Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


TÜRK SİYASETİNDE DEMOKRASİ, HUKUK VE KAYYUM

Yusuf TAVUZYILMAZ'IN ÖZGÜN İRADE DERGİİSİ 2019 EYLÜL SAYISINDA YAYIMLANAN YAZISI...


Aslına bakılırsa kayyum atamalarının ve siyasetle ilgili diğer sorunların altında Türk siyasetini yönlendiren zihniyet dünyası var. Bu zihniyet dünyası, devleti hukukun önüne koyan bir felsefeden besleniyor. Türk siyasetinde otoriterliğin alt yapısını Orta Asya Türk geleneğinden gelen otoriteryen yaklaşım ile Emeviler’de somutlaşan İslam’ın otoriter siyasi uygulamasına yaslanıyor. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal aklını oluşturan bu iki yorum, devleti, hukukun üstünde bir kutsal varlık olarak kabul eden anlayışta birleşiyor. Devletin en yüksek değer olduğu yerde, bu yapının denetlenmesi bir hayli zordur. Bu durumda devletin çıkarlarının adaletin önüne geçmesi yadırganmamalı.

Modern devlet Hegel'in tasarımıdır ve Tanrısal olanın (ide, geist) yeryüzüne yansımasıdır. Diğer bütün inançlar bilgiler, öğretiler, felsefeler onu desteklediği ölçüde değerlidir. Türk devlet geleneği de büyük ölçüde devletin kutsallığı üzerine oturur. Bu anlayış bütün ideolojilere sinmiştir. Zihniyet dönüşümü kolay değildir. Bu yüzden devletin karşısında yer alan her eleştirel düşünceyi kolaylıkla gayrimeşru alana itmek kolaylaşıyor.

Belediyelere kayyum atamalarının siyaseten ve hukuken yanlışlığı yeteri kadar açıktır. En az yanlışlığı bunun kadar açık olan bir şey daha var ki, o da HDP'li Belediye Başkanlarının PKK’nın temsilcileri gibi davranması ve şiddetti meşru bir çözüm yolu olarak gören hâkim anlayışı paylaşmasıdır. Türkiye'deki siyasi imkân ve fırsatları kullanmak demek, insanların birçok gerekçe ile kendilerinden yana kullandıkları oyu, PKK'nın politikalarını da kabul etmesi anlayışına indirgemek, bunun üzerinden lobi çalışması yapmak ve nihayetinde PKK ile uyum içinde hareket etmek değildir. Ancak, devlet aklını oluşturan otoriter anlayış büyük ölçüde HDP siyasetinin de belirleyicisi durumundadır.

Türkiye’de iktidarın da muhalefetin de demokrasi, halk iradesi ve hukuk devleti konusunda sorunlu bir bakışa sahip oldukları açık. Demokrasi, hukuk devleti ve adaleti araçsallaştıran bu bakış açısı, değerleri öne çıkarmaktansa bu değerleri araçsallaştırmayı öne çıkarıyor. ‘’Mısır'da halkın oylarıyla seçilen sivil iktidara yapılan askeri darbe hakkında ‘seçimle geldik’ diyen Mursi üç günde gitti! Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını anlayabildi mi?’’ 

Görevden alınan HDP'li belediye başkanları için: " 31 Mart yerel seçimlerinde halkın oylarıyla seçilmiş Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevlerinden alınması seçmen iradesinin gaspıdır." Bu iki ifade de CHP'li Gaye Usluer'e ait. Kuşkusuz bu çelişki bizim başka bir çelişkinin içine düşmemizi gerektirmez. Ancak tutarlılık önemli bir değerdir. "Diğer yandan HDP'deki eş başkanların görevi ve yetkisi nedir, kim tarafından atanmışlardır ve meşruiyetlerini nereden almaktadırlar?"

Demokrasinin ilkelerinden biri olan halk iradesi üzerinde yeniden düşünmenin vaktidir. Bu konuda Rousseaucu anlayışı aşmak gerekmektedir. Halk iradesi mutlaka iyi olanda tecelli edecek diye bir kural yoktur. Mutlaka bu irade insan hakları ve hukukla sınırlandırılmalıdır. Ama bu durum demokrasinin en öneli temellerinden biri olan halk iradesini yok saymayı gerektirmemektedir. Hiç kuşku yok ki, halk iradesinin olmadığı ve bu iradeye saygı duyulmayan yerde demokrasi yoktur. Ancak sadece çoğunluk ilkesi kazananlara hukukun üstüne ve dışına çıkma hakkını vermez. Halk iradesi kavramı en çok araçsallaştırılan kavramlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Siyasal taraflar kendilerine yönelik kısıtlayıcı bir eylem olduğunda öne çıkardıkları bu kavramı, söz konusu rakipleri olduğunda kolaylıkla ihmal edebilmektedirler.

‘’Türk devleti ve siyaset kurumunun PKK ve Kandil konusundaki ilişkileri akıl alır gibi görünmüyor. Kandil'in İmamoğlu’na desteği ile Abdullah Öcalan’ın tarafsız kalın açıklamasını birlikte düşünün. Karmaşık ilişkiler değil mi?’’

"Kuşku yok ki, bir partinin bir terör örgütüyle iç içeliği  önemli bir sorundur. Sorunun sosyolojik boyutları da var. Sadece hukuk yoluyla çözülecek gibi görünmüyor. "


"Partilerin içinde suç işleyenler veya terör örgütü ile iş birliği yapanlar var ise hukuk yoluyla cezalandırılmalıdır kuşkusuz. Kişilerin işlediği suç yüzünden kurumların cezalandırılması doğru değil. Kolektif cezalandırma suçların bireyselliğine aykırıdır."

HDP'li Belediye Başkanlarının görevden alınması Türkiye'nin en temel sorununun adalet, demokrasi ve hukuk olduğunu bir kez daha gösterdi. İlk olarak terörle suçlanan kişilerinin neden seçime sokulduğu konusu tartışma konusu. Buna karşı, seçildiklerinde böyle bir sorun yoktu, seçildikten sonraki eylemleri buna neden oldu denebilir. Ama bu durumda yargılanıp suçlu bulunmaları gerekmez mi? 

Bu durumlarda belediye başkanlarının görevden alınması kimin işine yarar tartışması çok pragmatik ve hukuk dışı bir tartışmadır. Bu durum, AK Parti veya herhangi bir partinin lehine olan hukuksuzlukların meşru görme gibi bir sonuç doğurabilir. 

Bir eylem karşısında hukuk kuralları uygulanır. Kimin işine gelip gelmediği öncelikli ve hukuki bir sorun değil, siyasal bir sorundur. Öte yandan demokratik düzenin parçası olan HDP ile bir terör örgütü olan PKK arasındaki ilişki gerçekten kabul edilemez. Ama bu ilişki öznel yargılarla değil, yargılama sonucunda hukukun vereceği bir karardır. 

Kayyum sürecinin nasıl siyasal sonuçlar vereceği tartışılabilir elbette. Bir önceki seçimde kayyum uygulamaları AK Parti’nin bölgedeki oyunu azaltmadığını, hatta yer yer artırdığını kabul etmek gerekir. Bu konuda yanıldığımız nokta, kendi düşündüklerimizin toplumda da aynı şekilde karşılık bulduğu yolundaki iddiamızdır. Sosyal olayları tek bir nedene bağlamak sorunludur. Kuşkusuz herkes sahip olduğu siyasal anlayış açısından değerlendirecektir olayı. Biz ise hukuku işaret etmek zorundayız. 
 

Demokrasi açısından baktığımızda halkın seçtiği yöneticilerin yasaları çiğnemediği ve terörle ilişkisi mahkemelerce kabul edilmediği sürece müdahale edilmemelidir. Bu konuda hukuku işaret edenlerin hukukun vereceği mahkûmiyet kararına da itirazı olabilir kuşkusuz. Siyasal olaylar karşısında hukuku işaret ediyoruz, ama hukuka tarih boyunca Türk toplumunun güvenmediği de ortada. Siyasal ve hukuk kararlarının toplum vicdanındaki yeri ise, bir sonraki seçimde görülecektir kuşkusuz. Yani sorunumuz derin.

Öte yandan görevden alınan HDP'li Belediye Başkanlarının yapmaları gereken şu: "Biz demokratik bir seçimle geldik. Terörle ve terör örgütü olan PKK ile hiçbir ilgimiz yoktur. Biz sırtımızı PKK'ya değil, halkımızdan aldığımız desteğe dayıyoruz. Belediye imkânlarını PKK'ya aktarmadığımız gibi, siyasete, siyaset dışı aktörlerin katılmasına da karşıyız. Bu yüzden kayyum atamalarına karşı çıkıyoruz.

Ne yazık ki, siyaset iktidarın sorunlu kararları ile HDP’nin terörle arasına, demokratik siyasetin olmazsa olmazı olan çizgiyi çekmemesi, belki de çekememesi, sivil demokratik siyasetin önünde engel olmaya devam edecektir.

Konuyu analiz ederken tek boyutlu indirgemeci tavrı terk etmek, sosyal olayları etkileyen çok sayıda faktörün olduğunu gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Sorun temelde bir zihniyet sorunudur. Bu sorunlu zihniyetin ana özelliği, devlet ve güvenlik söz konusu olduğunda hukuk, adalet ve halk iradesini kolaylıkla ihmal edilebilir parametreler olarak görmekten kaynaklanmaktadır.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR