştır. Araçsallaştırılmış İslam’da artık helal- haram kavramları anlamını yitirmiş ve içeriği boşaltılmış, Müslüman görünmenin sağlayacağı yararlar ön plana çıkarılmıştır. Bu görüntü içinde kişiler İslam’ı kendi çıkarları için alabildiğine kullanıp ekonomik ve siyasal çıkar elde ederken, insanı özgürleştirmesi beklenen İslam giderek hırpalanıyordu. Ne yazık ki, İslam’a bu kötülüğü yapanlar siyaset ve iş dünyasında saygın koltukları işgal etmeye devam ediyorlar.    

10) Ülkemizi derinden etkileyen Avrupa Birliği, Temel hak ve özgürlükler, Kürt sorunu, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi konularda mesajların net olmaması yenilikçi İslamcıların karşı karşıya bulunduğu en önemli açmazlardan biri olmuştur. Bu açmaz ülkemizin en temel sorunu olan Kürt sorunu konusunda açıkça görülmektedir.

11) Modern ulus devlet yapılanmasından gereğinden fazla etkilenerek özgün bir model üretememeleri. Şurası açık ki, İslamcılar, modern devletin dönüştürücü ve devasa gücünden çok etkilenmişlerdi. Bu gerçek onların siyaset etme tarzlarını da tepeden tırnağa etkilemiştir. Özgürlükçü bir sistem üretecekleri yerde kapalı bir siyasal anlayışa mahkum olmuşlardır. Hatta bir arada yaşamak için tarihsel bir referans olan “ Hılf-ul Fudul” tecrübesinden bile yeterince yararlanamamıştır.

12) Tasavvuf ve itikat konusunda da kafalar bir hayli karışık durumdadır. Tasavvufa genellikle olumsuz yaklaşılırken bu konudaki en büyük eleştiriler İbn Arabi, Mevlana,Yunus Emre gibi sufilere yöneltilmiştir. Oysa yenilikçi İslamcılar üzerine olan etkisi tartışmasız olan İmam Humeyni, zamanın Sovyetler Birliği başkanı olan Gorbaçov’a yazdığı davet mektubunda İbn Arabi’yi okumasını öneriyordu. Bu durum İslamcı kuşakların bazı konularda kafalarının ne denli karışık olduğunu gösteren ilginç bir örnektir. Benzer bir konu demokratik yolla seçimlere katılmamın İslami olmadığı iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bazı radikal guruplar bu görüşü dillendirirken Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah’ın yaklaşımını temel alıyordu. Türkiye’de bir zamanlar “İslam Adına Particilik” gibi kitaplar yazılarak, parti faaliyetlerinin küfür olduğu iddiası savunulurken, bu iddiaya temel olarak alınan Hizbullah Lübnan’da seçime giriyordu. Bu durum bazı İslami grupların ne kadar hayattan kopuk, uygulanma imkanı bulunmayan ütopik düşüncelere sahip olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir.

13) Hizbullah olayı gibi sistem tarafından beslenen ve manipülasyona müsait yapıların ortaya çıkması. Bu tür yapılanmalar, İslami düşüncenin kitlelerin gözünde itibar kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Ayrıca Hizbullah (Güneydoğu özelinde oluşan yapı) ve Taliban tipi anakronik yapılanmalar, İslami düşünceyi ve çağdaş dünyanın birikimini yansıtamadıklarından, ürettikleri çözümlerde tarih dışı kalmaktadır. 

         14) Türkiye’deki Müslümanların önemli bir bölümünün sağcı- muhafazakar düşüncenin etkisinde kalmaları.  Bilindiği gibi sağcılık, genel anlamda değişime direnç gösteren, devletçi, muhafazakar, yeniliğe kuşku ile bakan bir siyasal anlayıştır. İslam’ın sağ düşünce içinde ifade edilmesi bütün dönüşümcü rolünün ortadan kalkması demektir. Unutulmamalıdır ki, Hz. Peygambere en büyük muhalefeti yapanlar Mekke’nin sağcılarıydı.

15) Batılı emperyalist devletlerin İslami yenileşmeyi önlemek için yaptıkları girişimler ve işbirlikçi rejimlerle ortaya koydukları çalışmalar. Batı İslam dünyasında demokrasinin yerleşmesi konusunda daima ikircikli davranmıştır. Özellikle ABD’nin İslam konusundaki yaklaşımı sürekli pragmatist ve problemli olmuştur. ABD’ne göre bir devletin rejimi değil kendisi ile işbirliği yapıp yapmaması önceliklidir. Bu anlamda ABD ile işbirliği yapmayan ülkeler tehlikeli yapanlar ise iyi olarak tanımlanmıştır. Ahlaki bakımdan bir hayli sorunlu olan bu tür yaklaşımlar hem demokrasi ve hukuk devletinin gelişimini, hem Batılı devletlerin güvenilirliği, hem de İslami yenileşmeyi engellemiştir. Bugün İslam ülkelerinin büyük bölümü, batılı devletlerle işbirliği yapan, halkına ve İslam’a yabancılaşmış, askeri ve yarı askeri diktatörlükler durumundadır. Hiç şüphesiz özgür seçimler yapıldığında bu ülkelerde İslami muhalefetler büyük başarı kazanacaktır. Bu durum bölgesel çıkarları olan batılı devletler tarafından bilindiği için, İslami muhalefeti engellemek adına yapamayacakları hiçbir şey yoktur. İsrail’in Filistin üzerine yürüttüğü ve hiçbir hukuki ve ahlaki temeli olmayan saldırılarının batılı devletler tarafından sürekli desteklenmesi de bu yüzdendir.                                                                             

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR