Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


SEKÜLERLEŞME

FAYSAL MAHMUTOĞLU'nun yazısı;


 

 

Sekülerleşmenin kısa tanımı, özerk dünyevileşmedir.

Türkiye’de sekülerleşme söz konusu olduğunda tartışma daha çok laiklik ekseninde cereyan etmekte.

Laikliğin Türkiye’de ki serencamına baktığımızda, 1856 da ilan edilen Islahat Fermanıyla başlar. Osmanlı toplumumda yaşayan gayr-ı Müslimlere, Müslümanlarla eşit siyasi ve hukuki hakların tanınması devleti yaşatıp ayakta tutmanın en önemli çaresi olarak görülmüştür. Eşitlik prensibinin uygulamasının, devletin vatandaşlara muamelesinde din farkını ortadan kaldıran laik bir anlayışla mümkün olacağı düşünülmüştür. (1) Cumhuriyetin ilanından çok sonra 1937 yılında laiklik Anayasaya giriyor, ancak Türkiye’de Laiklik; din ve devlet işlerini birbirinden ayıran, din ve vicdan özgürlüğünü teminat olarak alınan her türlü inanç ve inançsızlığı koruyan bir doktrin olarak kabul görmüyor, bilakis laikliği bir ideoloji halinde topluma dikte ettiren, din ile toplum arasına bir bariyer şeklinde tedavüle sokuluyor. Devletin bir sıfatı olması gereken laiklik toplumsal alana taşınarak Laiklikten ziyade laikçi bir tahakküm hüküm sürmesi sağlanmış, bu da haklı olarak laikliğin dinsizlik şeklinde yorumlanmasına neden olmuştur. Laikliğin doğum yeri olan Fransa’da laiklik üç değer üzerine kuruludur: “vicdan özgürlüğü, dini tercihlerde hak eşitliği ile siyasi gücün tarafsızlığı.” Devletin tarafsızlığı, laisitenin ilk şartıdır.(2) Her türlü inanç ve inançsızlık saygıdeğer görülür.

Hıristiyan toplumu laiklik sayesinde dinin baskıcı hegemonyasından kurtuldu. ‘Allah adına bağışlayan ve aforoz eden bir ruhban sınıfı’ devleti kilisenin hegemonyasına sokarak, adeta bir tiranlığı canlandırmıştı. Cenevre tiranı olarak ünlenen JOHN CALVIN, kendisine karşı çıkanları başta büyük alim MİCHEL SERVETO olmak üzere onlarca kişiyi yakarak idam ettirmiş, aynı şekilde yüzlerce kişiyi de sürgüne göndermiştir. Üniversite rektörü olan büyük düşünür SEBASTİAN CASİTELLO’yu idama bile mahkûm ettirmek için çaba harcamış, ancak Azrail erken davranıp Calvin’e o fırsatı vermemiştir.(3)

Bugün laikliği dinsizlik olarak kabul eden İslam coğrafyası bir savaş arenasıdır.

 

BUNUN BAŞLICA NEDENİ DE

 

Hristiyanlıktaki ruhban sınıfına benzer onlarca oluşumun varlığına tanıklık ediyor olmamızdır. Birtakım cemaat ve tarikat yapılanmalarının cennet tapusu dağıtarak, her türlü şiddeti meşru gösteren fetvalar yayınlanıyor. Aralık 78’de Maraş’ta 210 ev 70 işyerinin yakılması ve 111 insanın ölümüyle sonuçlana olayların fitilini, Bağlarbaşı camii imamı Mustafa Yıldız’ın Cuma hutbesinde “oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi’yi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır; bütün din kardeşlerimiz hükümete, komünistlere ve dinsizlere karşı ayaklanmalıdır, çevremizde bulunan alevi ve Sünni CHP’lileri temizleyeceğiz” hezeyanı sebep olmuştur. En son Yusuf el KARDAVİ’nin “Esat yanlılarının ayırım gözetilmeden (Masum insanlar nasılsa ahirette hakları verilecek) öldürülmesinin caiz olduğu” fetvası bunun bir örneğini teşkil etmektedir. Dini hakikatleri bütünüyle kendi tekeline alarak bunun kabulü için gerekirse şiddete başvuran, şiddeti başkalarını iknaya başat yolu olarak içselleştiren bir din anlayışıyla karşı karşıyayız. Laikliğin bir din gibi algılanıp seküler alana taşınması da bu din anlayışından kaynaklanıyor. Kur’an-ı Kerim’in Müşriklere, Yahudi ve Hristiyanlara verdiği düşünce ve ibadet özgürlüğünü Müslümanlar vermiyor.(4)

Sekülerleşme; temeli din-devlet ayırımına dayanan laikliği de içermekle birlikte dinsel değerlere dayanan toplumsal yaşam yerine modern ve özek dünyevileşme şekline ortaya çıkar. Tarihsel gelenek ve dinsel otorite karşısında özerklik ilan etmektir. Sekülerleşmeyi din karşıtı gibi göstermek isabetli bir okuma biçimi değil, daha çok dinin görünürlüğünün kamusal alanda vücut bulması cemaat ve tarikatvari bir takım yapılanmaların gittikçe mevzi kazanmalarına bir tepki olarak da düşünülebilir. Sekülerleşme teolojik bir kavram değil sosyolojik (toplumsal) bir kavramdır. Sosyoloji de toplumsal yaşamı, değişimi, evrimi inceler, bireyi ve toplumu tanımlar. Laiklik ise siyasal bir kavramdır devleti ilgilendirir. Laiklik-din devlet işlerinin ayrılması değil, devletin din(ler)e karşı nötürleşmesidir.

Sekülerleşme; modernitenin parametreleri olan rasyonelliğin artması, bilimsel bilgi ve teknolojinin yaşamın her alanında egemen olması ve kentleşme gibi olguları esas alır.

Weber; ‘modern insanın rasyonelleştiği ölçüde dinden uzaklaşacağı’nı savunur. Durkheim; ‘sanayileşmeyi’ ön plana çıkarırken, Marxkapitalizmi’ neden olarak görür.

Modern toplumlarda eğitim, hukuk, siyaset ve ekonomi gibi konularda özerk hale gelmesi dinin belirleyiciliğini yitirmesine neden olur.

Özellikle şehir yaşamında içe dönük özgür ve bağımsız hareket etme arzusu, dışa dönük geleneksel ve dini normlardan soyutlanma, mahalle baskısına karşı vicdan ile uyumlu tercihler şeklinde tezahür eder. Tercihleri belirleyen en önemli etmen eğitim, kültür ve ekonomik güçtür. Gelir düzeyine paralel olarak tüketim alışkanlıklarının değiştiğini, yeni statüler elde edildiğini ve bunun da bir sınıf atlama aracı olarak geliştiğini yaşayarak öğrendik. Bu da beraberinde sekülerleşmenin doğal bir süreç halinde gelişimini sağladı. Dindarlığın da giderek mutasyona uğradığını, kamusal alanda daha çok görünür olmasına karşın dindar nesil yetiştirme girişim ve arzularına rağmen gittikçe toplumsal arenada güç kaybettiği, özellikle genç kuşakların dinle arasına mesafe koydukları da bir hakikat. Artık genç kuşaklar bir âlimin, bir şeyhin veya dedenin dizi dibinde oturup din öğrenmiyor, gelişen teknolojilere paralel olarak dini kaynaklara erişim için farklı seçenekler olması din baronlarının da bypass edilme sürecini de geliştirdi.

Müslümanlar siyasetin seküler bir iş olduğunu öğrenmeleri gerekiyor. Devlet yönetimi seküler bir iştir. Bazı din yorumcularının sekülerizmi; aklı dinin denetimden kurtarılması(5) olarak tanımlamalarını gerçekçi bulmuyorum. Seküler; din çıkarıldığında geriye kalan değil, bilakis dinin bizatihi dahil olduğu bir toplumsallığın sıfatıdır.(6) Kimi dini yorumların, din kuramıyla çelişen yaşanmışlıkların ve dini kurumların (son dönem el Ezher üniversitesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı/DİP) uygulamaları, toplumu etkileme güçlerini yitirmesi sekülerleşmeyi güçlendirmiştir.

Sonuç olarak bugün dünyadaki toplulukların önemli bir çoğunluğu, bir şekilde sekülerleşmeyi tecrübe ettiğini görüyoruz ve bu toplulukların bir kısmında din de bireysel olarak canlılığını muhafaza etmektedir.

        Dipnotlar:
        1- Avrupa birliği ülkelerinde din ve laiklik / Jean Bauberot

       2- Din özgürlüğü ve laisite / Jeremy Gunn

       3- Vicdan zorbalığa karşı /Stefan Zweig

       4- Ademden öncesi dönüş / Şaban Ali Düzgün

      5- İslam, sekülerizm ve geleceğin felsefesi / S.Nakip Attas

     6- Laik ve sekülerızmin politik teolojisi / Besim F. Dellaloğlu

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Mustafa ELDEN
26.05.2020 11:36:42
Ilginç ve güzel bir yazı Kaleminize sağlık.

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR