Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


SAVAŞIN AHLAKI

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Ukrayna Savaşı, dünyadaki mültecilere bakışı bir miktar değiştirebilir ise bu insanlık için büyük bir kazanç olacaktır. Dünya tarihi boyunca savaşlar, genel anlamıyla haksız, yayılmacı, sömürgeci özellikler taşıyor. Kuşkusuz Hz. Peygamber savaşın meşru sınırlarını çizmiştir. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının arka planında hiçbir haklı gerekçe yok. Batının Suriye, Irak ve Afganistan'da olanlara sessiz kalıp desteklemesi, bizi Ukrayna konusunda sessiz kalmaya itmemeli. Şurası açık ki, Ukrayna'da olanlar Irak ve Suriye'de olanların çok küçük bir bölümüdür. Suriye, Irak ve Afganistan’da çok daha derin ve büyük acılar yaşanmıştır ve yaşanmaya devam ediyor. Kuşku yok ki, Batı dünyası diğer konularda olduğu gibi mültecilik konusunda da büyük ölçüde ikircikli bir tavır içindedir.

Emperyalizmin ahlakı ikili bir tanımlamaya açıktır. Bu konuda tutarlı ve ilkesel bir duruşu yoktur. Bundan dolayı tepkilerini mültecinin kim olduğu belirlemektedir.

Mülteciler arasında ayırım yapmak, onları hiyerarşik bir sınıflandırmaya tabi tutmak ahlaki değildir.  Ahlak, başkasının yaptığı kötülüğü tekrarlamayı haklı kılmaz. Özellikle Ukraynalı göçmenlerden Türkiye'ye gelenler koşulsuz kabul edilmelidir. Her savaş, haklı nedenlere dayansa bile, ardında yıkım, gözyaşı ve acı bırakıyor. Savaşın getirdiği ve getireceği yıkımları önlemeye dönük her çaba ahlakidir.

Göçmen ya da mülteci yaşadığı topraklarda eziyet ve baskıdan dolayı başka yerlere göçen insanlar için kullanılır. Etnik kökeni hiç önemli değildir. Bu ülkeye Türk kökenli olmayan Boşnak, Gürcü, Kürt ve Araplar göç ettiği gibi, etnik kökeni Türk olanlar da göç etmiştir. Göç edenin veya mültecinin kimliği mi öne çıkarmak insanlık dışıdır. Balkan Savaşları dolayısıyla Balkanlarda göç edenler ile Suriye'den göç edenler aynı konumdadır. Ancak çeşitli nedenlerle Türkiye’ye gelen mülteci ve göçmenler arasında etnik bir hiyerarşi yaratılmaktadır.

Öte yandan Hatay’da yoğunlaşan mülteciler dolayısıyla, Hatay’ın ilk seçimlerde mültecilerden biri seçileceğini öne sürerek, tehlikeli bir sürece girildiğini iddia eden faşist bir bakış açısı da ortaya çıktı. Oysa seçilen yöneticinin etnik aidiyetine değil, adalet ile yönetip yönetmediğine bakılmalıdır.

Öyle görülüyor ki, etnik aidiyet ve bu aidiyete dayalı değerler oluşturmanın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Etnik aidiyetin geçerli olduğu yerde hukuk değil, bağlı bulunulan guruba aidiyet ön plandadır.

Hz. Peygamberin İslam’ı tebliğ ederken karşılaştığı en önemli sorunlardan biri, kabile değerlerinin baskın olduğu bir toplumsal örgütlenmede evrensel değerleri ve bunları aşan bir üst kimlik oluşturma çabasıdır. Nitekim Peygamberin ardından kısa bir süre sonra Emevi-Haşimi çekişmesi tekrar canlanmış ve etkin bir konuma gelmiştir. Nitekim Muhammed Abid Cabiri, Arap-İslam siyasal aklını belirleyen parametrelerden birinin kabile olduğunu belirtmiştir.

Etnik aidiyeti felsefesinin temeline koyan bir kişinin üst değerlere bağlılığı son derece zayıftır. Üst değerleri referans almak yerine bu değerleri etnik kimliğine meşruiyet kazandırmak için araçsallaştırır.

Etnik aidiyet temelinde dışlayıcı kimlik tasarımı Türkiye’de hayli yaygındır. Etnik düşünce kendi aidiyetini kutsallaştırıp meşru görürken, diğer etnik kimlikleri de ötekileştirir. Bu dışlayıcı bakış ötekileri potansiyel düşman olarak konumlandırır.

Etnik anlayış ancak değerleri temel kabul eden bir üst anlayışla etkisizleştirilebilir. Bunun da en önemli ölçütü adalettir.

 

Kaynak: Her Taraf

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR