Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Retorik ve Hikmet

Yazarımız Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Platon, siyaset felsefesi anlayış ve analizlerinde demokratik yönetim biçimlerine karşı çıkarken, demokrasiyi var eden özgürlüklerin aynı zamanda onun en zayıf tarafı olduğuna vurgu yapar. Eğitimsiz ve yönlendirilmeye açık kitlelerin retorik üretme becerisi olan politikacılar tarafından kolayca aldatılabileceğine dikkat çeker.

Platon’un yaşadığı sosyopolitik şartlar onun böyle bir değerlendirme yapmaya götürür. Yunan site devletlerinde yönetim biçimi olan demokrasi düzeninde hitabet ve söz sanatları alanında eğitimli politikacılar, geliştirdikleri etkili retoriklerle kitleleri etkileyip kolaylıkla yönlendirebiliyorlardı. Nitekim kendi hocası olan Sokrates’in idam edilmesi yine böyle bir toplumsal düzen içinde mümkün olmuş ve Sokrates gençleri yanlış düşüncelere yönelttiği için bir toplum düşmanı ilan edilerek sadece düşüncelerinden dolayı idam edilmişti.

Demokrasi eleştirisi, felsefenin ilk dönemlerinden başlayan bir süreç olarak günümüze kadar birçok boyutta yapılmaya devam ediliyor. Günümüz demokrasilerinde, 4-5 yıllık periyotlarla belirlenmiş seçimler üzerinden sözüm ona halkın iradesinin siyasi partiler organizasyonları üzerinde arz-ı endam eden temsilcilerin seçilmesi ile yönetim siteminin iki önemli ergi olan yasama ve yürütme belirlenerek şekillenir. Bu şekilde işleyen sistemler ‘Temsili Demokrasi’ olarak tanımlanır. Yani 4-5 yılda bir halkın karşısına çıkıp etkili retorikler geliştirmeyi başarırsanız bir dönem daha iktidarı elinizde tutabilirsiniz.

İktidarda olan partinin her seçimde kendine göre artı ve eksi tarafları var. Eğer iktidar döneminde halka dönük vadelerini yerine getirmeyi başarmış ve toplumun refah düzeyini arttırmış, temel hizmet alanlarında önemli proje gelişmelere imza atmış ise işler biraz daha kolaylaşır tekrar seçilmek için. İktidarda kalmanın yıpratıcılığı,  deneyim ve birikim olarak pozitif bir dinamiğe dönüşür böylece. Tersine başarısızlıklar ve yolsuzluklarla geçirilen bir dönemin yıpratıcılığı genel bir kanaat ve ortak bir algıya dönüşmüş ise bu durumda işler oldukça zorlaşır.

Burada bazı temel sorular sormak yerinde olur. Başarı ve başarısızlıkların tek adresi ve sorumlusu seçimlerle iktidara gelen siyasi partiler mi? Devlet denen organizasyonun, sistemin diğer tüm yapı ve unsurları bu süreçlerde hangi oranlarda sorumlu tutulabilir? Aksine temsili demokrasilerde herhangi bir partinin iktidara gelmesi olası sonuçları sistemsel anlamda değiştirme gücüne asla ulaşmaz ve sistemin ana yapısı ve karakteri olduğu gibi korunur mu? Yani siyasi partiler temsili demokrasilerde sadece bir günah keçisi mi? Eğer böyle ise seçimlerin yapılması sadece bir formaliteden ibaret olarak mı görülmeli?

Bu ve benzer sorular üzerinden dünya demokrasilerine ve özelde Türkiye’ye bakarak, siyasalın gerçekliği, erdemliliği, ahlakiliği ve evrenselliği bağlamında kritize edilmesi, demokrasinin gelişimi bağlamında önemli bir mesel olarak ele alınmalıdır.

     Devlet denen organizasyon temelde insanların bir arada yaşamasının ve temel ihtiyaçlarının en adaletli bir şekilde karşılanmasının ortak irade beyanı üzerinden şekillendiği toplumsal bir sözleşmenin ürünü olarak ortaya çıktığı genel bir kabuldür. Bu yapının ulaşabildiği en olgun evrensel formu ise demokrasi olarak tanımlanan ve temelinde seçme seçilme özgürlüğü olan sitemlerdir.

Bugün gelinen süreçte liberal demokrasilerin en gelişmiş uygulamalar olarak yürürlükte olduğu görülür. Ancak bu uygulamaların refah düzeyi yüksek kıta Avrupası ve Kuzey Amerika uygulamalarının bile bu ülkelerin yerelinde ve küresel boyutlarda neden olduğu sorunlar ve ürettiği krizleler her geçen gün farklı boyutlarda kendini göstermektedir.

Gelir dağılımında her geçen gün derinleşen uçurumlar, her boyutta ve düzeyde azınlıkların temsil edilmek bir tarafa ötekileştirilmesi ve yoksunlaştırılması, küresel şirketlerin hegamonik manipülasyonları üzerinden küresel sömürünün tüm acımasızlığı ile sürdürülmesi, temel evrensel insan hak ve özgürlükleri bağlamında yaşama, barınma, beslenme gibi koşulların her geçen gün kitlesel boyutlarda yoksunlukların artış göstermesi, buna mahkum edilen yeryüzü mustazaflarının suçu olmaktan çok yüceltilen çağdaş demokratik devlet politikalarının, düzenlemelerinin, uygulamalarının yerelde ve yerkürede neden olduğu sorunlardır.

 Bu yönüyle demokrasi, finansal, askeri ve medyanın örgütlü gücünü elinde bulunduran ve her ülkede bir biçimi ile var olan seçkin azınlıkların meşrulaştırıcı retoriklerinin pazarlandığı trajik bir oyun olmaktan öte bir anlam taşımadığını söylemek abartı olmaz sanırım.

Bu demokrasilerin  bir kaderi midir? Ne yapmalı veya nasıl Yapmalı?

Platon, bu bağlamda devletin temel  amacının toplumu ‘iyi’ ulaştırmak olduğunu ve bunun için ise topluma en önemli görevinin eğitim olması gerektiğini ifade eder. Bilge/Filozof kralların yönetimini ideal model olarak öngörür.

Platon’un idealize ettiği bu model ancak bir nübüvvet toplumunda mümkün olabilir. Yani O’nun Bilge/Filozof yöneticiyi bir peygamber olarak ancak tanımlayabiliriz. Günümüz için bu mümkün olmadığına göre kişi merkezli çözümden kurum ve kural merkezli düzenlemelere yönelmek ancak hata güç karşısında istiğna halinden kurtulması mümkün olmayan insan için bir çözüm olabilir.

Demokrasiler teoride kurum ve kural merkezli düzenlemeleri ön görmesine rağmen uygulamalarda oluşan krizlerin aşılmasının en etkin dinamiği eğitimli insan toplulukları üzerinden kontrol ve denetim altında tutulabilen kolektif eleştirel bilincin yaşamsallaştırılmasına odaklanılması gerekir. Bu eleştirel kolektif bilinç ancak retorğin ayartıcı aldatıcılığını deşifre ederek karşısına hikmet merkezli bir duruş geliştirilmesinin imkanlarını gürleştirebilir.

Retorik karşısında hikmet merkezli siyasalın temel göstergeleri, başta ifade, düşünce ve inanç özgürlükleri olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin vazgeçilmezliği, gelir paylaşımındaki uçurumların önlendiği bir mülkiyet, üretim ve vergilendirme sistemi, devlet kutsallığının karşısına insanın odaklılığının vazgeçilmezliği, ötekileştirciliğe karşı çoğulculuğu, sosyopolitik polarizasyonlara karşı, bir aradalığı ve katılımcılığı, dil, etnisite, din gibi fıtri tercihlere karşı adalet merkezli duyarlılığı, kaynakların yağmalanmadığı ekolojik dengelere odaklılığı, ehliyet ve liyakat merkezli nesneliği gerektirir.

Demokrasiler bir yönetim formu olarak vahiy iklimininde odaklandığı fıtrat merkezli değer ve anlayışlarla kurumsal ve normsal düzenlemeler temelinde örgütlenmiş bir siteme dönüştürülebilirse insanlık için anlamlı ve yaşanabilir bir alternatif üretebileceğinin altını çizmek gerekir. Bu da ancak retorik karşısında hikmete sarılarak toplumsal vicdanın temsilcisi olmayı amaçlayan bir siyasaliteyle mümkün.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        Kaynak. Farklı Bakış    

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR