Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ramazan KAYAN


TOPLUMSAL ENKAZIN ALTINDA: “AİLE”

Aile insanla birlikte başladı ve onunla yürüyor… Tüm çözülme, çürüme, yozlaşma, değişim, dönüşüm, evrim ve yıkımlara rağmen aile serüveni devam ediyor.


 İnsanlık tarihinde ailesiz bir toplum hiç olmadı, bundan sonra da olmayacaktır…  Çünkü evlilik fıtridir…  Aile evrenseldir, süreklidir ve zorunludur… Sünnetullah böyle gerektiriyor…

  Evliliği ve aileyi emreden bizatihi Allah azze ve celledir…

  İlahi vasiyetin eseridir, aile…

  Aile insanla birlikte başladı ve onunla yürüyor… Tüm çözülme, çürüme, yozlaşma, değişim, dönüşüm, evrim ve yıkımlara rağmen aile serüveni devam ediyor. Olumsuz süreçlerden en çok etkilenen bu sosyal kurum yine de yola devam ediyor… Roller ve işlevler değişse de aile ortadan kalkmıyor, son kale bir şekilde kendini koruyor…

   Ve biliyoruz ki,  dünyayı ayakta tutan dağlardır... Toplumun direği ise ailedir…

   Bunu ifade ederken muradımız aileyi takdis etmek değil, bu önemli ocağı tashih etmektir…

   İslami değerler bağlamında yeni bir değerlendirme yapmaktır…

   Modern toplumsal modellerdeki alt üst oluşlar en çok aileyi etkiliyor… Sıkı bir aile analizi yapmadığımız takdirde aile açmazlarını açma fırsatını yitiririz… Ailedeki aşınmayı durduramayız…

  Bağımsızlaşmak ve bireyselleşmek adına aile bağlarının nasıl zayıfladığına tanıklık ediyoruz… Oysa ki, aile bir sözleşmedir, bağlanmadır… Bireysel bağımsızlıkları ortak bağlarla sınırlamadır…

  Bireyi kutsayan, aileyi hırpalayan algılara duyarlı olmak zorundayız…

  Evet, aile, insan ömrünün asli umdesi, ümmetin merkezi nüvesidir…

  Bugün iğreti evlilikleri ve fay hattındaki aileleri konuşmak durumundayız…

  Türk modernleşmesi, ailenin kadim değerlerini ve asli gövdesini hırpalıyor…

  Özgünlüğünü ve özelliğini kaybeden ailenin hangi liberal ya da seküler limana demir atacağını bilemiyoruz…

  Böylesi bir atmosferde aile konusunda bir panik havası var… Hangi dönüşüme direneceğiz? Hangi değişimi değerlendirmeye alacağız? Kafalar karışık…

  Merhametin ve mahremiyetin merkezi olması gereken aile, bu zeminden hızla uzaklaşmaktadır… Statükonun aile üzerindeki vesayeti vahim sonuçlara sebep olmaktadır…

Bir tüketim merkezine dönüşen modern ailenin, kapitalist sistemin parçası ve pazarı olmaktan başka ne işlevi kaldı ki?

  Düşük profilli aileye ikna olan toplum hızla evsizleşmeye doğru evriliyor…

  Zaten Batı ailenin öldüğünü ilan edeli çok oldu… Şimdi hedefte bizim aile yapımız var…

  Aliya İzzetbegoviç’in yerinde tespiti ile; “Batı, hayatımızın bütün karelerine egemen oldu. Henüz yeterince nüfuz edemediği bir aile yapımız kaldı.”

“Son kale; aile” diyoruz, ancak aile gerçeğimizle yeterince yüzleşmekten kaçınıyoruz…

  Aile içinde kontrol kaybı, kaygıları arttırıyor…

  Dizimizin dibinde büyüyen ama bugün dizginleyemediğimiz bir nesil geliyor… Bugünlerde gecikirsek yarınlarda dizimizi çok döveriz…

  Bizimle aynı yuvayı paylaşan ama bizimle mutlu olmayan çocuklarımız var… Herkes huzuru içeride değil, dışarıda arıyor… Ebeveyn de, çocuklar da kendilerini dışarı atmanın derdindeler… Evlerin metrekareleri büyürken evdekilerin ruhu daralıyor, kalbi sıkışıyor…

  Aile içinde bir iktidar mücadelesi tüm hışmıyla sürüyor… Kazananı olmayan bir kavga bir türlü bitmek bilmiyor…

  Kadın erkekleşme, erkek kadınlaşma yolunda… Hünsa müşkül bir durum… Dün refik olanlar bugün rakip oldular… Alan kapma, kendine yontma, boyun eğdirme atakları aileyi takatsiz bıraktı…

  Adalet ve ahlak üzerinden yürümesi gereken aile yaşamı, arzuların egemenliğine terkedildi…

  Ne kadın kadınlık sınırında kalıyor ne de erkek erkeklik hududunda duruyor… Bir had bilmezlik ve haksızlıktır başını almış gidiyor…

  Kadın erkeğin, erkek kadının örtüsü olması gerekirken şimdilerde ötekisi oldu… Yetmedi öcüsü olmaya başladı…

  Mahremiyet bilinci, hayâ duygusu, hicap hassasiyeti zaafa uğrayınca hiçbir şey örtmüyor… İfşa ve teşhir günleri başlıyor…

  Şefkatin merkezi olarak bilinen aile düzeni, şiddetin odağı olarak tanımlanır oldu…

  Evlilik paylaşmak iken sanki birbirini paylamak olarak algılanır oldu…

  Mabed olması gereken evler matem yerine dönüşüyor…

  Karşılıklı kışkırtmalar, kıskançlıklar, kin ve kulisler ailenin kahrını arttırıyor, mahvını hazırlıyor…

  Sorunun çözümüne “hak ve hakkaniyet” üzerinden değil de, “eşitlik” üzerinden gidildiği için bir türlü sonuç alınamıyor, gereği gibi eş de olunamıyor…

  Aile içi mesuliyet şuuru kalmayınca, aile içi muhalefet savaşları başlıyor…

  Sonrasında siyasi erkin hukuki düzenlemeleri, aile sosyal politikaları kaybettiğimiz huzuru sağlamıyor…

  Lokal zeminde aile terapileri, psikolojik destekler, panel, konferans, çalıştay, proje, protokol, platform çabaları ile pansuman tedavilerle yetiniyor, günü kurtarmaya çalışıyoruz…

  Gerçekten biz yitiğimizi nerede arıyoruz?

  Sanki Nasreddin Hoca misali içeride kaybettiğimi dışarıda arıyoruz…

  Aslında şunun farkındayız… Ailede yaşanan erozyon kendiliğinden değil, kendi ellerimizle işlediklerimizden dolayıdır… İşlediğimiz günahlar, bulaştığımız haramlar, yaptığımız haksızlıklar işi bu kerteye getirdi… Ailenin meşruiyeti zedelendi…

  Belki birçok yanlışı fark ettik, artık eve dönmemiz gerektiğini de biliyoruz… Ama gel gör k, ev eski ev değil… Mahalle bile dönüştü…

  Peki, ne yapmamız gerekiyor?

  Ağıt yakmak mı? Matem tutmak mı? Tüm suçu modernizme ya da muhafazakârlığa fatura etmek mi? Kurtarıcı beklemek mi? Kaderine küsmek mi? İçine kapanmak mı? Akıntıya kendini koyuvermek mi?

  Hayır! Aile sınavımız devam ediyor…

  Aile asla vazgeçemeyeceğimiz bir özgürlük alanıdır...

  Aile atomize olsa da atılacak adımlar var… Sekülerize edilse bile söyleyecek sözümüz bitmedi…

  Sahte ve sakat paradigmalara prim vermeden, hesaplaşacağız…

  Ne feminist de feodalist… Ne fanatik ne popülist… Fıtratı ve Furkan’ı önceleyen aile farkını ortaya koymaya çalışacağız…

  Nostalji ve ütopya arasında da gezinmeyeceğiz…

  Belki bugüne kadar, bu ülkede güçlü ve güzel bir aile resmi sunamadık…

  Aileyi aşka indirgedik, aşkınlığı ıskaladık…

  Temel sorun, İslami duyarlılıkların sulanması, Allah’ın dostluğunun veya Allah’a dostluğun azalmış olmasıdır…

  Allah ile ne kadar iyi olursak, ailemiz de o kadar iyi olur…

  İslam’ın öngördüğü aile; tevhid, takva, tevazu ve terbiye ile temellendirilen ailedir…

  Kaldı ki, mü’minlerin aile konusunda bakış açısını belirleyen bir paradigması var… Bunun merkezinde Üsve-i Hasene olan peygamberimiz(sav) bulunuyor… Öncelikle yüzümüzü Ona dönmeliyiz…

  İslami ailede son söz ne erkekte ne de kadındadır… Son söz Allah’a ve Resulüne aittir…

  Bugün sekülerleşen ailenin İslamlaşması gerekiyor…

  Hasan el-Benna’nın haklı çağrısına kulak verelim:

  “Sizi evlerinizde İslam devletini kurun ki, sokaklarınız İslamlaşsın…”

  Yüce Kur’an’ın bu konudaki beyanını buyurun birlikte dinleyelim…

  “Evlerinizi kıblegâh edininiz…” (Yunus,87)

  Karargâh evlerin korunmasına bugün daha fazla muhtacız…

  Hem bildiğimiz Erkam’ın Evi; bizim için bir anekdot, bir hatıradan öte, bizzat eskimez bir örneklik içeriyor…

  Aileyi geleceğe hatta cennete başka türlü nasıl taşıyabiliriz?

  Evet, ümmet olmanın yolu, devlet kurmanın yolu, medeniyet inşa etmenin yolu ve de cennete varmanın yolu aileden geçiyor…

  Lütfen bu hayati konuyu geçiştirmeyelim…

  Çünkü aile, bize Allah’ın bir emanetidir, sahip çıkmak zorundayız…

  Aile bir nimettir… Şükretmek makamındayız…

  Bu yolda önce duyarlılık, sürekli sorumluluk diyoruz…

  Bunlar yoksa sürüleşmekten ve sömürülmekten nasıl kurtulabiliriz?

Kaynak: Milat Gazetesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR