Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


MUSTAFA AYGÜN


SENDROMLU HAYATLAR

Mustafa Aygün'ün "yeni" yazısı...


Kendini gerçekleştirebilen insan Maslow’un hayali olsa da o “meçhul zirveye ulaşmak” için hayatın karşımıza çıkardığı birçok sınavından geçmek vardır işin ucunda. Hepimiz istesek de istemesek de çeşitli şekillerde sınanırız.

İnsan hayatı inişli çıkışlı. Hayatın güzelliği de buradan geliyor zaten. Acıkmadan yemenin, çalışmadan başarmanın, ağlamadan gülmenin tadı olamazdı herhalde. Hayat, kendi akışı içerisinde devam ederken bazı insanlarda kalıtsal ve nedensel durumlardan kaynaklı saplantılar ortaya çıkabiliyor. Bu saplantıların bir kısmı sendrom olarak adlandırılmaktadır. 

Modern hayatın kendine özgü sıkıntıları içinde sendrom kelimesini çok sık duyar olduk. Vikipedi’de sendrom, “birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulgular bütünü” olarak tanımlanmış. Söz konusu bulgulardan hareketle, kişiler ile ilgili tanı koymak, sıkıntılarının sebepleri hakkında yorumlar yapmak kolaylaşıyor.

Bakalım insanoğlunun ne gibi sendromları varmış.

Dunning-Kruger Sendromu; Bürokrat, iş adamı, siyasetçi, sanatçı, yönetici vb. insanlar arasından, bu adam bu iş bilmezlik ve bilgisizlikle nasıl bu makama geldi dedikleriniz oldu mu?

Dunning-Kruger Sendromu sorumuzun cevabı ile yakından alakalı …

Bu sendromun bulgularının ortaya tespiti ve tanımlanması, Amerika Birleşik Devletleri’nin prestijli üniversitelerinden Cornell University’de görevli psikologlar, Justin Kruger ve David Dunning’in, Nobel almalarını sağlayan araştırmalarına dayanıyor.

İki bilim adamı akıllarına nereden geldiyse, yaptıkları bir sınavdan sonra 45 öğrenciye, sınavlarının nasıl geçtiğini sorarlar. Öğrencilerden aldıkları yanıtlar ile sınav kağıtlarına verdikleri cevaplara dayanan puanları arasındaki fark, araştırmalarını derinleştirme ihtiyacı hissetmelerine neden olur. Çünkü soruların yüzde 10’a dahi doğru cevap veremeyen vasatın altındaki öğrenciler, kendilerine gayet güvenli bir şekilde sınavlarının müthiş geçtiğini, en az altmış puan alacaklarını, biraz daha dikkat etmeleri halinde 70 puan almalarının işten bile olmadığını belirtirken, soruların yüzde 90 ve üzerimde doğru cevap verenler ise mütevaziliklerini elden bırakmadan ancak 70 puan alabileceklerini söylüyorlardı.

Dunning-Kruger araştırma sonuçlarını teyit eden birçok deneme yaptılar ve şu sonuçlara ulaştıralar: Yanlış sonuçlara veya talihsiz seçimlere varanlar, sonuçların yanlışlığını veya seçimlerinin talihsizliğini anlayabilecek yetkinlikte de olmayabilirler. Dolayısıyla niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemedikleri gibi niteliklerini abartma eğilimindedirler. Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. 

Ancak bu insanlar için üzülmeyin, zira bu cahillik ve haddini bilmeme karışımı durum, mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. Mesleki yükselme açısından eksiler artıya dönüşür. Sonuçta, bilgisiz ve niteliksiz hırslılar her zaman ve her yerde çok daha hızlı bir şekilde yüksek makam ve mevkileri elde ederler. Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler. Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler.

Bu sendromun mustaripleri, bilgiyi ve eğitimi önemsiz görürken, her zaman her şeyin en iyisini kendilerinin bildiklerine o kadar emindirler ki tartıştıkları konuda seslerini yükseltmekten çekinmezler. Yardım almaktan, aciz görünmekten korkarlar. Yalan vazgeçilmezleridir. Bir gün kabul ettikleri gerçeği başka bir gün reddedebilirler. Başarısız olduklarında kendileri ile yüzleşmek yerine başkalarını suçlarlar. Dolayısı ile eşsiz oldukları yönünde bir inanç geliştirmişlerdir. Tabi üstlerine karşı dalkavukluk astlarına karşı ise zalimliklerini söylemeye bile gerek yoktur.

Stockholm sendromu: 1973 yılında, bir grup hırsız, İsveç’in başkenti Stockholm’de bulunan bir bankayı soymak amacı ile basarlar. Bankada bulunan dört görevliyi altı gün boyunca rehin tutarlar. Soyguncular, kendilerinden beklenenin aksine rehinelerle “iyi insani ilişkiler” geliştirirler. Rehineler, soyguncular ile aralarında oluşan bu bağın etkisi ile polisin operasyon düzenleyeceğini, soygunculara önceden haber verirler. Daha ileri giderek bu kişilerin avukatlık ve savunma giderlerini de karşılarlar. Hatta rehinelerden biri, nişanlısından ayrılarak soygunculardan biri ile hapis cezasını çekmesinin ardından evlenir.  Bu olay birçok bilim insanın dikkatini çeker. Psikiyatr ve kriminolog NilsBejerot tarafından, yaşanan bu olay Stockholm sendromu olarak adlandırılır.

Stockholm sendromu celladına âşık olma, bağlanma şeklinde de ifade edebiliriz.  Bazı yöneticiler zorba, bazı çalışanlar ise kurban olmaya yatkındır. Bazı durumlarda aşırı baskıya maruz kalan kurban, hayatta kalma/baskı yaratan durumla başa çıkma stratejisinin bir uzantısı olarak zorbası ile özdeşleşip ona olumlu duygular beslemeye başlar. Kendisine baskı yapanın yerine, kendisini kurtarmak isteyen kişi veya otoriteye düşmanlık besler.

Şiddet uygulayanın ilk amacı kurbanı köleleştirmek/kendine bağlamaktır. Kurbanın hayatının her aşamasına despotça müdahil olur. Boyun eğdirmekle kalmaz kendi yaptıklarını haklı görmesini ve onaylamasını, sevgi ve saygı göstermesini ister. Saldırganın amacı gönüllü kurban yaratmaktır.

Kendine mobbing uygulayan kişiye aşırı ve anlamsız bir şekilde bağlanma şeklinde tezahür eden bu sendrom sadece şirketler, kurumlarda değil, evlilikler, ikili ilişkiler hatta liderler ve takipçileri arasında da olabilir.

Cam tavan sendromu: Örgütlerde, cinsiyet, ırk, dil, din gibi nedenlerle kişilerin yükselmesini engellemeye yönelik görünmez engelleri anlatmak için kullanılan bir terimdir. Bu sendrom ismini aşağıdaki deneyden almaktadır.

Pireleri bilirsiniz, zıplama konusunda mahirdiler. Fakat her pire bu konuda aynı yeteneğe sahip değildir. Bazıları 70 cm zıplarken bazıları ise 20 cm’yi dahi geçemez. Bilim adamları bu pirelerden birkaçını toplayıp tabanı metal cam bir kutunun içine korlar.  Alttan metali ısıtmaya başlayınca bireler acıdan kurtulmak için zıplarlar. Ne var ki tepelerinde camdan bir sınır vardır. Üstlerindeki cama çarpan pireler yere düşerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler. Artık hepsinin 30 cm’nin altında zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler üzerlerinde cam bir engel olmadığı halde 30 cm’den daha yükseğe zıplamaya cesaret edemez. Hepsi çarpa çarpa öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Çünkü engel artık zihinlerindedir.

İnsanlar içinde toplumsal, dini, kültürel nedenlerden kaynaklı cam sınırlar var olmuştur, olacaktır. Bahsi geçen cam sınırlar ortadan kalksa dahi kendi potansiyellerini kullanmaktan çekineni korkan, cesaret edemeyen insanlar öğrenilmiş çaresizlik girdabından kendilerini kurtaramayacaklardır. Aslında bu kişinin kendisine engel olan bazı etkenlerin olduğunu düşündüğü, ancak gerçekte bir engel olmadığı durumdur. Kişinin engel olarak gördüğü etkenler, aslında kendi kendisine yarattığı engellerdir. 

Kaynaklar:

https://www.iienstitu.com/blog/dunning-kruger-sendromu-nedir

https://onedio.com/haber/-dunnig-kruger-etkisi-nden-muzdarip-kisileri-tanimanin-10-yolu-346563

http://www.aktuelpsikoloji.com/dunning-kruger-sendromu-nedir-14694h.htm

https://kasder.org.tr/cam-tavan-sendromu/

https://listelist.com/cam-tavan-sendromu-nedir/

Cemaloğlu, N. (2020). Yönetimin PİN Kodu. Pagem Akademi Yayınları, Ankara

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR