Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Söz konusu Kürd’ün nüfusu ve çok çocuğu ise…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


İnsanların, toplu olarak bir arada yaşadıklarında, bireyden topluma elde edilen “maddi” hasılanın tümü kültür olarak tanımlanır.

Kültür doğrudan dinden, o din çerçevesinde oluşan inanç/lar manzumesinden(mezhep),ya da kavmi temele dayanan etnokültürel, folklorik ögelere dayanır. Her neye dayanırsa dayansın, kültür o toplum için belirleyici, tamamlayıcı unsur olarak öne çıkar.

Kültürden kaynaklanan olayların, olguların, bunlara bağlı olarak sebep-sonuç ilişkilerinin yanlışlığı, doğruluğu bir tarafa, her toplumun bir kültürü, bir yaşayış biçimi ve bunların toplamı olarak maddeden manaya bir anlayış, kavrayış biçimi, işin algılanış durumu ve zihinde nasıl yer ettiğini belirten bir skalası vardır. Bu anlatılanları bir şablon olarak değerlendirdiğimizde, bunun karşılığının her toplumdaki algı biçimi ve durumu da elbette ki farklı olacak ve farklı sonuçlar verecektir.

Bu gerçeği teyit etmek için söylersek; kültüre temel teşkil eden donelerini tamamının, ya da birkaçının, salt “itikad/inanç/ideolojik” boyutundan ziyade salt yoruma dayalı olan dini bir boyutu varsa dahi, adı üzerine yorumsamadan hareketle her toplumda karşılığının farklı olacağı çok rahatlıkla söylenebilir.

İşi burada bazı çevrelerce –laik seküler ve muktedir muhafazakârlarca- zaman zaman o da siyasi çıkar elde etmeye dayalı kojönktürel durum çerçevesinde Kürt toplumunun çok çocuklu” oldukları savı ve bu savın sonucunda, Kürtlerin bu “avantajdan(!) dolayı hakim duruma geçecekleri söylemi, o yorumsama konusuna açıklık getirecektir.

Çok çocuklu ve dolayısıyla çok nüfusa sahip olma durumu, dünyanın klasik dönemlerinde doğudan, batıya tüm toplumlarda hakim bir konumdaydı.

Zaten, o eski hayata baktığımızda; dünyada hakim olan ve iktisadi anlamda toplum biçimi tarım toplumu idi ve tarımda da alet, edevattan ziyade kol gücüne ihtiyaç vardı.

Bu ihtiyaç anlaşıldığı üzere tarımsal ilişki ağında, bu işten anlayan insanların varlığı demekti.

Yine, hayatın devamı için esas motor gücü tarımsal ilişkiye bağlı olarak zanaatkarlıkta aynı ilişki biçiminin şehir ortamında belirmiş şeklinden ibaretti.

Sonuncusunda fazla insana, dolayısıyla fazla çocuk sayısına kırsal kesim kadar ihtiyaç duyulmayacak olsa da, bu kırsal kesim için bir övünme ve başka toplumlara karşı, onların beka sorunu olmak şöyle dursun, kendisi için bir gereklilik içeriyordu.

Bu çok çocuklu olma ve kalabalık nüfus durumunu yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Kürtler için değerlendirdiğimizde, bunun, o da, o halkın büyük oranda tarımsal ilişki ağında varlıklarını sürdürdüklerinden dolayı bir karşılığı olmuştur diyebiliriz.

Ama şöyle bir itirazın gelebileceğini öngörüyoruz. O da; günümüzde Kürtlerin kahir ekseriyeti şehre göç etti, mekânsal ve yaşamsal olarak ilişki biçimleri değişti, ama buna rağmen, belli başlı Kürt şehirlerinde(*) çok çocuklu hal devam etmektedir. Bu durum nasıl izah edilebilir?

Önce şunu görmek gerekir, “bu insanlar niye, neden ve hangi saikler sonucunda büyük oranda şehre gelip yerleştiler; gelenlerin kırsalla var olan ilişkileri tamamen ortadan kalktı mı; yönetim aygıtı(kamu, belediye vb.) bu şehre göçe dayalı sağlıklı politikalar ortaya koyup düzen sağlayabildi mi?” kabilinden sorulara cevap vermek gerekir.

Kaldı ki, bu şehre göç, 1950’lerden beri sürmektedir.

Yukarıda belirmeye çalıştığımız üzere, çok çocuklu olmak ve fazla nüfuslu aile gerçeği tarımsal ilişki biçiminin doğal bir parçası olarak kabul görür. Bu durumun şehirde devam etmesi de, ister istemez, şehre kendi “kipkirli” rengini veren modernizasyona karşı, insanların manevisi ile birlikte maddi itirazı şeklinde kendini ortaya koymakta ve açıklamaktadır.

Bununla birlikte, bir nevi sanayi devrimine benzer bir şekilde kırsaldan şehre göçen insanların, geldikleri yerlerde maddeten ayakta kalmak için insan gücüne ihtiyaçları hasıl olacağından, birçok toplumda olduğu üzere “şehirli” Kürt toplumunun da çok çocuklu olması o kadar anlaşılır bir durumdur.

Hangi toplumsal zeminde olursa olsun, çok çocuklu olmak ve buna bağlılık içerisinde kalabalık nüfus sahibi olmak, önemli bir gösterge ve uğraş alanı olduğundan dolayı tarımsal ilişkiler ağında normal karşılanırken; insanların şehirlerden kendi köylerine tersine göçü yönetim erkinin “haklı ve gerekli” bir politikasına dönüşmüşken, çok çocukluluk durumu, bu erk açısından şehirde hakimiyet kurarlar ve birçok şeyi değiştirirler kaygısı ile birlikte okunmayı gerekli kılıyor.

Yok eğer, o tür bir söylem anlık ve zühul eseri olarak spontane bir şekilde söylenmişse, bunu aceleye getirilmiş siyasi bir söylem olarak değerlendirmek gerekir. Ama her iki şekilde de sosyal açıdan, siyasal açıdan vs. eşitlik ve adalet olgusu içerisinde hep birlikte yaşamak açısından ele alındığında, sürdürülmesi ve alabildiğine geliştirilip zenginleştirilmesi gereken kardeşliğe ket vurmakta, geleceği de zora sokmaktadır.

İşe devlet/çi gözüyle bakmaktan ziyade, buna sivil anlayış içerisinde geleceğe yönelik “medeniyet kurucu unsurlar” açısından bakmak, elde tutulması istenen kardeşliğin “ivazsız ve garezsiz” bir şekilde ve günlük siyasi durumlara ve siyasete alet etmeden aynı zamanda da “sorunların çözüm kaynağı” olan siyaset formu çerçevesinde, ondan yararlanarak çözüm elde ermek daha bir faydalı olacaktır.

Yine yukarıda kültürden ve işleyişinden bahsetmiştik. Kültür, topluma ve coğrafyaya yönelik özgülükler içerir. Eğer o kültür çok çocuklu olmayı normal görüyorsa, bu normal durumu anormal ve tehlikeli boyutlarda resmederek saymak sivil, ya da resmi hiçbir gücün işi, düşüncesi ve politikası vb. olmamalı…

Kaldı ki, “doğru ve yanlış” bağlamında çok çocukluluk konusunda belirlenmiş bilimsel ve kültürel bir kriter söz konusu olmadığı için, bunu görelilik bağlamında değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Biri kalkıp iki, üç çocuklu hali de kendi ulusalcı anlayışı için tehlikeli bulabilir. O zaman, iktidar elitleri alabildiğine az çocuklu aile yapısını öngörülüyor ise, ileriki zamanlarda nüfus alabildiğine yaşlandığında kalkıp el alemden nüfus mu devşirecektir?

Aklın yolu ne ise ve hangi halkın kültürü, inancı neyi gerektiriyorsa, bize de onu anlamak ve kabul etmek düşer. Başka bir yol, yol olmayabilir.

(*)Urfa, Şırnak, Ağrı vb.

 

Kaynak:farklın bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR