Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Tarikat, Cemaat ve Çocuk İstismarı

Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Tarikat ve cemaatlerin üzerine oturduğu epistemik bilgi kaynaklarından rüya, ilham ve sezgisel bilgiye karşı eleştirel bir noktada durmak gerekir. Ayrıca dini anlayış ve yorumlama tarzları çok sayıda sorunu içinde taşımaktadır. Bilgi kaynaklarına, dini anlama biçimlerine, dini ritüellerine, tarikat ve cemaat içindeki hiyerarşinin eleştirilecek yönleri var. Ancak bütün bunlar onlara yönelik bir eleştiri ve suçlama ortaya çıktığında, ilkesel düzeyde, işin doğrusunu öğrenmeden yargıda bulunmayı gerektirmez. Çünkü adil olmak gibi bir yükümlülüğümüz var. Ortaya konan bir iddiadan yola çıkarak suçlamak adalet ilkesine aykırıdır.

Öncelikle bir olayı sağlıklı değerlendirmek için doğru bilgi sahibi olmak gerekir. Ne yazık ki insanlar yorum yaparken ait oldukları parti, cemaat, grup ve örgütlerin çıkarlarını esas alıyorlar. Bu durumda karşı tarafla ilgili söylenenleri ve iddiaları peşinen doğru kabul edip eleştiri ve suçlamaya başlıyorlar. Bu taraftarlık psikolojisi, doğru değerlendirme yapmanın önündeki en büyük engellerden biridir.

Öte yandan tarikat ve cemaat hiyerarşisi genel anlamda bu tür istismar olaylarına açık olduğu da bilinmektedir. Ancak bu durum onlara yönelik her iddiayı peşinen doğru kabul etmeyi gerektirmez. Bir kişinin şeref ve haysiyeti ile ilgili bir konuda yorum yaparken dikkatli olmak, kesin bilgiye sahip olmak gerekir. Çünkü bir kesim dini vakıf, dernek ve cemaatlerdeki istismarlar üzerinden dini suçlamaya çalışırken, diğer taraf yapılan her eleştiriyi dine yapılmış gibi, her tür istismarın ve yolsuzluğun üzerini kapatıp görmezden gelerek savunmaya çalışmaktadır. Oysa bu iki durumun ortaya çıkardığı sağlıksız ortamdan çıkmak gerekir. Kişilerin ideolojik ve dini aidiyetleri, onlara suç karşısında koruma kalkanı sağlamamalıdır.

Sürekli dışlandıkları ve kendilerine komplo kurulduğunu savunan kapalı yapıların kendilerini koruma refleksi, yaptıkları adaletsizlikleri meşrulaştırıcı bir işlev görmektedir. Cumhuriyet modernleşme süreci boyunda tarikat ve cemaatlerin edindikleri bu tecrübe, iç eleştiri mekanizmasını sürekli devreden çıkarmakta, suçluyu sürekli olarak dışarıda arama yöntemini öne çıkarmaktadır. Bu savunma psikolojisi, sahiplenme davranışını meşrulaştırmaktadır. Cemaat ve tarikatların benimsediği bu yöntemi sadece tarikat ve cemaatlerin içyapısını analiz ederek doğru çözümleyemeyiz. Bunun için tarikat ve cemaatlerin içyapısını ve bilgi anlayışını bilmekle birlikte, hangi tarihsel ve siyasal duruma tepki olarak ortaya çıktıklarını da bilmek gerekir.

Bu tür olaylara yaklaşırken insanın yapısı gereği suç işlemeye eğilimli bir yönünün olduğunu da unutmamak gerekir. Her örgüt ve yapı içinde bulunan insanlar, çeşitli nedenlerle, suç işleyebilirler. Hukuk ihlali ve istismar kim tarafından yapılırsa yapılsın karşı çıkmak gerekir. Yolsuzluk, cinsel istismar, adaletsizlik yapanlar hiçbir şekilde korunmamalıdır. Suçluyu korumak, adaletsizlik duygusunu yaygınlaştırır ve hukuka olan güveni zedeler. Türkiye’de hukuk aldığı ve alamadığı kararlarla, maalesef böyle bir güvensizlik ortamı yaratmıştır.

Öte yandan doğru olmayan haberler üzerinden masum insanların suçlanmasına aracılık etmek de doğru değildir. Yunan bilgesi Solon’un dediği gibi, olayın sonunu beklemeden acele karar vermeyin. Tabi hedefiniz adalet yerine grubumuzun çıkarlarını korumaksa söylenecek bir şey kalmıyor.

Hukuki anlamda suç teşkil eden istismar olaylarını genelleştirerek suçu kollektifleştiren bir anlayış toplumun her kesimine sinmiş durumdadır. Hukukun temel prensibi hiçe sayılarak sürdürülen tartışma, eline geçen bilginin doğruluğunu test etme ihtiyacı hissetmez. Çünkü onun için anlamlı olan gerçeği bulmak değil, taraftarı olduğu cepheye malzeme taşımaktır. Geçmişte din ve tasavvuf üzerine çok sayıda yalan haber üzerine inşa edilen operasyonlara maruz kalan dindarlar ise, ortaya çıkan her olayı gerçek dışı bir komplo olarak değerlendiren bir psikoloji geliştirmiş durumdadır.

Ne yazık ki, Türkiye uzunca bir zamandır politik kamplaşmanın yarattığı gerginlik ortamı ile bir konuyu sosyolojik, bilimsel ve ahlaki bir temelde tartışma yapma ortamını yitirmiştir. Hiç bir kesim karşısına çıkan konuları ahlaki ilkeleri temel alarak değerlendirme ilkesine yaklaşmıyor. Böyle bir tartışmada anlamak değil, yargılamak öne çıkıyor. Bu durumda yalan haber kullanmak gibi bir davranış normalleşiyor.

Ne yazık ki, çoğu insan çatışmacı siyasal dilin etkisiyle, değerlendirmelerinde siyasal görüşleri öne çıkararak adaletten sapıyor. “Eğer bir kişi şahsen dindar biri olmakla birlikte, kişiler veya gruplar arasındaki değerlendirme kriteri onun siyasî tercihine muvafık veya muhalif olması ise, o kişinin ekseni kaymış demektir.” (Metin Karabaşoğlu Açık ölçü çıplak gerçek, 2021 karakalem.net)

Başkalarının hatası sizin yaptığınız hatayı ortadan kaldırmaz. Kemal Sayar’ın tabiriyle ‘başkalarının günahı bizi aziz yapmaz.’ İşte bu yüzden özeleştiri önemlidir. Tövbe, en güzel özeleştiridir. Tövbe yapılırken hedef olan dışarıda değil, içtedir; tövbenin öznesi sizsiniz. Tövbe yapılırken Hz. Âdem gibi yapılmalıdır: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (A’raf, 7/23.)

Çocuk yaşta evlilik konusunu haber yapan gazeteci, olayı öğrendiğinde çok düşündüğünü, yalan olmasını temenni ettiğini, ancak mahkemeye sunulan ses kayıtlarını dinledikten sonra emin olduğunu söylüyor. Yine de bütün delilleri görüp, tarafları dinleyip, öyle kara vermek gerekir. Benim hissiyatım bu olayın doğru olabileceği yönündedir. Ancak şu aşamada tam emin olmadığım için kimse hakkında suçlayıcı bir dil kullanmam.

Dinin dünya menfaatleri için araçsallaştırılıp istismar edilmesi kadar insanları dinden soğutan bir davranış biçimi yoktur. Kötü niyetli insanların dini istismar etmelerine de, çeşitli olayları genelleştirerek dini eleştirinin öznesi hale getirmeye çalışanlara da pirim vermemek gerekir.

Öte yandan partimize, cemaatimize, örgütümüze, dinimize zarar gelir diye, olumsuz olayları görmezden gelme tavrı, gelecekte çok daha büyük problemler olarak karşımıza çıkacaktır.

Kuşkusuz İslam’a yönelik eleştirilere entelektüel cevap vermek her Müslüman aydının görevidir. Ancak burada “Hangi İslam” sorusunu sormak gerekmektedir. Büyük bölümü meşruiyetini tarihsel durumun din haline getirilmesinden alan anlayışa yönelik eleştirilere karşı çıkmak ve savunmaya çalışmak ahlaki bir tutum değildir. Çünkü İslam, tarihsel süreçten kaynaklanan yanlış uygulamaların baskısı altındadır. Özellikle Anadolu coğrafyasında yaygın halde bulunan tarikat ve tasavvuf yapılanmaları, büyük sorunları bünyelerinde taşımaktadır.

Sosyolojik analiz, tarikat ve cemaatlerin hangi tarihsel ve toplumsal koşullarının ürünü olarak ortaya çıktıkları ve bugün nasıl bir ihtiyaca cevap verdiklerini incelemeyi gerektirir. Elbette bu bakış, anlamayı değil de tanımlama ve dışlamayı amaçlayan ideolojik değerlendirmelerden uzak durmayı gerektirir.

 

Kaynak; farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR