Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


SURİYE, BARIŞ PINARI VE KÜRTLER

YUSUF YAVUZYILMAZ'IN ANALİZİ; İslam dünyası kendi sorunlarını çözemediği için dış güçlerin müdahalesine hazır bir ortam oluşmaktadır.



            Gerçek şu ki, İslam dünyası son üç yüz yıldır çözüm üretme yeteneğini kaybetti. İslam dünyası bilimsel, felsefi, askeri ve ekonomik yönden tarihin en kötü dönemini yaşıyor. Bu hiç kuşkusuz bir kriz dönemidir. Kuşku yok ki, bu krizin tarihsel, sosyolojik, dini ve kültürel sebepleri var. Bu sebeplerin üzerine bir de aktüel sorunlar eklenmektedir. İslam dünyası kendi sorunlarını çözemediği için dış güçlerin müdahalesine hazır bir ortam oluşmaktadır.

            Müslümanların zihinsel yapısını oluşturan ideolojiler sorunun bir diğer önemli kaynağıdır. En önemli sorunlarımızdan biri de milliyetçi sığ düşünceye olan zihinsel yatkınlığımızdır. Kuşkusuz bu İslam düşüncesinin içine düştüğü krizin olumsuz bir sonucudur. Türkiye'de İslami düşünce milliyetçiliğin beşiğinde büyüdüğü için, farklı söylemine kendini ayrıştırma çabalarına karşılık, kriz anlarında İslam'ı dil hiç yaklaşmaması gereken milliyetçi söyleme yaklaşıyor. Bu durum milliyetçilikten çok daha tahrip edici bir dil oluşturuyor.
Bu süreç bütün İslam beldelerinde benzer şekilde üretiliyor.
Türk, Kürt, Arap olmak bir tercih değil zorunluluktur. Zorunluluk üzerine bir üstünlük ve değer inşa edilemez. Kuşku yok ki, tercih edilmeyen bir özellik kişiye artı bir değer katmaz. Dolayısıyla bir etnik gruba ait olmak insana hiç bir artı değer katmaz. Yoksa yaratılıştan bazı insanların ayrıcalıklı ve üstün olduğunu kabullenmek zorunda kalırız ki, bu da ilahi adalete aykırıdır.

                Diğer yandan net bir zihinsel duruşun eksikliği de önemli bir sorun alanıdır. Savunduğunuz düşüncelerin ne kadarının size ait olduğunu ne kadarının siyasal retorik üreten merkezler tarafından yönlendirildiğini düşünmek gerekir. Belki de savunduğumuz düşünceler, öyle düşünün diye maruz kaldığınız bir algı operasyonu ve manipülasyonun sonucudur. Kuşku yok ki, İslam dünyası, yoğun bir algı yönetiminin hedefinde yer almaktadır. Algı operasyonu ve manipülasyonlardan korunmak için kaynağın farkında olmak, doğru bilgiyi referans almak ve tefekkür etmek gerekir.

            Türkiye, Kürt sorununa ilişkin geleneksel olarak uyguladığı güvenlik eksenli politikaların dışına çıkarak çözüm sürecini başlatmıştı. 2014 yılında uygulanmaya çalışılan çözüm projesinin Türkiye’nin uygulamaya çalıştığı en ahlaki proje olduğu açıktır. Bu projenin başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri PKK çizgisi olmuştur. Çözüm süreci paradigmasının başarıya ulaşması kuşku yok ki, Türkiye için büyük kazanç olacaktı.
Bugünkü durumdan yola çıkarak barış projesini eleştiren zihin, tarihin ilerleyişinden ve dinamiklerinden habersiz gözüküyor. Kurtuluş savaşında savaştığımız çok sayıda ülkeyle bugün aynı ittifak içinde bulunuyoruz. Farklı tarihsel dönemlerin farklı sonuçlar ve imkanlar ürettiğini bile anlayamayacak sığ bir ulusalcı zihinle karşı karşıyayız.

            Bireylerin savaş karşıtı olmaları kabul edilebilir bir demokratik haktır.  Savaş karşıtı olup barışı dillendirenlerin samimiyeti PKK ve YPG terörü karşısında aldıkları tavırla ölçülür. Yıllardır terörü tek argüman olarak kullanan PKK ve YPG'ye ses çıkarmayan, destek olan, onaylayan zihinlerin savaş karşıtlığı da barış retoriği de inandırıcı ve ahlaki  değildir. Şiddeti kutsayan örgütlere en çok destek verenlerin barışı dillendirmesi yaşanan trajediyi göstermektedir.
Kürt siyasilerin hesaplayamadığı şey son kertede ABD'nin, Türkiye’ye zarar verecek bir adımı atmayacağı/ atmayı göze alamayacağı olduğu gerçeğidir. ABD sanıyorum YPG'ye Türkiye'yi ikna edeceği sözünü vermiş. Bunu başaramayınca YPG çevrelerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Oysa ABD, pragmatist bir felsefeye sahiptir. Onlar için ABD'nin çıkarları ön plandadır. ABD Kürtler için Türkiye'yi feda etmeyi göze alamadı. Bu stratejik öngörüsüzlük, Kürt siyasal aklının dünya siyasetini değerlendirmedeki politik ufuksuzluğunu gösteriyor.     

            Diğer yandan kimin kiminle muhatap olacağı konusunda derin bir belirsizlik var. HDP ve Kürt milliyetçilerin Kürt tarafı dedikleri PKK/ YPG ve o düşünceye sahip Kürtlerdir. Onlar, diğer Kürtleri, teröre ve PKK ya karşı olan ve politik tercihini HDP dışında kullananları satılmış, hain ve işbirlikçi olarak görüyor. Kendini barış yanlısı ve insancıl olarak gören HDP/ PKK ve Kürt milliyetçileri, kendi politik tercihinden faklı politik tercih yapanları hain ve satılmış olarak tanımlıyor. Türkiye ise bu tanım içinde yer alan Kürtleri terörist ve terör destekçileri olarak görüyor. Arada bir dil sorunu var.
“Gerçek Kürt kimdir?” sorusu, sahip olunan paradigmaya göre anlam kazanıyor.

                Kuşkusuz bölgemizde yaşanan olayların aktörlerinden biri de Batı ülkeleridir. Batı, Türkiye’nin elindeki mülteci nüfusundan ve muhtemel oluşabilecek yeni göçten ürküyor. Bundan dolayı, Türkiye’nin, güvenli bölge oluşturup bir kısmının oraya transferine anlamlı bir duruş sergilemiyor. Bir yandan mülteci nüfusunun korkusu, diğer yandan bölgedeki menfaatleri için teröre destek vermek arasına sıkışmış durumdalar. YPG ve PYD ise bu denklemde biraz daha geri çekilerek ve Türkiye’yi rahatsız etmeyecek bir hatta çekilmek zorunda kalacak. YPG ve PYD uyguladıkları politika ile Türkiye'nin siyasetine en büyük meşruiyeti hazırladı. Ayakları yere basmayan ütopik söylemlerin varacağı sonuç budur. Geriye bütün örgütlerin yaptığı davranış tipi, suçu dış güçlere transfer ederek kendini eleştiri dışında tutma retoriği kalıyor

                Bir toplumun kaderini, dünyayı ve aktüel siyasetin dinamikleri hiç anlayamayan, siyasal parametreleri modası geçmiş sosyalist ütopyalarda arayan kısa akıllı liderlerin insafına bırakmak ve bunu savunmak için retorik üretmek zorunda kalmak, Kürtlerin büyük trajedisidir.

            Bu noktada tüm toplumların derin bir özeleştiri sürecinden geçmesi gerekiyor. Kuşku yok ki, arınma sürecinde tevbenin gücüne inanmak gerekir. Tevbe, kendini merkeze koyarak, kendi hataları üzerinden yürüyerek girişilen bir yüzleşme faaliyetidir. Her birey ve toplum kendini merkeze koyarak karşılaştığı olayları analiz etmelidir. Ne yazık ki, bu toprakların çoğunluk insanı sorumluluğu kendi dışında arıyor. Kuşkusuz, her toplumsal olayın ortaya çıkmasında çeşitli düzeylerde etkili olan iç ve dış sebepleri vardır. Ancak Kur'an bize iç sebeplerin çok daha belirleyici olduğunu söylüyor. Bir anlamda dış sebepler etkileyici, iç sebepler belirleyicidir.Türk ve Kürt milliyetçiliği, Kemalizm, muhafazakarlık, sosyalizm ...sürekli olayların sorumlularını dışarı da arıyor. Bu dış düşman genellikle emperyalizm, Siyonizm, Araplar, AB, İsrail oluyor. Kuşkusuz bu yaklaşım tümden yanlış değildir. Ancak sorunun kökeninin içimizde olduğunu kabul etmek gerekir. Karşılaştığımız sorunlarda anlamlı bir çözüm üretmek için kendimizle yüzleşmemiz, hesaplaşmanın gerekiyor. Yoksa her şeyi dış güçler üzerinden anlamlandırarak gideceğimiz bir adım yol yok. Altan Tan’ın konu ile ilgili yaptığı analiz son derece yerindedir:

"Suçu kardeş Türklere, Araplara, Perslere;

Batılı ABD, Rusya, Almanya, İngiltere'ye...

İslam'a, Sosyalizme, Emperyalizme atarak işin içinden çıkmak en kolay yol!

Peki, Kürt siyasetçilerin hiç mi kabahatleri yok?

Yıllarca gariban Kürt halkını maceradan maceraya sürükleyen,

Hiç bir zaman yaşadıkları dönemi ve güçler dengesini doğru değerlendiremeyen,
Küresel güçlerin elinde oyuncak olan;

Kerametleri kendilerinden menkul kişilerin hiç mi yanlışları yok?
80 milletvekili ile 102 belediye başkanlığını feda etmeyelim, silahların dönemi bitti diye feryat ettik.

Onun içindir ki hendekler kazıldığında, 'Demokratik Özerklik' ilanları yapıldığında karşı çıktık.

Abdullah Öcalan'ın, silahların ebediyen susturulması ve bundan sonra sadece demokratik mücadelenin yapılması gerektiğini söyleyen mektubunun okunduğu 2013 Newrozu'nu gerçek bir bayram olarak kutladık.

Demokratik mücadeleden başka yollar çıkmaz sokaktır dedik.
Çare;
Çözüm her şeye ve içerdeki tüm şöven olumsuzluklara rağmen yine de Türkiye'nin içinde.

Kürtçe bir atasözü var:

Herre dûr, were xweş (Bildiğin uzun yoldan git, rahat dön)

En kestirme yol, ne kadar uzun ve zahmetli olursa olsun tam demokrat bir

Türkiye için, demokratik mücadele.

“Kahrolsun Dünya” deyince dünya kahrolmuyor.

Türkü, Kürdü, Arabıyla... Kahrolan bizler oluyoruz. "

            Diğer yandan bazı ülkelerin tavrı üzerinden yürütülen ve genelleştirilen değerlendirmeler de önemli bir sorun alanına işaret etmektedir. Macaristan'ın tavrı üzerinden ümmet karşıtlığı üreten sığ ulusalcı zihin Arap Birliğinin Türkiye karşıtı kararının Katar ve Somali tarafından veto edilmesinden ne üretecek? Macaristan dışındaki neredeyse tüm Batı ülkeleri Türkiye'nin yürüttüğü operasyona karşı olduğu gerçeği ıskalanmaktadır. Arap ülkelerinin siyasal tavrı üzerinden ümmetçilik karşıtı bir sonuç çıkaran seküler Türk faşistleri buradan ne üreteceği merak konusudur.

            İslam ülkelerinin Türkiye karşıtı tavır alışının altında çok sayıda sosyolojik faktör vardır. Sadece, İslam ülkelerinin kafir ile işbirliği metaforunu öne çıkararak analiz yapmak anlamlı değildir. Söz kafir ile işbirliğinden açılmışken, Türkiye kafir NATO'nun aktif üyesi, kafir ABD'nin stratejik ortağı ve kafir AB'ye üyelik başvurusunda bulunan bir ülkedir. Çok boyutlu sosyal olayları tek bir faktöre indirgemek hem yanlış değerlendirmeye, hem de ideolojik körlüğe neden olur. Milliyetçilik, bu ideolojik körlük türlerinden sadece biridir.

Ulus devlet ve milliyetçilik, İslam kardeşliğini bitirme noktasına getirdi maalesef. Her ulus devlet kendi milli çıkarlarını önceliyor ve kutsuyor. Milli çıkar diye kutsanan, İslam üzerinde ve onu aşan bir politik argüman var. Bu argüman İslam kardeşliği zayıfladıkça var olacak ve etkileşecek bir argümandır. Bundan dolayı her milliyetçilik türü, İslam ülkelerinin politik tavırlarından yola çıkarak İslam kardeşliğini imkansızlığını öne çıkarmaya çalışıyor. Ne ki, dinimiz bizi kardeş olmaya çağırıyor ve bütün Müslümanların kardeş olduklarını söylüyor. Biz ise önümüze çıkan ilk krizde, dinin evrensel ahlaki ilkelerine uymak yerine  ilkel milliyetçiliğin sloganlarına sığınıyoruz. Ulus devlet ve milliyetçiliğin İslam kardeşliğini en çok çürüten anlayışlardan biri olduğundan habersiz yaşıyoruz.

Bugün İslam ülkelerinin Müslümanlığın çok gerisinde bir anlayışla yönetildiğini iddia edenler, bu anlayışları saf İslam, bu ülkeleri İslam’ın temsilcisi, gösterdikleri politik tavırları İslami tavır olarak görüyor ve bu argümanlar üzerinden yürüyerek İslam kardeşliğinin imkansız olduğunu söylüyor ve daha da vahimi bunu sahip oldukları milliyetçi, seküler, bölücü, ayırımcı ve ırkçı anlayışlarını temellendirmek için kullanıyorlar. İslam kardeşliği bir iman meselesidir. Müslüman halklar arasında hiyerarşik bir sıralama yapan zihinler ve insanları ataları ile yargılamaya ve tanımlamaya kalkanlara, Hz. Peygamber tarafından cahiliye kalıntısına sahip olmakla suçlandığını hatırlatmak gerekir.

Gelinen noktada gerekçesi ne olursa olsun varılan beş günlük ara önemlidir. Kuşku yok ki, savaş ve çatışma sürgit devam edemez. Bu arada politik çözüm imkanları üzerine yoğunlaşmak gerekir.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR