Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Türk Dış Politikasının Düşünsel Kökenleri ve Zorluklar

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın, Özgün İrade Dergisi 2020 Eylül (197.) Sayısında yayımlanan yazısı...


Tanzimat Fermanı’nın ilanı, Osmanlı imparatorluğunun yaşadığı eksen değişikliğinin yasal düzeydeki ilk büyük dönüşümünün ilanıydı. Kuşku yok ki, Tanzimat Fermanı, ilk kez Osmanlı devletinin içine düştüğü durumdan kurtulmasının iç dinamiklerin dışında aranması gerektiğinin ilanıydı. O zamana kadar gerilemenin nedeni İslam’dan uzaklaşmaya bağlanıyor, dine dönüşün yeniden kurtuluşun işaret fişeği olacağı öngörülüyordu. Tanzimat fermanı ise ortaya çıkan çöküş durumundan kurtulmanın imkanını yeni bir paradigmada arıyordu. Bu anlamda Tanzimat Fermanı, klasik siyasal düşüncenin dönüşümü açısından önemli bir kırılma anıdır.

Aslına bakılırsa, İslam dünyasının en büyük sorunu, özellikle son üç yüz yıldır sorun çözme kabiliyetini yitirmesidir. Bu durumun sonucu olarak, İslam dünyası Batı’nın müdahalelerine açık hale gelmiştir. Osmanlı’nın çöküşünden sonra kurulan devletlerin tamamına yakını Batı ile yapılan pazarlıklar sonrası kurulmuştur. Bu durum gerek iç, gerekse dış politik değişimlerin sadece iç faktörlerle açıklanamayacağının işaretidir.

Osmanlı devletinin yıkılışından sonra kurulan ulus devletlerden biri de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti Laik ve milliyetçilik temelinde bir ulus devlet olarak kuruldu. Lozan antlaşması ile Türkiye hangi sınırlar içinde kalacağına dair Batılı devletlerle anlaştı. Bu imparatorluk siyasal geleneğinden köklü bir kopuşu ifade eder.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında ortaya çıkan fikir akımlarından Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık ve İslamcılıktan Osmanlıcılık ve İslamcılık Cumhuriyet döneminde terk edilmiştir. Cumhuriyet döneminde diğer konularda olduğu gibi dış politikada iki düşünce akımının izleri görülür: Batıcılık ve Türkçülük. Bu akımların dış politikadaki etkisi ve ağırlığı dünyada değişen konjonktür belirleyici olmuştur. Batı ve Sovyetler arasındaki mücadelede bu akımlardan hangisinin öne çıkarılacağı konusunda etkili olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşması ile halkın zihniyet dünyasında yer alan ve büyük ölçüde Osmanlı-İslam geleneği arasındaki açı farkı Türk siyasetinin de temel ekseninin oluşturdu. Ak Parti devrinde başlayan farklılaşma da bu eksen farkıyla ilgilidir. Kuşku yok ki, burada en önemli parametreler, Türkiye’nin anlamı ve gelecek tasarımı üzerine farklı anlayışlardan doğmuştur. İslamcılık, İslam üzerinden giderek yeni bir Türkiye tasarımı yaparken, yeni kurulan rejimin temel ideolojisi olan Batıcılık, İslam’ın ideallerinden arınmış bir dış politika kurgulamak amacındadır. Cumhuriyetin kuruluş dönenlerinde Lozan ve Hilafet etrafında dönen tartışmalarda bununla ilgilidir. Tartışmanın bir diğer yönü de, Kurtuluş Savaşı döneminde bir ideal etrafında toplanan insanların, “Nasıl bir devlet kurulmalıdır” sorusu etrafında yaşadıkları tartışma ve mücadele ile ilgilidir. Kuşku yok ki, İlk Mecliste yer alan Birinci ve İkinci grup arasındaki çetin mücadelenin ana sorunu da buydu.

Türk siyasetinde Erbakan’ın iktidara gelmesi önemli bir kırılmaya yol açtı. Erbakan’ın Türkiye iktidara gelmesi, ilk kez geleneksel olarak Laik ve Batıcı Cumhuriyetin ilkelerinden farklı bir paradigmaya sahip, İslam dünyası ile unutulan/unutturulan ilişkileri canlandırmak isteyen yeni bir duruma işaret ediyordu. Kuşkusuz buna geleneksel siyasal reflekslere sahip siyasal anlayış ve kurumların tepkisi sert oldu. Kısa süren iktidar macerası, laik/Batıcı/Kemalist elitlerle İslamcı/Gelenekçi siyasal anlayışın mücadelesi şeklinde geçti.

Erbakan iktidarının, Kemalist elitler, ordu ve sivil bürokrasi ile el ele verdiği 28 Şubat postmodern darbesiyle istifaya zorlanması, Türkiye’nin eksen kayması ihtimaline karşı verilmiş sert bir cevaptı. Kemalist elitler, Erbakan’ın İslam dünyası ile giriştiği işbirliği arayışlarını laik cumhuriyet için bir tehdit olarak okumuşlardır.

Kısa süren darbe sonrası süreç sonunda Erbakan’ın siyasal okulundan yetişen öğrencileri iktidar oldu. Bu durum yeni mücadele alanları ve bunlara bağlı gerilimler doğurdu. Ancak Erdoğan Erbakan’dan farklı bir yol denedi. Erbakan ülke içi dinamiklerin Türkiye’nin siyasal anlayışının ve buna bağlı olarak dış politikasının değişiminde yeterli olduğu düşünüyordu. Buna karşılık Erdoğan ve kurmayları, ülkedeki dönüşümün gerçekleşmesinde sadece iç faktörlerin yeterli olamayacağını savunarak dış destekler aradılar. Aslına bakılırsa Avrupa Birliği macerasının ana nedeni budur. Gerek Erdoğan, gerek Erbakan’ın açmazı Batıcılık ve milliyetçilik üzerine dış politikasını inşa eden ve bütün kurumlarını bu doğrultuda oluşturulmuş bir sistem içinde farklı bir politik eksen belirleme iradelerinin yarattığı gerilimden kaynaklandı.

Erbakan’ın İslam birliği ekseninde yürüttüğü politik eğilimin önünde fazlasıyla engeller bulunuyordu. İlk olarak İslam ülkelerinin çoğu Batı ile sıkı ilişki içindeydiler, ikincisi, Arap ülkelerinin çoğunda Türkiye antipatisi vardı. Bundan dolayı bağımsız bir eksen oluşturacak irade İslam dünyasında yoktu. İslam Birliği düşüncesinin önünde aşılması bugün için zor olan engeller bulunmaktadır. Bu engelleri söyle sıralamak mümkündür.

1-Etnik ve dini çatışmalar

2-Mezhep çatışmalar

3- Ekonomik gelir farklılıkları

4- Otoriter yönetimler

5- Hukuk ihlalleri

6- Milliyetçilik

Bu engellerin halen etkin olması, zihinsel olarak her Müslümanın zihninde bir ideal olarak yer tutan İslam birliği modelinin önünde engel oluşturuyor. Aslına bakılırsa İslam birliği diye tanımlanan coğrafyada bir birliğin olduğunu söylemek de imkansızdır. Bu durum sadece İslam ekseninden yürüyerek bir alternatif oluşturmanın çok mümkün olmadığını gösteriyor. Batı emperyalizmine karşı çok daha geniş bir birliktelik arayışının sağlıklı bir arayış olacağı açıktır.

Türkiye, bir ulus devlet olarak dış politikasını İslam’ın dışına taşımıştır. Bu politikanın en önemli mottosu, “Yurtta barış dünyada barış” diye belirlenen ilkedir. Türkiye’nin uzun yıllar yürüttüğü dış politikanın ana ekseni Batıcılıktır.

Kuşku yok ki, bütün zamanlar için geçerli bir dış politika paradigması kurulamaz. Çünkü tarihsel koşullar sürekli değişmektedir. Türkiye’nin bugün yaşadığı dönem 1930 yılların otoriter rejim ve zihniyetlerin egemen olduğu dönem değildir. Ayrıca dünyadaki güç eksenleri giderek değişmektedir.

Türkiye, uzun yıllar sonra geleneksek dış politikasına itiraz eden iktidarlara sahne oldu. Kısa Süren Erbakan iktidarı ve arkasından yirmi yıla yaklaşan Ak parti deneyimi, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden farklı bir dış politik anlayışın iktidar olduğu yeni bir duruma işaret ediyordu.

Cumhuriyet döneminin yüzünü Batıya dönmüş dış politika paradigması, Batı ile ilişkileri kesmeden İslam ve bölge ülkeleri ile daha sıkı işbirliği anlayışıyla yer değiştirdi. Bu durumun köklerini Batıcılık ve İslamcılık düşünceleri arasındaki farkta aramak gerekir. İslami geçmişten gelen politik aktörlerin, dış politika konusunda Batıcı anlayışla farklılaşması, bu iki kesimin yaslandığı paradigma farkından kaynaklanmaktadır.

Erdoğan ve kurmaylarının İlk dönemlerde yürütülen dayanışma anlayışının zamanla bölgenin dinamikleri dolayısıyla yürümeyeceği açıkça belli oldu. Bundan dolayı dış politikada önemli farklılaşmalar görüldü.

Arap Baharı ile başlayan değişim dalgasının dile getirdiği değişi kısa sürede yerini hayal kırıklığına bırakması, İslam dünyasında demokratik dönüşümüm kolay olmayacağını gösterdi. Batının İslam ülkelerindeki demokrasi konusunda iki yüzlü tavır belirlemesi de bir hayli belirleyici oldu. Özellikle Mısır’daki askeri darbenin Batı ve Amerika tarafından desteklenmesi, Batılı güçlerin demokrasi ve insan hakları konusunda son derece ilkesiz olduğunu göstermektedir. Arap Baharı ile başlayan değişimin yaratacağı iktidar değişikliklerinin Batının istemeyeceği yönde ilerleyeceğinin ortaya çıkması, Batı’yı Mısır darbesine sahip çıkmaya yöneltti.

Türkiye’nin Suriye konusunda yürüttüğü politikanın başarısızlığı, Batı’nın desteklediği Mısır Darbesi; bölgeye Amerika, Rusya ve Avrupa Birliğinin müdahalesi, İsrail’in hukuk tanımayan devlet terörü, şartların her an değiştiği çok faktörlü bir ortamda politika üretmenin zorluğuna da işaret ediyor. Türkiye’nin hem İran ve Rusya, hem de ABD ve Avrupa Birliği gibi çıkarları birbirleriyle örtüşmeyen güçlerle işbirliği arayışı sorunu daha da karmaşık hale getiriyor.

Türkiye’nin Suriye politikasının derinin de rol oynayan önemli parametrelerden biri de Kürt sorunudur. Türkiye için Kürt sorunu aynı zamanda iç uzantısı olan bir sorun alanıdır. Kürt sorunu sağlıklı bir şekilde çözülemez ise Türkiye ve bölgeye şu veya bu düzeyde müdahale eden devletlerin işi zor gözüküyor.

Diğer yandan Türk dış politikasının en büyük zorluğu ile Halkın zihniyet dünyasını oluşturan paradigma ile devletin resmi zihniyet dünyası arasındaki açı farkından kaynaklanmaktadır. Bu durum sürekli gerilim üreten bir fay hattı oluşturmaktadır.

Sonuç olarak dünyada etkin ve güçlü bir dış politika oluşturmanın en önemli şartı, içeride toplumsal bütünlüğü sağlamak, sağlıklı bir hukuk devleti kurmaktır. İç bütünlüğünü kuramamış bir ülkenin dış politikada etkin olması söz konusu değildir.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR