Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


SİYASAL İSLAMIN İFLASI

Faysal MAHMUTOĞLU'nun yazısı;


 

 

Bu başlık hepimize tanıdık geldi, OLİVİER ROY’un 1994 yazdığı kitabın adı. Roy bu kitabı yazdığında Müslüman kardeşler henüz iktidarla tanışmamıştı, Türkiye’de siyasal İslamcılar beyaz Türkler tarafından ciddiye alınmayan küçük bir muhalefet partisine sahip olarak muhalefet görevini ifa etmekle meşgullerdi. Roy; Kazablanka’dan Taşkent’e kadar İslamcı hareketler ile Cezayir’deki FIS (İslami selamet cephesi)ni inceliyor. İslamcılığı; her şeyden önce, toplumsal ve siyasal olarak uyumsuz bir gençliğin protestosunu ve hayal kırıklığını cisimleştiren sosyo-kültürel bir hareket olarak tanımlar. (1)

 Roy kitabında ilginç tespitlerde bulunuyor:  “Çağdaş İslam dünyasının gerillaları (Afganistan ve Kürdistan dışında) kentlidir”  der. Altmışlı yıllarda Nasırcı ya da Marksist olan bir kişi bugün İslamcıdır. Gariptir ki Marksist gerillalar köyden çıkmasına karşılık, İslamcı militanlar kentlidir, dolayısıyla sosyolojik anlamda moderndirler. (2)

 Roy: 2015 yılında yayınladığı KAYIP ŞARKIN PEŞİNDE isimli söyleşi kitabında da “siyasal İslam’ın iflası” ile ilgili olarak sorulan bir soruya şöyle cevap verir;  “sanki ben siyasal yaşamda İslam’ı referans almanın bitişini ya da İslamcıların iktidara gelmesinin imkansızlığını ilan ediyormuşum gibi ki bu saçmadır. Aslında İslamcı ideolojinin iki sebepten yapısal başarısızlığa uğramasını açıklayan bir kitaptır. Ya din devleti yok etmektedir, ya da devlet dini yok etmektedir. Şayet bir İslam devletine –aslında tüm din devletlerine- getirdiğiniz tanım, devletin sadece tanrının egemenliğini tanıması ve sadece dini yasayı hayata geçirmesi ise, o zaman devlet kendi egemenliğinden vazgeçer ve artık devlet kalmaz. Herkes dini, yasa diye kendi tanımladığını referans almaktadır.” (3) Maalesef 20 yıl sonra OLİVİER ROY’un kerameti veya kehaneti gerçekleşir.

 Siyasal İslam ancak muhalefetteyken önünde güzel günler görür, dünyaya dair tahayyüller, ezilmişler ve mazlumlar için bir ümit mesabesindedir.  Ama iktidar olur olmaz, savunduklarının tam tersine bir yöneliş gösterirler. Tunus ve Mısır siyasal iktidarları örneğinde görüldüğü gibi uygulamalarının sonucu hezimet ve başarısızlık olmuştur. Tunus baharından sonra iktidara gelen Ennaahda partisi, sonunda Arap dünyasındaki en laik anayasayı onayladı; bu anayasa hiçbir şeyi İslamileştiremediği gibi; vicdan özgürlüğünü, yeni din değiştirme veya ateist olma hakkını da getirmektedir. Mollaların İran’ı hukuk, insan hakları, ekonomik gelişme, ülkenin huzur ve refaha kavuşması ve ırkçılığın önlenmesi açısından en başarısız olanıdır.

 

ARAP BAHARI

 Arap baharı; 17 Aralık 2010 yılında Tunus’ta bir gencin kendini yakmasının ardından tüm Tunus halkının başlattığı eylemler, tüm Arap dünyasına yayıldı. Yapılan protestolar sonucunda birçok Arap ülkesi Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaştı. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve Bahreyn gibi ülkeler Arap Baharı’ndan  etkilendi.

 Arap Baharı sivil ve laik hamlesine rağmen İslami radikalleşmenin yeniden doğuşuna sahne oldu. Devrilen rejimlerin, henüz  “özgür ve adil seçimlere” ve demokrasiye hazır olmadıkları da bir realite. Mısır’da Müslüman Kardeşlerin, Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Tunus’ta  Ennahda’nın iktidara gelmesi  Taliban ve Humeyni  örnekliğini baz alan batıyı endişelendirdi.

 Arap baharının ilk çıkış yeri olan Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali’nin 30 yıllık dikta yönetimi devrildikten sonra siyasal İslamcı bir parti olan Ennahda (Uyanış) iktidara geldi. Sürgündeki lideri Raşit Gannuşi 2011 yılında ülkesine dönerek partisinin başına geçti.  İktidardayken dayatmacı uygulamalar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadelede başarısız olması, 2014 yılındaki seçimi kaybetmesiyle sonuçlandı. Yenilgiyi ve yanlışlarını itiraf eden Gannuşi,  mayıs ayında topladığı kongrede radikal bir karar alarak siyasal İslam’ı terk ettiklerini ilan etti.

 Artık İslamcı değil, “Müslüman Demokrat” olarak kendilerini konumlandırıp  “siyaseti artık din istismar etmeyecek, din de artık politikayı rehin almayacak” diyerek yeni çizgilerinin demokrasiyi ve laikliği korumak olduğunu, demokrasi olmazsa  İslamı yaşamanın mümkün olamayacağını dile getirdi. 25 Ocakta Mısır’ın Tahrir Meydanı’nda başlayan isyan, 11 Şubat 2011’de cumhurbaşkanı Muhammed Hüsnü Said Mübarek’in istifasıyla sonuçlandı, Libya’yı 42 yıl tek başına yöneten Kaddafi, memleketi Sirte’de halk tarafından linç edildi.

 Arap baharının kapsama alanına giren Libya, Mısır, Yemen ve Suriye’de; kaos, mezhep çatışması, kan, gözyaşı ve  iç savaş hüküm sürerken Tunus  Gannuşi gibi bilge bir liderin sayesinde demokrasiyle barış içinde yaşamayı başardı.

 Mısır’da Müslüman Kardeşler Gannuşi’nin yaklaşımını gündemlerine aldıklarını, siyasi rotalarını revize edebilecekleri yönünde açıklama yaptılar. Ancak ABD, Suudi Arabistan,  İsrail ve tüm batı tarafından desteklenen General Sisi’nin gerçekleştirdiği kanlı darbe süreci inkitaa uğrattı.

        

 SİYASİ İSLAMIN TÜRKİYE SERÜVENİ

 Cumhuriyet ilk döneminden 1950 yılına kadarki dönemi, o zamanki basının da yardımıyla, her alanda İslami düşünce ve faaliyet, devletin sıkı takip ve çoğu kez müdahalesiyle karşı karşıya kalıyordu. Bu nedenle bu dönemde İslami düşünce ve faaliyet için tamamen yasaklı bir dönemdi. Bu devir halkın, polis ve jandarma korkusu yaşadığı, hapisle yüz yüze kalma pahasına İslam’ı gizli kapaklı öğrenmeye çalıştığı bir dönemdir. Laikliği savunma refleksiyle liberal muhalefet dahi susturulmuştur. 1925 yılında, Cumhuriyet’in ilk liberal partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, parti programında yer alan “parti dini görüşlere saygılıdır” ifadesi yüzünden kapatılmıştır.

 Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan katı jakoben laiklik politikası, dini inançların tehdit altında olması İslam’a yönelişlere ivme kazandırmıştır.

 Afganistan’ın Ruslar tarafından işgali ve İran İslam devrimi tüm İslam dünyasında olduğu gibi Türkiye’de de gündem olmasının yanı sıra İslamcılar arasında da ciddi bir heyecan yarattı. İran’da şahlık rejiminin İslamcılar tarafından yıkılması, çağın en büyük olaylarından biri olarak kabul edildi. “Çağa yeniden İslam damgası vuruldu” algısı yaratıldı. Bu uyanış İslam ülkelerinin despotik yönetimleri için bir tehdit olarak algılandı.

 Bir başka etken de kentleşmenin oluşturduğu gettolardaki öteki olma duygusu, yoksulluk, işsizlik cemaat ve tarikatların yaklaşımı, dinin kamusal alanda dışlanması ve katı yasaklar siyasal İslam’ın güçlenmesine zemin hazırladı.

 Siyasal İslam bir tepki ideolojisi olarak doğdu. 1970’lerden 1990’lara kadar okunan kitapların çoğu İslam’ın siyasal yönünü ele alan çeviri ve telif eserlerdi. Bir “İslam devlet “ modeli çıkarılmaya çalışılıyordu. Bu çevrilerinin büyük bir kısmı, muhtelif İslam ülkelerinde mevcut yönetimlerle çatışma halinde olan “İslami hareket” liderlerinin kaleminden çıkma, bilimsel olmaktan çok ideolojik düşünce ürünleri olduğu özellikle dikkat çeker. (4)  Bunların en başında Mısır Müslüman Kardeşler mensubu, idam edilen Seyyid Kutup ile Hasan Elbenna, Pakistan’dan cemaati İslam lideri Mevdudi gelirdi.  Mevdudi ve Kutup, devleti araç olarak değil amaç olarak görürler, dinin yaşanmasını devlet şartına bağlarlar. Bu tercüme kitaplarının içeriği ağırlıklı olarak; Selefiliğe mütemayil, cihadist, radikal, siyasi talepleri kuvvetli, İslamcılık tarihini Mısır ve Pakistan- 80 sonrasında potaya İran girdi- merkezli okuyan, mücadeleci, yer yer tekfir ve şirk kavramları üzerinden dışlayıcı, diri bir tip ve din anlayışı ortaya çıkardığı söylenebilir. (5)  İran devrimiyle birlikte bu okumalara ilaveten Şii gelenekten gelen Ali Şeriati ve Seyyid Hüseyin Nasır da eklendi.

 Türkiye’de 2002’de iktidara gelen siyasal İslamcılar, neşet ettikleri milli görüş gömleğini çıkararak reddi miras yapıp kendilerini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayarak; AB, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, düşünce özgürlüğü gibi alanlarda radikal reformlarla iktidarlarını pekiştirdiler. Anayasa değişikliğinden sonra seçilmek için ittifak etme ihtiyacı hasıl olunca sağcı-milliyetçi bir partiyle ittifak kurmak zorunda kaldılar.  Yeni ortaklarının ideolojisi doğrultusunda konumlandılar.  İlk adım olarak da özgürlüklerin güvenliğe feda edildiği bir süreci başlattılar.

 Yeni ortağın milliyetçi ideolojisi içselleştirilerek etnik aidiyete varoluşsal bir anlam yüklemek ilke edinildi. CHP’nin Fransız Devrimi’nden aldığı altı oku olan; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, Sovyet Devrimi’nden alınan devrimcilik, halkçılık ve devletçilikten ilham alarak yeni bir paradigma inşa edildi. Bu paradigmanın amentüsü; tek devlet, tek vatan, tek millet ve tek bayrak idi. Bu derin devleti de memnun eden bir durumdu.

 Artık partiye tek lider kültü hakimdi. Hakikate ve ilkelere sadakat yerine lidere sadakat esas alındı, artık söylemlere popülizm ve hamaset egemendi.

 Milliyetçi muhafazakar bir dil egemen oldu. İslami öncelikler yerine ganimet paylaşımı, makam ve mevki ile sahip olduklarını yitirmeme duygusu galip geldi.. Şatafat, gösteriş, lüks düşkünlüğü, ve debdebeli yaşam, güce tapınma Müslüman toplumunun kanına giren bir virüs haline dönüştü.

İnsani ve İslami bütün değerler araçsallaştırıldı. Siyasal İslam; milliyetçi, muhafazakar, statükocu ve gelenekçi kalıba büründü. Bu da toplumsal ahlaki çöküşü getirdi.

İbn-i Haldun toplumsal değişimi incelerken siyasal iktidarın toplumu etkileme kabiliyetini şöyle tanımlar: “siyasal yönetimlerin toplumsal iklimi oluşturma gibi bir rolü var“ der. Buna paralel olarak “bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaç yokmuş gibi davranan(6) bir kitle oluştu. Artık İslami ahlaka, bilgiye ve adalete ihtiyaç duyulmuyor. Sadece İslam; ali menfaatleri ve iktidarlarının bekası için kullanılıyor.  Muhalif sesler; vatan hainliğiyle suçlanıp susturuluyor, başı ezilmesi gereken unsur olarak görülüyor, her türlü nobranlık, saldırganlık normal görülüyor, kalemşörleri  tehditkar  bir dil kullanıyorlar.

İslamcı aydınlar, iktidarın her söylem ve eylemini meşrulaştırmaya gayret gösteriyor; aydınlar, devleti kutsayan saray alimlerine dönüşüyor. İktidarı itikat haline getiren ideologlarla karşı karşıyayız.

Tüm İslam coğrafyasında siyasal İslam’ın bütün versiyonları, arkalarına büyük bir enkaz ve hezimet bırakarak tükenmiştir. İslam dünyasındaki tüm problemlerin dışardan geldiği anlatısı artık son bulmalı. İŞİD, Bokoharam, El Kaide ve El Şebab v.s. kanlı terör örgütlerinin arkasında batı var kolaycılığına gidileceğine, mevcut cari fıkıhtan böyle bir din anlayışını pekala çıkarılabilir olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

 Müslümanlar yeni bir paradigma inşa etmek zorundalar.

Antonio Gramsci’nin dediği gibi “eskinin öldüğü, ama yenisinin henüz doğmadığı” bir süreci yaşıyoruz.

 

Kaynakça

1-Siyasal İslam’ın iflası/ Olivier Roy

2-a.g.

3-Kayıp şarkın peşinde/ Olivier Roy

4-Turkiyenin sosyal tarihinde İslamın macerası/ Ahmet Yaşar Ocak

5-Turkiyede İslamcılık düşünce hareketi / İsmail Kara

6- Amin Maalouf

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR