Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


PROVOKASYON

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı;


Ne zaman Türkiye’yi sosyal ve siyasal yünden sarsan sansasyonel bir eylemle karşılaşsam aklıma daima İsmet Özel’in “Türk; Ama Türkçü Değil, Müslüman; Ama Şeriatçı Değil” makalesi gelir. Makaledeki konumuza ışık tutacak fıkra şu: “Bir trenin aynı kompartımanında biri Romanyalı subay, biri Nazi subayı, biri çok genç ve çok dikkat çekici bir kız ve o kızın geçkin yaştaki ninesi olmak üzere dört kişi seyahat etmekte imişler. Tren uzunca bir tünele girip de kompartıman zifiri karanlığa büründüğü sırada önce bir öpücük sesi işitilmiş ve bunun ardından şiddetli bir tokat sesi gelmiş. Tren, tünelden çıktığında dört yolcunun dördünün de gayet sakin ve düzene riayet eder biçimde yerlerinde suskunlukla oturdukları gözlenmiş. Yaşlı nine aklından şunları geçiriyormuş:” Aferin bana, çok iyi bir kız yetiştirmişim. Torunum kimsenin fark etmediği kaçamak bir öpücüğe bile tepki gösterecek derecede iffetine sahip çıkıyor. Buna mukabil genç kız şöyle düşünmektedir: “Hayretler içinde kaldım! Ninemin küçük bir öpücüğü umursamayacak kadar yaşlandığı besbelli. Subayların ikisi de yaşlı bir kadına sarkıntılık etmeyecek kadar edepli görünüyorlar. Ninem bu şiddette bir şaplak vuracak kuvveti nereden buldu? Nazi subayı gözlerini yerden ayırmadan:“ Romanyalı subayın kurnazlığına diyecek yok diye düşünüyormuş. “birinden öpücük çalıp tokadı bir başkasına attırmak büyük maharet! Hiç renk vermeyen Romanyalı subayın içinden geçenler de şunlarmış:” Aklımı seveyim! Hem kendi elimi öptüm, hem de Nazi’yi patakladım.

Anlatılan örnekte olduğu gibi, toplumsal hayatta yaşanan olayların gerçek faillerinin bilinmediği zamanlarda, farklı yorum ve değerlendirmelerinin ortaya çıkması kaçınılmazdır. İşte provokasyon tam da bu noktada ortaya çıkar. Olayların gerçek failleri bilinmiyorsa yaşanan olaylar gizli güçler tarafından istenildiği şekilde yönlendirilebilecek demektir. Provokatörün amacı, bir olayın oluş biçimini, yönünü ve amacını kendi bağlamından kopararak farklı biçimde değerlendirecek ortamı hazırlamaktır.

Yaşadığımız topraklar üzerinde insanları tedirgin eden, zaman zamanda iç barışı tehlikeye düşürecek derecede provakatif eylemlere malzeme olan ve dış unsurlar tarafından da kaşınan fay hatlarının var olmasıdır. Deprem literatüründe fay hattı bilindiği gibi, sürekli sarsıntı üretme potansiyelini içinde taşımakta ve belirli zamanlarda büyüklü küçüklü sarsıntılar üretmektedir.  Fiziksel alanda olduğu gibi toplumsal alanda da toplumun huzur ve güvenini sarsacak, bunun sonucunda karışıklık yaratacak sosyal fay hatları vardır.

Ülkemizde enerji biriktiren ve olası bir provokasyonla boşalmaya hazır fay hatları, Alevi- Sünni, laik- anti laik, Türk- Kürt kutuplaşmalarıdır. Maraş ve Sivas olaylarının Alevi-Sünni geriliminden faydalanarak toplumsal gerilim yaratmak amacıyla yapıldığından artık kimse kuşku duymuyor. Aynı durum Kürt sorununda da bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Güneydoğu bölgesindeki çok sayıda faili meçhul olduğu ve bunların provokasyon amacıyla yapıldığı neredeyse kesin gibi. Bütün bunlardan sonra ortada duran gerçek ise şudur: Sansasyonel eylemlerde genellikle kazanan olayın planlayıcılarıdır; olayı gerçekleştirenler ise kullanılan birer piyondan ibarettir. 12 Eylül Askeri Darbesi öncesinde bu topraklarda binlerce genç hayatlarının baharında bir hiç uğruna ölmüştür. Tarihe sağ-sol çatışması olarak geçen olayların aktif tarafları ülkücüler ve sol devrimcilerdir. Sol eylemciler Amerikan emperyalizmine karşı savaş verirken, ülkücüler, olası bir Sovyet işgaline karşı, komünizm gelecek paranoyasıyla komando kampları kuruyorlardı.

Süreç 12 Eylül darbesiyle sonuçlanınca her iki grupta kullanıldıklarının farkına acı bir şekilde vardılar. 12 Eylül darbesinden bir gün önce ülkede kan gövdeyi götürürken 12 Eylül sabahı her şey bitmişti. Yaşanan olaylardan sonra her iki taraftan da on binlerce kişi tutuklanmış, binlercesi işkenceden geçirilmiş ve Türkiye neredeyse açık bir cezaevine dönmüştür. 12 Eylül öncesi ülkeyi kurtarmak için savaştıklarını zannederken, askeri bir darbe için kullanıldıklarını öğrendiler. İki grubun sebep olduğu kaotik ortamdan yaralananlar onları başarılı bir şekilde kullanan başkaları olmuştur.

Benzer bir senaryoda 28 Şubat Postmodern darbesi sırasında gerçekleştirilmiştir. İrticayı destelemekle suçlanan hükümeti düşürmek için bu sefer dini aktörler kullanılmıştır. Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz gibi provokatörler devreye sokularak bütün dindarlar baskı altına alınmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu sefer psikolojik hareket çok iyi hazırlanmıştı; olayın tüm aktörleri bir araya getirilmiş, toplum üzerine öyle bir baskı kurulmuştu ki, kimsenin kıpırdayacak hali kalmamıştı. Toplumda öyle bir paranoya hali oluştu ki, irtica suçlamasına uğramak ve işini kaybetmek korkusuyla herkes birbirinden şüphelenir olmuştur.

Toplumu belli bir yöne doğru yönlendirme amacına dönük bu tür olayların daha da vahim yönü, çatışmalardan çıkar sağlayan gizli güçlerin varlığıdır. Bu güçler elbette Türkiye’nin çıkarını korumak için değil, mevzilendiği veya nemalandığı yeri korumak için çaba sarf etmektedir.

Türkiye’de devlet- millet dengesinin bozulması, cumhuriyet projesi üzerinde kesin anlaşmaya varılamaması ve bir kesimin diğerlerini cumhuriyet düşmanı olarak nitelemesi, laikliğin bir kesim üzerine baskı aracı olarak kullanılması vb. nedenler kaotik bir manzaraya sebep olmakta ve manipülasyona açık bir toplumsal zemin oluşturmaktadır.  Böyle bir toplumsal zeminde ise provokasyon yapmak ve toplumu yönlendirmek,  profesyonel güçler için hiç de zor değildir. Meydana gelen her olay bağlamından koparılarak kolaylıkla istenen şekilde yorumlanmaktadır. Bu noktada serinkanlı olup, örneği defalarca yaşanan ve kardeş kavgasından başka bir sonuç üretmeyip, ülkenin enerjisini boşa harcamaya yol açan olaylara karşı uyanık olunmalıdır. Zira olayların kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesi, çözümü kolaylaştıracağı gibi, provokatif kullanımını da engelleyecektir. Olaylar faili meçhul kaldıkça hem adalete olan güven azalacak, hem de problemler giderek derinleşecektir. Belki de bu yüzden bazı olayların failleri yakalanmamaktır. Devlete düşen sadece tetiği çekeni değil, tetiği çekenin arkasındaki karanlık odakları bulmaktır.

Tarihsel süreçte ortaya çıkan çeşitli eğilimlere sahip aydınların öldürülmesi, Şemdinli Olayı, Danıştay Baskını, faili meçhuller, Ergenekon Soruşturması, devlet içindeki çeteler, Taraf Gazetesinin ortaya çıkardığı ve Genelkurmayın bir biriminde hazırlandığı iddia edilen “İrtica İle Mücadele Eylem Planı”,darbe günlükleri, kafes operasyonu, PKK katliamları, Gezi Eylemleri, FETÖ darbe girişimi gibi olaylar hukuk içinde sağlıklı bir şekilde çözülüp failleri ortaya çıkarılamasa meydan provokatörlere kalacaktır. Özellikle Güneydoğu Bölgesinde meydana gelen çok sayıda olayda provokasyon şüphesi vardır. Bu olayların başında 1993 yılında 33 erin şüpheli bir şekilde katledilmesi bulunmaktadır. Aradan yıllar geçse de olayın ardındaki sır perdesi bir türlü aralanamamaktadır. Sanki birileri olayın araştırılmadan üzerinin örtülmesi için özel çaba harcamıştır. Olayı PKK’nın üstlenmesine rağmen herkesin zihnini kurcalayan çok sayıda soru vardır. Bilindiği gibi o dönemde iktidarda bulunan DYP-SHP hükümeti bir af tasarısı üzerinde anlaşmış ve meclise getirmek üzeredir. 33 erin hunharca katledilmesi bu olaydan sadece bir gün öncedir. Ne tesadüftür ki, 33 er yola çıktığında yanlarında bulunması gereken silahlı eskortlar yoktur. Adeta erler silahsız olarak savunmasız bir biçimde PKK’nın kucağına itilmiştir. Bu olaydan sonra ihmali bulunanlar hakkında dava açılmış ve ihmali görülen 5 kişi 1,5 yıl ceza almıştır. Tahmin edileceği gibi ihmalden dolayı ceza alanlar askeri mahkeme tarafından serbest bırakılmıştır. Olaydan sonra beklenen olmuş ve engellenmek istenen af tasarısı bir daha ele alınmamak üzere gündemden düşmüştür. Peki, Mahir Kaynak’ın dediği gibi acaba bu eylem kimin işine yaramıştır? Açık söylemek gerekirse bu eylem, Kürt sorununu barış içinde çözmek istemeyen karanlık odakların işine yaramıştır. Çünkü bu çatışmadan ekmek yiyen ve yediği ekmeği bırakmak istemeyen güçler, her türlü kirli oyunu sahneleyebilirler.

Kuşkusuz PKK, bir terör örgütü olarak her tür katliamı yapmaya elverişli bir konumdadır. PKK, İŞİD, DHKP-C gibi terör örgütlerinin eylemleri etkisizleştirilmedikçe provokasyonların önünü almak mümkün olmayacaktır.

Geçmişte meydana gelen (Özellikle 90’lı yıllar) faili meçhul cinayetlerin arkasında bazı devlet görevlilerinin olduğu kuşkusu yaygındır ve olaylar dikkatli bir şekilde izlendiğinde böyle bir kuşkunun doğmaması da imkansızdır. Bu dönemde devlet, suç işleyen elemanlarının unvanına bakmaksızın hukuk önünde cezalandıramadı; bunun sonucunda hem toplum vicdanını rahatlatamadı hem de kendini suçlamalardan arındırmadı.

Unutmamak gerekir ki, faillerin meçhul kalmasını isteyenler, Türkiye’nin ve İslam’ın hayrına rüya görenler değildir. Artık insanlar bunca yaşananlardan sonra, bu tip olaylarda cinayeti işleyenlerin gösterdiği yere bakmak ahmaklığından kurtulmalıdırlar.

Zaman içinde devlet içindeki çetelerinim temizlenmesi ve mafyanın etkisizleştirilmesi faili meçhul cinayetleri büyük ölçüde azaltmıştır.

İslam inancında tarihin en büyük provokatörünün şeytan olduğu açıktır. Bilindiği gibi Hz. Âdem’i kıskanan ve büyüklenen şeytan, Âdem’i ölümsüzlükle kandırarak yasağı işletmiştir. Oysa yaratıcı cennette sürekli yaşaması için Âdem’e gerekli bilgiyi vermiş ve ağaca yaklaşmamasını istemiştir. Burada önemli olan yasaklanmış bir bilginin varlığıdır, ağacın nitelikleri değil. Ama ne yazık ki, zaman içinde ağacın ne olduğu, ne tür bir meyve verdiği gibi hiç önemli olmayan bilgiler, kıssada anlatılmak istenen asıl mesajın önüne geçmiştir. Asıl mesaj yaratıcı tarafından yasak olan bir olayın, şeytanın hileleri sonucunda Hz. Âdem tarafından işlenmesi ve Allah tarafından cezalandırılıp tövbe sonucunda affedilmesidir.

Her provokasyon ilk provokatif eylemi yapan şeytanın izlerini taşır. Müslümanlar amaç ne olursa olsun haktan ve adaletten ayrılamazlar, ayrılmamalıdırlar.

Son söz: Tokat kim tarafından atılmıştır? Sorusunun cevabı açıkça bilinmiyorsa, kimseyi suçlamamak gerekir. Ancak bu sorunun doğru cevabı mutlaka bulunmalıdır. Aksi halde herkes diğerinden kuşkulanacaktır.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR