Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Sivil Toplum Kuruluşları Üzerinden Mücadele Dönemi Ve Ak Parti Deneyimi

İslami mücadele bilinç ve sorumluluğunun Ak Parti´yi aşan evrensel kodlarını, zaman ve coğrafya üstü ruhunu yeniden üretmek ve yakalamak zorundayız. Bu sorumluluğun düşünsel kodları Kur´an ve Rasulullah´ın (s.a.v) örnek yaşamında mevcuttur vesselam.


Sivil toplum mücadele geleneğinin parti deneyimi dışında ilk önemli pratiği Mazlum-Der üzerinden gerçekleşti. Özellikle başörtüsü yasağına karşı sol iklimdeki insan hakları alanında mücadele veren derneklerin ayrımcılığa varan ilgisizliği İhsan Arslan, Cevat Özkaya, Yılmaz Ensaroğlu, Şadi Çarsancaklı gibi Müslüman aydınların öncülüğünde insan hakları alanında mücadele veren bir dernek olarak 1991´de kurulan Mazlum-Der, kuruluş sürecinde önemli eleştirilerin de hedefi oldu. Tartışılan temel konu sistem içi araçlarla İslami mücadele verilmenin meşru olup olmadığı üzerineydi. Bu deneyim üzerinden yapılan tartışmalar geleceğe dönük önemli bir kırılma noktası oluşturuyordu. Nitekim çok geçmeden Akif İnan öncülüğünde Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim Bir-Sen) 1992´de kurularak memur örgütlenmelerinin yasak olduğu bir süreçte çalışmalarına başladı.

Mazlum-Der ve Eğitim Bir-Sen çalışma alanları ve misyonları özelleşmiş sivil toplum kuruluşları olarak sistem içi mücadele araçlarıydılar ve Müslümanlar tarafından kurulmuş olmalarına rağmen cemaat/grup üstü/dışı yapılanmalardı. Dolayısıyla cemaat ve grupların iç dünyasına yönelik bir etki ve müdahaleleri de yoktu. Bu durum kısmen tolere edilebilmelerini beraberinde getirdi. Süreç içerisinde etki alanları ve yararlılıkları daha belirgin hale gelince, önemli birer sosyopolitik aktör ve güç olmalarının fark edilmesi mücadele anlayışındaki katı illegal, antagonist strateji ve yöntemlerin sorgulamalarını beraberinde getirdi.

İslam coğrafyalarında Abduvahab El-Efendi, El Cabiri, Hasan Hanifi gibi aydınların demokrasi, çok kültürlülük ve hukukluluk üzerine yaptığı açılımlar Türkiye´de kendini, Yeni Zemin dergisi üzerinden yapılan tartışmalarda gösterdi. Ali Bulaç, Yalçın Akdoğan, Ümit Aktaş gibi aydınların Medine sözleşmesi, demokrasi, çok kültürlülük üzerine yaptığı açılımlar, silahlı çatışma ve şiddet anaforunda iyice daralan bir güncelde yeni sorgulamaları beraberinde getiriyordu.

Sokak ve meydanlarda ise Abdurrahman Dilipak´ın başını çektiği kimi Müslüman aydınların, Murat Belge, Ömer Laçiner gibi kimi solcu aydınlarla temel hak ve özgürlüklerin savunulması bağlamında ortaya koyduğu birliktelikler ve ortak mücadele çizgisi yeni bir anlayışın ilk pratikleri olarak ezber bozuyor ve yeni tartışmaları beraberinde getiriyordu.

1994 yerel seçimlerinde Erbakan liderliğindeki Refah Partisi´nin İstanbul, Ankara, Konya, Sivas, Şanlıurfa, Van ve Kayseri gibi kentlerde belediye başkanlıklarını kazanmasının oy vermenin küfür olduğu gibi radikal devrimci tavrın değişmesinin ilk işaretleri olarak okumak gerekir. Bu süreçte refah kadrolarının ve özellikle kadın kollarının sokaklara ve evlere kadar ulaşan etkili çalışmalarının altını çizmek gerekir. Devrimci mücadele sürecinin ağır yıpratıcılığının altında bunalan kesimlerin bir çıkış olarak gördüğü siyasal parti mücadelesine destek olma çok etkili ve sarsıcı sonuçlar oluşmasını sağlamıştı.

1995 Erbakan başbakanlığında Refah-Yol hükümetini iktidara taşırken tevhidi mücadele iklimindeki çoğu gurupların desteğini de arkasına almayı başarmıştı. Refah Partisi´ne destek vermek İslami mücadelenin tek adresi artık partili mücadele yöntemidir anlamına gelmiyordu elbette. Ancak sistem içinde birilerinin iktidara gelmesi inisiyatifini temelde üretemiyorsak en azından bu yöntemi benimsemiş Müslümanların içinde bulunduğu ve davası yine İslami mücadele olan bir partiyi diğerlerine tercih ederek seçmek gibi bir strateji benimsenmişti.

İslam coğrafyasında da legal mücadele alanları giderek güçleniyor ve önemli kazanımlar elde ediliyordu. Cezayir´de Abbas Medeni liderliğindeki FİS´in başarısı, Tunus´ta Ganuşi liderliğindeki El NAHDA´nın, Sudan´da Tuarabi´nin beyaz devrimi, İhavan´ın Mısır´da siyasi parti kurma kararı, Hizbullah´ın Lübnan´da parti kurarak mecliste yer alması, sonraları Filistin´de siyasi parti mücadelesini HAMAS´ın benimsemesi gibi gelişmeler bu sürçte yaşanan değişimlerin önemli örnekleri olarak karşımıza çıkıyor.

Refah-Yol hükümetinin kısa sürede yarattığı sinerji sistem tarafından tehdit olarak görülmeye başlaması beraberinde 28 Şubat darbesini getirdi. 28 Şubat darbesi tüm İslami kesimleri hedefine koyarak acımasız uygulamalarla birçok alanda operasyonlar gerçekleştirdi. Geleneksel cemaat yapı ve oluşumlarda dahil edilerek tüm İslami çalışmalar hedef alındı. 8 yıllık zorunlu eğitime geçilerek İmam Hatiplerin önü kesilmeye çalışıldı. Üniversite sınavlarında uygulanan katsayı zulmü ile milyonlarca öğrenci mağdur edildi. Başörtü yasağı ile yüz binlerce öğrencinin üniversitelerden kaydı silindi. Kamu kurum ve kuruluşlarından on binlerce kişi irtica ile mücadele kapsamında ihraç edildi.

28 Şubat süreci tüm İslami çevreler üzerinde tam bir travma etkisi yarattı. Bu süreçte Ecevit´in sahip çıktığı ve ?başörtüsü furuattır´ çıkışıyla iz bırakan FETÖ grubu hariç tüm çevreler bu operasyonlardan nasibini aldı.

Refah partisinde ise genç kadroların itirazları ile bir iç deprem yaşanıyordu. 60´lı yıllardan beri Erbakan´la siyaset yapan yaşlı yöneticilerin varlığı ve gençlerin önünde oluşturduğu siyasi tıkanıklık artık açıktan eleştiriliyordu. Nihayet İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı´ndaki başarıları ile yıldızı iyice parlayan Recep Tayyip Erdoğan, başarılı bir bürokrat ve akademisyen olan Abdullah Gül, partinin kurmaylarından Bülent Arınç ve Abdullatif Şener öncülüğünde kapanan Refah Partisi yerine kurulan Fazilet Partisine karşı yeni bir siyasi hareket süreci başaltılar. Okuduğu bir şiir yüzünden ceza alan R.T Erdoğan´ın cezaevine girmesi başlatılan yeni oluşumu duygusal anlamda tetikleyen bir gelişme olarak kelebek etkisi yarattı. Konjonktürel koşulların oluşturduğu derin siyasi boşluk, siyasi yolsuzlukların, başarısızlıkların mevcut tüm siyasi aktörleri iyice yıprattığı bir dönemde 15 Ağustos 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) kuruldu. 2002 de girdiği ilk seçimlerde %34 gibi beklenmeyen bir başarı elde eden Ak Parti tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşması artı Türkiye´de yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu. Siyasi program ve söylemi ile toplumcu siyaseti merkeze alan Ak Parti, devletin ideolojik aygıtları tarafından açıkça sistemi tehdit eden bir hareket olarak görüldü. R.T. Erdoğan her ne kadar üzerimizdeki milli görüş gömleğini çıkardık dese de güven vermiyordu. Ancak hem kalkınmaya yönelik açılımları hem sosyal politikalar alanında ortay koyduğu yenilikler ve özellikle Kürt sorunu gibi kangrene dönüşmüş meselelerde ortaya koyduğu söylemler tüm toplumsal kesimlerde büyük bir heyecan ve sahiplenmeyi beraberinde getiriyordu.

Ak Parti iktidarı ile beraber diğer tüm İslami oluşum ve çevreler sivil toplum kuruluşları üzerinden daha legal ve formal bir zeminde çalışmalarını sürdürmeye başladılar. Birçok oluşum dernekler ve vakıflar üzerinden yeni program ve stratejilerle Ak Parti´nin sunduğu özgürlük ortamında çalışmalarını sürdürmeye devam etti. Özellikle FETÖ grubu bu dönemin en çok palazlanan çevrelerinden biri oldu. Yurt dışındaki çalışmalarıyla devasa bir kaynak ve organizasyon gücüne ulaşan yapı, geçmişte devlet içinde oluşturduğu kadrolaşmalarla Ak Parti´nin sistem içindeki en önemli destekçisi oldu. FETÖ liderinin "İrtica Küfrün Takiyesidir" çıkışı ile politik mücadeleye açıktan bir duruş sergilemeye başlayan yapı dershaneler üzerinden patlak veren kriz ile Ak Parti´nin en büyük düşmanı haline gelmeye başlaması etkileri hala devam eden önemli bir kırılmanın da başlangıç noktasını oluşturdu. Şimdilerde CİA ve MOSSAD´ın güdümünde olduğu iyice anlaşılan yapının korkunç yüzü 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıktı.

Ak Parti deneyiminin 15 yıllık iktidar olma serüveninde İslami mücadele bağlamında altı çizilecek en önemli hususun tüm yapı ve oluşumların kendilerini Ak Parti´ye eklemlemekten kurtaramamaları olmuştur. Bu eklemlenme bir yandan İslami oluşumlarda düşünsel bir atalet ve kısırlık oluştururken diğer yandan iktidarla gelen refah ve zenginliğin oluşturduğu bir çözülme yaşanmasına neden oldu. Ak Parti dönemi İslamcı kuşağın niceliksel şişkinliği İslami bilinç ve mücadele niteliğine dönüşemedi.

Ak Parti tabir yerindeyse siyasal bilinç ve sorumluluktan yoksun yeşil bir burjuva gençliği üretti. Artık tesettürlü namaz kılmayan gençlerin yaşam formatı, modern cafelerde, lüks sitelerde, pahalı zevk ve tutkuların peşinde koşan, kendi müziğini, modasını ve tatil konseptini üreten, İslami sorumluluk bağlamında da Ak Partili olma kimliğinin kendine yettiği, birkaç yardım kuruluşuna bağışta bulunan, Filistin, Arakan ve Afrika için bağış sms´leri atarak İslamcılığını tatmin eden yeni bir kuşak oluştu. Allah´a iman etmenin bireysel yaşamına sadece yüzeysel forum ve ritüellerle yansıdığı deizme varan bu savrulma İslamcılığı içinde bulunduğu en büyük sorun olarak bugün karşımızda durmaktadır.

İslami mücadele bilinç ve sorumluluğunun Ak Parti´yi aşan evrensel kodlarını, zaman ve coğrafya üstü ruhunu yeniden üretmek ve yakalamak zorundayız. Bu sorumluluğun düşünsel kodları Kur´an ve Rasulullah´ın (s.a.v) örnek yaşamında mevcuttur vesselam.  

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


mehmet caner
27.03.2018 10:19:23
kalemine sağlık

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR