Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Siyaset ve Din-2

Yazarımız Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Modern paradigma kuramcıları din ve siyaseti değer üreten iki kurum olarak akademik alanda tanımlarlar. Toplumsal ilişkiler ile ilgili normların üretilmesinde, şekillenmesinde bu iki kurum aynı işlevsellikte görülür. Sosyoloji tüm toplumsal ilişkileri, kuram, değer ve olayları bilimsel kabul edilen din ve siyasetin değer üreten kurumlar olması üzerinden ele alır.

Yönetim ve iktidar ilişkilerini derinden etkileyen din ve siyaset arasındaki korelasyonlar tarih boyunca karşılıklı birbirini araçsallaştırmaları üzerinden şekillendiğini ve bunun insana dair tarihsel sürecin kahir ekseriyetinde vasat/fıtri bir toplumsal düzen üretemediğini, çağdaş dünyada ise daha tehlikeli ve endişe verici bir sürecin her geçen gün daha fazla küresel bazda sorunlar ürettiği belirtilmişti.

Sanayi, teknoloji ve kentleşmenin hızla yaygınlaştığı ve küreselleştiği modern dönem öncesi yönetim ve iktidar modellerinde karizmatik kişilere bağlı şekillenişler olduğunu ve bunun İslam coğrafyaları için de geçerli olduğu ifade edilmişti. Bu durum toplumsal ilişkilere yönelik birey merkezli bir düşünsel müktesabatın gelişmesini kaçınılmaz kılmış, fıkıh başta olmak üzere diğer tüm alanlarda birey merkezli meseleler ele alınmış ve genelde fakih, müfessir vb. yine alim ve düşünce adamlarının bireysel üretkenlikleri bu süreçlerde belirleyici olmuştur. Nitekim hala Müslüman Sünni dünya dört mezhepten birine göre ibadet ve mumelat pratiklerini yaşamakta ve bunlardan birini taklit etmektedir. Şii dünya ise İran İslam Devrimi sonrası velayeti fakih anlayışı ile kısmen daha dinamik bir görünümde olsa da usul olarak kadim geleneksel mezhebi bağlılıkları Caferilik ve kısmen diğer şii mezhepleri üzerinden şekillendiği görülür. Her iki dünyada da kişi merkezli düşünsel disiplinlere bağlı kalınarak içtihat kapısının kapalı olduğu bir düşünsel donukluk ve durgunluk söz konusudur. Durum böyle olunca siyasetin dini araçsallaştırdığı ve çağdaş dünyanın arayışlarına alternatif olabilecek bir paradigmanın üretilemediği ve kendi içinde de önemli toplumsal sorunların devam ettiği bir gerçeklikle karşılaşılır.

Bu durum nasıl aşılır? Ne yapılmalı? Nasıl yapılmalı? Gibi önemli sorulara son üç asırdır kimi yanıtların üretildiği, alternatif kuram ve oluşumların özellikle Osmanlı son dönemi sonrasından günümüze kadar bazı dokunuşlar yapıldığını, çaba ve eserlerin ortaya konulduğu görülür. Ancak bu çaba ve üretkenliklerin yeterli olmadığı ve yaşanan deneyimlerin çoğu kez beklenenden daha kötü sonuçlar doğurduğu ve hayal kırıklıkları yaşattığını da belirtmek gerekir. İhvan-ı Müslim’in deneyimi, İran İslam Devrimi, Afganistan olayı, Nurculuk Hareketi, Milli Görüş Hareketi ve sonrasında Ak parti İktidarı süreci gibi deneyimler ve bu süreçlerin şekillenmesinde etkili olan düşünce adamlarının çabaları bu bağlamda yeniden gözden geçirilebilir.

Bu bağlamda konu birçok boyutu ile analiz edilebilir. Önemli düşünsel açımlardan birini de din ve siyaset ilişkisi düzleminde ele alınması gerektiğinin altını çizmek gerekir. Zaten yazının temel amacı da bu konuya dikkat çekmek ve bu bağlamda ana yaklaşımlara dönük yaşanmış deneyimlerden de yola çıkarak az da olsa dokunuşlar yapabilmek ve yeni soruların önünü açmaktır.

Öncelikle günümüz dünyasının gerçekliği analiz edilmelidir. Dijitalleşmek sonrası dönemin yeni yaşam kodlarına odaklanılmalıdır. Ekopolitiğin küresel manüpulatif  örgütlülüğünün kitlesel yoksullaşmalara neden olduğu, devlet bütçelerini aşan bireysel zenginlikler ürettiğini görmek gerekir. Yani geleneksel düşünce diliyle mal emniyetinin yok edildiği bir yaşamsal döngü, küresel liberalizmin batı merkezli iktidar lobilerince yönetildiği bir dünya gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Beş temel emniyetin (can, mal, akıl, inanç ve nesil) sırasına bağlı olarak zincirleme bir etkileşim içinde olması toplumsal yaşamın temelini oluşturan unsurların fıtrat boyutunda bir sarsılmaya ve bozulmaya uğradığını gösterir.

Küresel ekonominin dayattığı yaşam biçimi ancak bu ilişki paradigmasına alternatif bir anlayış, kuram, bilinç ve davranış üretilmesi ile mümkündür. ileri teknoloji bilgisinin tekelleştiği ve buna bağlı olarak gıda, enerji, eğitim, eğlence, medya, moda, sağlık, eğitim, savunma/silahlanma, uzay teknolojileri diğer tüm hizmet ve tüketim alanlarına yönelik mal ve hizmetlere kendi kuralları içerisinde değer biçen bu acımasız lobiler, siyaset alanında da güçlü bir vesayet oluşturmaktadırlar.

Yaşamı kuşatan bu ilişki biçimi insanı yaşamın öznesi olmaktan uzaklaştırıp değersizleştiren kaçınılmaz sonuçlar doğurmaktadır. Buna direnç gösteren itirazların ise alternatif bir paradigma üretmekten çok bir çığlık ve başkaldırı protestosu olmaktan öte marjinalize etkilerle sınırlı kalmaktadır. Bu bağlamda korunmuş vahiy merkezli düşünsel açılımların ve üretkenliklerin alternatif paradigma geliştirme potansiyelinin farkındalığı ve gerçekliği üzerinde yeni bir odaklanmaya ihtiyaç olduğunun altını çizmek gerekir.

Bilimsel bilginin yönetimi ve akreditasyonunun küresel liberalizmin iktidar ikliminde şekillendiğini belirtmek gerekir. Küresel ölçekte geçerliliği olan bilimsel dilin ingilizce olması bu anlamda kırılması ve aşılması gereken bir durum olarak görülmelidir. Bilim üreten kurumların başında gelen enstitü ve üniversitelerin prestij sıralamaları, nobel vb. ödüllendirmeler üzerinden akredite edilen algılar, küresel sistemin örgütlü karekterinin yaygın ve güçlülüğünü göstermektedir.

 Bilgi ve bilimsel dünyayı kuşatan bu vesayet alanı, bilimsel yenilik  ve gelişmelerin insan yararına olmasını merkeze almaz. Daha çok zenginleşme, kar, güç ve iktidar elde etme amacına odaklanır. Örneğin kanser gibi insanlığı tehdit eden bir hastalığın tedavisine yönelik ilaç ve teknolojilerin üretilmesine, pahalı ilaç ve teknolojilerin tüketimi daha çok kar getirdiği ve bunun üzerinden büyük kazançlar elde eden lobilerin baskısı altında müsaade edilmez. Ancak bu düzene itirazlı yaklaşan bir Küba’da kanser artık tedavi edilebilen bir hastalık olarak devlet tarafından vatandaşlarına ücretsiz bir tedavi hizmeti olarak sunulur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Yani bilimsel bilgi ve yeni teknolojilerin amacı insana faydalı olmak değil kar ve güç elde etmektir. Bu temel anlayışı ideolojik, düşünsel, dinsel temelde tersyüz edecek bir yeni yaklaşıma odaklannılmalıdır.

İslami düşünce müktesabatının üretildiği güncel bilginin sistem etiği ve metodolojisi kendini küresel düzenin akreditasyonuna uyumlu hale getirmesi etkili bir paradigmal çıkışın önünde önemli bir engel ve aşılması gerek bir handikaptır. Bilginin kurumsal merkezleri olan üniversiteler ve enstitülerin tartışılmaz otorite olarak kabul edilmesi teslimiyeti aşılarak geçerlilik ve güvenirliliğin ABA kriterleri üzerinden hakemli dergiler ve sempozyumlarla akredite edildiği bir sistematiğe alternatif üretilmesine odaklanılmalıdır.

Bilgi ve düşüncenin üretilmesinin en güçlü dinamiklerinden biri olan metodoloji/usul üzerinde yeni yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Tek bir fakihin veya düşünce adamının günümüz meselelerine çözüm üretme verimliliği oldukça zayıftır. En basit bir konunun bile birçok kompleks bileşeninin olduğu bir dünya gerçekliğinde çözümün kişi merkezli üretilmesi oldukça zordur. Birçok alanda uzman bilim insanlarından oluşmuş kurul ve komisyonlar üzerinden konulara etkili çözümler üretilmesi bağlamında bir usul değişikliğine ihtiyaç vardır. Örnek olarak İslami bankacılık deneyimlerinin son tahlilde kapitalist örgütlü sitemin kurumsal yapı, iş ve işlem biçimleri vb. diğer şekillenişlere dönüşmesi, aynılaşması alternatif bir finans kurumsallaşması olmasından hızla uzaklaşması sonucunu doğurmuştur.  Bu yaşanan süreç İslami bankacılık uygulamalarını bir hileyi şerriye kadüklüğüne indirgenmesi, bu alanda düşünsel üretkenliğin derinlikli olarak ortaya konulamaması anlamına gelir. Bu bağlamda dayanışma kurumları  olan Eminevim, Fuzulevim gibi yapıların sektörün her alanını kuşatamasa da daha güçlü bir alternatif ve duruş ürettiği görülür.

Geçmişin fıkıh, tefsir, hadis, kelam vb. birikiminin aşılmaz bir set ve duvar olarak görmek yerine rehberliğine vurgu yapmak gerekir. Bunun bir açılımı olarak yeni bir usulün üretilmesine ihtiyaç vardır. Vahiy bilgisinin kurucu misyonu var olan toplumsal ilişki ve kurumların forumlarından çok yaşama dair ürettiği değer ve ilkelerine odaklanır. Bu anlamda bilgi ve düşüncenin merkezinde insanın fıtri tatminliği ve ontolojik öncelikleri alınmalıdır. İnsan yaşamın öznesidir. İnsanın yaşamaın öznesi olması onun hem türü ile ilişkilerini, eşya ve yaratıcı ile ilişkilerini şekillendirmesinde vahyin belirleyiciliği esas alınmalıdır. Taranshümanizimin insanı ontolojik gerçekliğinden koparmaya yüz tuttuğu günümüz dünyasında yeniden insanı inşaa etmeyi hedefleyen ve önceleyen bir vahiy dokunuşuna ve vahiy merkezli duruş ve değerlere dönüşe yönelik düşünsel üretkenliklerin yaşama indirgenmesine ve şekillendirmesine odaklanılacak bir paradigmal perspektife çabaların yöneltilmesi gerekir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR