Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


PEYGAMBER KAVRAMININ SOSYOLOJİK ANALİZİ

Yusuf Yavuzyılmaz; "Kur'an'a Aykırı Hükümler Taşıyan Hiçbir Söz Hz. Peygamber'e Ait Olamaz." (İmâm-ı Âzzam Ebu Hanife)


 

            T. İzutsu, bir ideolojinin, dünya görüşünün, dinin odak kavramları olduğunu, doğru değerlendirme yapmak için odak kavramların sağlıklı bir biçimde analiz edilmesi gerektiğini savunur. Kuşkusuz İzutsu’nun tespiti son derece yerindedir.

            İslam düşüncesinin odak kavramlarından biri de peygamber kavramıdır. İslam düşüncesinin doğru bir biçimde analiz edilmesi için peygamberin konumu ve misyonunun doğru değerlendirilmesi gerekir.

            Kur’an’da peygamber iki temel fonksiyon etrafında tanımlanmaktadır: tebliğ ve açıklama. Aziz Kur’an “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni, insanlara bildir. Eğer bildirmez isen Allah’ın mesajını iletmemiş olursun” (Maide, 5/67) ayetinde peygamberin tebliğ görevi üzerinde durulur. “(Ey Muhammed Şimdi biz) sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik” (Nahl, 16/44) ayetinde ise açıklama görevi üzerinde durulmaktadır. Kuşkusuz bu iki görev Peygamberliğin ana şartlarıdır. Verilen vahyi insanlara bildirmek ve bunun etrafında sorulan sorulara açıklayıcı bilgiler eklemek son derece önemlidir.

            Burada en önemli husus, Kur’an’ın belirlediği peygamber kavramı ile tarih içinde ortaya çıkan ve neredeyse Kur’an’daki peygamber kavramını gölgede bırakan peygamber kavramını birbirinden ayırmaktır. Çünkü odak kavramlar etrafındaki şüphelerin giderilmesi, İslam düşüncesinin doğru anlaşılmasını da sağlayacaktır.

            Kur’an’da Peygamber sadece belli tarihte yaşamış bir elçi ve uyarıcı değildir. Peygamber dinamik bir sürece işaret eder. Peygamberliğin misyonu, içinde bulunduğu toplumu uyaran, sorunlarını çözmeye çalışan ve onlara bilinç kazandıran alim, aydın ve arifler eliyle devam etmektedir. Alimler peygamberlerin varisleridir çünkü. Şeriati’nin deyimiyle aydının görevi peygamberin görevinin uzantısıdır.

            Kur’an’da peygamberlerin özellikleri şöyle sıralanmaktadır:

“1- Peygamberler insandır. "Nitekim kendi içinizden size ayetlerimi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik' (Bakara, 2/151).

2- Peygamberler güvenilir insanlardır. "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.” (26/107)

3- peygamberler doğru sözlü ve dürüst insanlardır.” “Öyle ise seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (11/Hud suresi, 112)

4- Peygamberler Allah’ın mesajını eksiksiz iletirler.  “Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) Onların nezdinde olanları sarıp kuşatmış ve her şeyi sayı olarak da sayıp tespit etmiştir.”(Cin, 72/28)

5- Peygamberler Allah tarafından korunurlar.” “Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Bunu yapmazsan, elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide, 5/67). (1)

            Kabul etmek gerekir ki, Peygamberlerin aldıkları bilgiyi eksiksiz iletmeleri bakımından yukarıdaki özellikler gereklidir. Bu vahyin etrafında oluşacak şüphelerin giderilmesi için gereklidir. Kuşkusuz bu özellikler peygamberleri diğer insanlardan farklılaştırır. Bu özellikleri dolayısıyla peygamberler dışında hiçbir insan kendini peygamberlerle eşitleyemez.

            Bütün bu korunmuşluklarına karşın Hz. Peygamber Kur’an’da defalarca uyarılmış ve davranışları düzeltilmiştir. Yaptığı hatalar konusunda yaratıcı tarafından uyarılma ayrıcalığı sadece peygamberlere aittir. Bu yönden hiçbir insan peygamberin konumuna sahip olamaz.

            Kur’an’da Hz. Peygambere yapılan ikazlar şunlardır:

1- Şüphecilerden olma.  “Hak ve gerçek, Rabbinden gelendir. Bu konuda asla şüpheye düşenlerden olma! (Bakara, 2/147)

2- Cahillerden olma. “ Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.” (En’am, 6/35)

3- Kafirlere arka çıkma/uyma.  "Sen, sana bu Kitap'ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse sakın inkarcılara yardımcı olma." (Kasas, 28/86)

4- Sen ancak uyarıcısın. "Sen, ancak bir uyarıcısın." (Fatır, 35/23)

5- Emronulduğun gibi dosdoğru ol.“Ey Muhammed! Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” (Hud, 11/112) buyurmaktadır. 

6- Suratını ekşitme "Yanına kör bir kimse geldi diye (Peygamber) yüzünü asıp çevirdi. Ne bilirsin, belki de o arınacak; Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti. Ama sen, kendisini öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sana ne? Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun."    (Abese, 80/1-12)

7- Savaştan kaçanlara izin verenler konusunda acele karar verme. "Allah seni affetsin. Doğru söyleyenler ortaya çıkmadan, yalancıları bellemeden niçin onlara izin verdin?"  (Tevbe, 9/43)

8- Allah’ın helal kıldığını haram kılma. "Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" (Tahrim, 66/1)

            Öyle görülüyor ki, Peygamberler vahiy alıp insanlara bildirme konusunda insanlar arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Peygamber dışında hiçbir insan konumu, bilgisi, birikimi, ilmi düzeyi ne olursa olsun onunla eşitlenemez; onun konumunu aşamaz. Namaz, oruç, hac ve zekat gibi açıklamalar vahyin uzantısı durumundadır ve dinin doğru anlaşılması ve yaşanması açısından son derece değerlidir.

            Vahiy bir bilgi türü olarak son peygamberle birlikte sona ermiştir. Süren vahyin anlaşılması ve yorumlanması konusudur ki, bu insani çaba konusunda insanlar teşvik edilmiştir.

            Rüya, ilham ve sezgi yoluyla ilmi konumu ne olursa olsun hiç kimse Allah’tan özel bir bilgi alamaz. Bu Allah’ın adaletine aykırıdır. Allah, diğer insanlardan bir bilgiyi gizleyip özel insanlara veremez. Bilgi Peygamberlere verilir, onlar da hiçbir şeyi gizlemeden o bilgiyi diğer insanlara aktarırlar. 

            Peygamberler vahyin tarihteki somut yürüyüşüdür. Peygamberin pratiği Kur’an’ın soyut ilkelerini somutlaştırıp, uygulanabilir ilkelere dönüştürür.  Bu noktada zaman ve hakikat arasındaki ilişki hakikaten tartışmaya değer. “Zaman ve mekan kategorilerine indirgenemeyen hakikat nasıl anlaşılabilir olacak?” sorusu anlamlı. İşte tam da bu noktada Peygamberin üstlendiği misyon devreye girer. Bir de zaman ve mekan dışı olan vahiy, ancak Hz. Peygamber ile zaman ve mekanda ifade edilir bir örneklik oluşturdu. Eğer vahyi zaman ve mekana indirmeye aracı olan peygamber olmasa, zaman ve mekana sürekli aşkın olan hakikat ile zaman ve mekanla sınırlı insan nasıl ve hangi yöntemle bağlantı kuracağı sorusu cevapsız bir soru olarak kalır.

            Hz. Peygamber ve tüm peygamberler gayb alemi ile şahadet alemi arasında bağlantı kuran, gayb kökenli olan vahiy bilgisini yaşadığımız dünyaya indiren ve insanlara örneklik oluşturan seçkin insanlardır. Kuşkusuz bu peygamberlerin iki yönüne işaret eder. Allah’tan dolaylı ve doğrudan aldığı vahyi insanlara ileten, korunmuş ve hatasız yönü ile bir insan olarak insanlar arasında yaşayan beşeri yönü.   Hz. Peygamberi doğru anlamak için bu iki yönü birbirine karıştırmamak gerekir. Kuşkusuz vahyi alıp aktaran peygamber mutlaka izlenmesi gereken bir örnekliktir. Ancak toplum içinde yaşayan ve doğrudan vahiyle ilgisi olmayan peygamberin davranışları insan peygamberin örneğidir.

            Hz. Ali’nin Haricilere Kur’an’la değil, Sünnetle tartışılmasını istemesi de son derece değerli bir çıkıştır. Kur’an’ın soyut ve genel ilkelerine karşı Sünnet somuttur.

            Hz. Peygamber bir toplum önderidir, bir kral veya bir diktatör gibi bir konumda değildir. Dini konularda vahiy aldığından dolayı özel bir konuma sahip olan Hz. Peygamber toplumsal konularda karar alma süreçlerinde yanındakilere danışan bir katılımcı sivil önderdir.

            Hz. Peygamber, yaşamı boyunca katılımcı açık toplumun en değerli örneklerini vermiştir. “Talha b. Ubeydullah, “Resulullah’la birlikte hurmalıklarının başında bulunan bir kavme uğradım.” diyor. Allah Resulü (s.a.s.), (orada bulunanlara bahçelerinde çalışanlarla ilgili olarak) “Bunlar böyle ne yapıyorlar?” dedi. Onlar da, çiçeğin erkeğini dişininkine aktarmak suretiyle aşılama yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz, “Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.” buyurdular. (Aşılamayla uğraşan kişiler) Resûlüllah’ın bu haberini alınca yapmakta oldukları işi terk ettiler. Sonra (onların aşılamayı) terk ettikleri haberi Resulüllah’a ulaştırılınca şöyle buyurdu: “Bu, onlara bir fayda temin ediyorsa bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O’na asla yalan isnat etmem (2) Müslim, Hurma ağaçlarının aşılanması konusunda Hz. Peygamber kişisel tecrübelerine dayanarak bir kanaat belirlemiş, olaylar aksi yönde gelişince bunu kabul etmiş ve nedenini de açıklamıştır. Hz. Peygamber vahyin uzantısı olan açıklamalarında tartışılmaz bir önder, siyasal ve sosyal karar alma süreçlerinde etrafındakilerle danışan ve farklı fikirlere açık olan bir liderdir.

Hz. Peygamberin çevresindekilerle danışarak, katılımcı karar almak konusunda bize ölümsüz bir miras bıraktığı önemli bir örnek de Bedir savaşı sırasında yaşanmıştır. Bedir Savaşında ashaptan Hubab isimli bir kişi, Müslümanların mevzilendiği yeri beğenmemişti. Peygamber efendimize gelerek:Ey Allah’ın elçisi, buraya Allah’ın emriyle mi indin yoksa bir savaş taktiğiyle mi?” diye sordu. Peygamberimiz:Savaş taktiğiyle” deyince, Hubab: “Ey Allah’ın elçisi, Bedir köyünün en sonundaki kuyu etrafında mevzi alalım. Böylece putperestleri susuz bırakmış oluruz.” dedi. Peygamberimiz onun bu teklifini beğendi ve hemen harekete geçtiler.

Burada en önemli soru, sahabe Hubab’ın sorduğu “Ey Allah’ın elçisi, buraya Allah’ın emriyle mi indin, yoksa bir savaş taktiğiyle mi?” sorusudur. Öyle görülüyor ki, sahabe zihni Peygamber Hz. Muhammed ile insan Muhammed’i birbirinden ayıracak nitelikteydi. Kuşkusuz sahabeler Hz. Peygamber’in ilahi yönüne asla itiraz etmeyecek bir bilinçteydi. Konu kişisel görüşlere gelince karşı görüşleri dile getirmekten çekinmiyorlardı. Hz. Peygamber de çoğu zaman onların görüşlerine uyarak katılımcı siyasal karar alma süreçlerinin önünü açıyordu.

Öyle görülüyor ki, zaman içinde ortaya çıkan örgütlenmelerde tarikat, cemaat, parti, örgüt liderleri Hz. Peygamberin konumunu çok daha fazla aşmışlar, kendileri etrafında kutsallık inşa etmiş ve asla itiraz edilmeyecek bir konuma getirmişlerdi. Oysa Hz. Peygamber’in örnekliği ve mirası tartışılmaz ve yanılmaz lider kavramını asla kabul etmeyecek bir noktada durmaktadır. Peygambere itiraz edip karşı görüş bildiren sahabe modelinden, lidere, şeyhe, başkana, cemaat liderine itaati temel değer kabul eden bir noktaya gelinmiştir.

Hz. Peygamber’in çevresiyle yaptığı danışma faaliyetlerinin diğer bazı örnekleri şunlardır:

1- Hz. Muhammed, kendisine ilk vahiy geldiğinde içinde bulunduğu durumu eşi Hz. Hatice ile paylaşmış ve onun önerisiyle Varaka isimli din bilginiyle görüşmüş, istişare etmiş, görüşlerinden yararlanmıştır.

2- Hz. Ali, Peygamberimizin kızı Fatıma ile evlenmek isteğini Hz. Peygamberimize bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz konuyla ilgili kızı Fatıma'ya ve diğer aile üyelerine danışmış ve yapılan istişare doğrultusunda, onların isteği doğrultusunda hareket etmeye karar vermiştir.

3- Bedir savaşında arkadaşlarının görüşleri doğrultusunda, kendi görüşünden vazgeçerek ordunun konumunu değiştirmiştir.

 4- Gatafan kabilesinin savaş tehdidinden kurtulmak için Medine'de yetişen hurmanın üçte ikisini vererek barış yapmak istemiş, ancak arkadaşlarının bunu uygun görmemesi üzerine kendi görüşünden vazgeçmiştir.

5- Hendek savaşında, yapılan istişare sonucu Selman-ı Farisi'nin görüşü doğrultusunda şehrin (Medine) etrafına hendek kazılmıştır.

6- Uhud savaşında savunma mı, meydan savaşı mı yapılacağı konusunda istişare etmiş ve ortak bir karara varılmıştır.

            Hz. Peygamber bir toplumsal önder olarak, karar alma süreçleri hakkında katılımcılığı ve ortak karar alma süreçlerinin önünü ardına kadar açmıştır. Hz. Peygamber’in ashabıyla olan ilişkileri temel alınarak asla kutsanmış bir lider profili üretilemez. Hiçbir kimse ilmi konumu ve düzeyi ne olursa olsun Peygamberin konumuyla eşitlenemez. Hz. Peygamberin pratiğinden ancak katılımcı, sivil, müzakereci bir lider profili üretilebilir.

            Hz. Peygamber’in misyonu üzerine konuşurken dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri de uydurma hadis sorunudur. Kuşkusuz, Peygamberin ölümünden sonra yaşanan tartışmalarda kendisine avantaj sağlamak isteyen kişi ve gruplar, kendileri lehine hadis uydurma yarışına girmişlerdir. Bu konuda ünlü İslam hukukçusu Ebu Hanife’nin izini sürmek gerekir. Rivayete dayalı dini yapılanma konusunda Ebu Hanife’nin sözleri ve ölçütü ölümsüz bir metodolojik ilkeye işaret etmektedir “Hz. Peygamber Kur’an’a muhalefet edemez. O halde Kur’an’a uymayan bir haberi reddetmek, Peygamberi reddetmek değildir. Aksine O’nun adına batılı nakleden kimseyi reddetmektir.”(3)

Hz. Muhammed Hira mağarasından Mekke'nin zulüm hüküm süren sokaklarına döndüğünde Mekke aynı Mekke'dir, toplumsal ilişkiler geçmişte olduğu gibi aynı geleneksel değerler üzerinden yürümektedir,  ancak Muhammed artık eski Muhammed değildir. Bir anlamda Platon'un idealarının yani gerçekliğin bilincine varmıştır. Bu bilinç Allah'ın ona vahyiydi.

Platon'a göre hakikat ve onun bilgisi, yaşadığımız dünyaya ait değildir. Gerçeklik duyumlarla algıladığımız içinde yaşadığımız görüntüler dünyasına ait değerler ve varlıklar değil, akılla kavradığımız değişmenin olmadığı ve görüntüler dünyasına ait her varlığın ideal ve değişmez tiplerinin bulunduğu idealar evrenine aittir. Örneğin bu dünyada gerçek güzellik, gerçek adalet, gerçek doğruluk yoktur. Güzellik arayışı, adalet arayışı ve doğruluk arayışı vardır. En güzel tasarımı, gerçek adalet, gerçek doğruluk düşüncededir; idealar evrenine aittir. Bundan dolayı en güzel şiir, en güzel roman, en güzel şarkı yazılmamıştır. Yoksa bu arayış sona ererdi. Platon'a görüntüler evrenine ait güzellik gerçek güzellik değildir, değişime açıktır. Oysa hakikatin değişmez olması gerekir. Peki, gerçek güzelliğin ve değişmez değerlerin nasıl farkına varacağız? Platon’a göre içinde yaşadığımız evrendeki geçici güzellikler bizi, bu güzelliğin arkasında değişmez bir güzellik ideası vardır düşüncesine götürmektedir.

Platon'un Mağara benzetmesinde, Mağara içinde yaşayan doğru bilgiden mahrum insanlardan biri zincirlerini kırıp gerçekliğin farkına varınca, geri dönüp toplumu dönüştürmek ister. Ancak ayakları ve boyunlarından zincirlerle bağlı insanlar arzu ve isteklerinin esiri olduğundan bu eyleme tepki verirler ve çoğu kez onu öldürürler. Toplumun içinden çıkan Peygamberler, devrimciler, entelektüellerin başına gelen de budur. Hz Peygamber Mekke'de yaşarken çok güvenilir biri olarak tanınıyordu; Hıra mağarasından insanlığı değiştirecek bilgiyle döndüğünde ve bunu insanlara anlatmaya kalktığında büyük bir tepkiyle karşılaştı. Bütün güvenilirliğine karşın, dedikleri kabul görmedi ve O’nu deli diye suçladılar. Çünkü toplumun çoğunluğu, gerçeklerden habersiz, yaşadığı ve duyumlarıyla algıladığı bilgileri gerçek zannediyor ve aklını kullanamıyorlardı. 
Peygamber tıpkı Platon gibi topluma şunu söyledi: "yaşadığınız değerler gerçek değerler değildir. Arzu ve isteklerinizden, sizi bu dünyaya bağlayan sahte değerlerin boyunduruğundan kurtulup özgürleşin. Alışkanlıkları içinde yaşayan insanlar için büyük bir tehditti bu. Peygamberin görevi çift yönlüdür: İlki vahyi alırken ki konumu, ikincisi insanların arasında yaşayan konumu. Birincisi bütün Müslümanlar için bağlayıcıdır; ikincisi ise beşeri bir yaşantıdır. İki düzlemi birbirine karıştırmamak gerekir. Hz. Peygamberin “Siz dünya işlerini iyi bilirsiniz” uyarısı kuşkusuz bu ikinci düzleme aittir.

Kur’an’ın Peygamberi nasıl tanımladığı, konunun sağlıklı değerlendirilmesi için son derece önemlidir. Dolayısıyla ilk başvurulması gereken kaynak Kur’an’dır. Hakiki Peygamber ile zaman içinde oluşturulmuş Peygamber imajını ayırmak, peygamberin konumu, toplum için örnekliği ve sahih bir İslam anlayışının vazgeçilmez ilkesidir.

  1. Muturidi’nin Düşünce Dünyası, edt: Şaban Ali Düzgün, Kültür bakanlığı yayınları.
  2. “Fedail”, 139; İbn Hanbel, Müsned, 1: 162; İbn Mace, “Ruhûn”, 15
  3. Numan bin Sabit Ebu Hanife, İmam Azam’ın Beş Eseri, çev: Mustafa Öz, Kalem yayınları

İslam geleneğinde sünnetin değerini belirleyen temel neden, Hz. Peygamberin İslam’ın doğuşunda ve gelişim evrelerinde oynadığı merkezi roldür. “Hz. Peygamber’in vahiy almaya başlamasından itibaren ölünceye kadar Mekke ve Medine’de geçirdiği 22 yıllık peygamberlik hayatı, dine ilişkin bilginin ve İslam’ın öngördüğü ideal hayat modelinin kaynağıdır. Dinin anlaşılması söz konusu olduğunda sünnetin birincil bir öneme sahip olması bundandır.”(7) Vahyin doğru olarak anlaşılmasında ve dinin temel kurallarının açıklanıp benimsenmesinde Hz. Peygamberin yüklendiği misyonun vazgeçilmez değerde olması, hadis çalışmalarını dinin temel kaynakları arasına sokmuştur. Çünkü Hz. Peygamber;

1) Kur’an’ın indirilmesine tanık olan özel nitelikli bir kişi olması,

2) Kur’an’ın hükümlerini açıklayan ve yorumlayan bir konumda bulunması,

3) Kur’an’da açıklanmaya muhtaç hükümlerin açıklamasını yapmış olması,

4) Allah’ın emir ve yasaklarını en iyi anlayan ve yorumlayan bir konumda bulunması,

5) Vahyin tarihle buluştuğu her safhaya tanıklık etmesi nedeniyle dinin doğru olarak anlaşılıp değerlendirilmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

 

Hz. Ali'nin Haricilerle tartışırken onlarla Kur'an'la tartışmayınız demişti. Hakikaten haklı. Çoğu insan Kur'an'ı tanık gösterirken aslında Kur'an'a istediğini söyletmeye çalışıyor. Dahası bir insanın sadece Kur'an diyerek onu referans göstermesi doğru yerde durduğunu göstermez. Tarih, ayetleri de kendi çıkarları için eğip bükenlere rastlandığını gösteriyor. Hatta yanlış din algısının önemli bir bölümü ayetlere çarpık anlam verilmesi sonucu oluşmuştur. 
Bir veya bir kaç ayeti referans gösterip herkesi müşrik olan eden klavye mücahitleriyle dolu etraf.

Kuran okumak onu anlamaktır. Anlam dünyasının çeşitli katmanları vardır. Tercümelerin hiç biri Kur’an değildir. Sadece Kuran hakkında bilgi verir. Mealler Kur'an'a ulaşmak için aracı metinlerdir. Kuşkusuz ve tartışmasız hiçbir aracı metin asıl olanın yerine tutmaz. Hiçbir tercüme Fatiha’nın orijinalini yerini tutmaz. Üstelik tercüme veya meal içine insanı çaba girmiş bir yorumdur.

Seyit Ahmet Han ile başlayan Kur'an’cılık akımı, modernitenin tezlerini temel alarak, Kurana bu tezleri onaylatmak gibi bir yolu izledi, izliyor. 
Kur'an'ın hükümlerini tarihselleştirerek bu açmazın içinden kurtulmaya çalışıyorlar. Bu da geçmiş dönemlerde vahyin amacının yeterince anlaşılmadığı sonucuna götürüyor insanları.  Geçmiş dönemler de en büyük sorun alanı ise Hz. Peygamberin konumudur.  Özellikle tartışmanın hadis/sünnet etrafında dönmesi bu müktesebatın modern değerlerle uyum kabiliyetinin azlığından kaynaklandığı düşünülüyor.  Modernistler "Tek kaynak Kur'an" tezini dillendirmeleri ve peygamberin tecrübesini tarihselleştirerek paranteze alma gayretleri, nihayetinde bu uygulamanın da İslam’ın nihai amacını anlayamadığı gibi bir sonuca dönüşüyor.  Örnek; Tek kaynak Kur'an tezi çoğunlukla tek eşliliğin ideal olduğu ve Kur'an'ın da asıl hedefinin bu olduğunu savunuyor. Peki bu yaklaşımın önündeki en büyük engel nedir? Tahmin edeceğiniz gibi peygamberin çok eşliliği. O zaman peygamberin bu davranışının Kuran'ın amacına uymadığı gibi bir sonuç karşımıza çıkıyor. Bu da Peygamberin vahyin asıl amacını anlayamadığı gibi vahim bir sonuca götürüyor insanları. 
Yapılması önerilen ne? Hz Peygamberin tecrübesini Mekke ve Medine'nin kumlarına gömerek, modernite ile uyumlu bir din oluşturmak.
Sorun çok köklü ve derin.

Sünnetin Kur'an'ın bir açılımı, hayat bulması ve tarihteki yürüyüşü olduğunu kabul etmeden ne sağlıklı bir Kuran ne de sağlıklı bir Sünnet anlayışına ulaşmak mümkün değildir. Günümüz de yaşanan Kur'an - Sünnet tartışmasını içine düştüğü kısırdöngü bu sağlıksız yaklaşımdan besleniyor.
Tartışmayı besleyecek ahlak da yok olduğu için, karşılıklı hakarete varan diyaloglar ve diğer kesimle alay eden paylaşımlar revaç buluyor.

            Hz. Peygamberin risaletini ve Sünnetini arka olana atanların amacı ne olabilir? Çünkü Hz. Peygamberin uygulaması somuttur. Bu somutluğu ve bağlayıcılığı aşabilirlerse, Kur'an'ın yorumlamak için en değerli araçtan kurtulmuş olacaklar. Bunun için Kur'an’ı tarih sahnesine indiren uygulamalara kaynaklı eden risalet çok önemlidir. Kuran - Sünnet bütünlüğünü ısrarla Savunmak gerekir.

Bazı Kur'an'cılar ve Kemalistlerin buluşma alanı ancak deizm olabilirdi. 
Yalnız merak edilen Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyenlerin, evrene karışmayan Tanrı ve maddenin yaratılmaması tezlerini Kur'an'ın hangi ayetlerle dayandırdıkları.

Hadisi doğru değerlendirmek için 
1- Metnin tenkitine
2-Kur'an'a uygunluğuna
3- Senedine
4- Hangi ortamda gerçekleştiğine 
5- Hadis metninde geçen edebi benzetmeleri bilmeye
6- Hadis konusunda literal okumanın doğuracağı sorunlardan kurtulmak için anlam merkezli okumaya ihtiyaç vardır.

Sadece ve tek kaynak Kuran tezi, "ilk ve en önemli kaynak Kur'an'dır" şeklinde anlaşılmalıdır. Bir kişinin veya grubun "tek kaynak Kur'an'dır" tezini dillendirmesi doğru yerde durduğunu göstermez. Nitekim İslam tarihinin ilk terörist grubu olan Haricilerin sloganı da "sadece Kur'an" idi. Onlar Hz. Ali’nin hakem kabul ederek "Hüküm Allah’ındır" ayetini çiğnediğini ve kafir olduğuna hükmetmişlerdir. İlginç olan Hz. Ali'nin Haricilerle Kur'an üzerinden değil hadis üzerinden tartışılması gerektiğini savunulmasıdır.

Bize kadar gelen hadis külliyatının tamamını kabul etmiyor, uydurma ve zayıf hadislerin olduğunu inkar etmiyoruz; ancak uydurma hadisleri bahane ederek Sünneti tümüyle reddetmek gibi bir yanlışa da düşmemek gerekir.

Hadis ve Sünnet dinin sosyolojisidir. Ayet, tarihle buluşmadan önce genel ve soyuttur. Hz. Peygamber ayeti tarihe taşır, bir toplumsal sorunla ilişkilendirir ve insanlara ayetten nasıl yararlanacaklarını gösterir. Uydurma hadis sorunu bu gerçeği değiştirmez. Sanırım farklı yorumların kapısını aralamak için bu ilk yorumun bağlayıcılığı problem alanı. Onun için ayetlerin yorumu konusunda tarihsellik bir anlayışa kapı aralamaktır asıl çaba. Ayrıca belli bir disiplin içinde kullanılırsa tarihsellik de katlanılabilir perspektifler sunar. Nebi ve resul olarak peygamber ile bir toplumsal önder olarak peygamber arasındaki bağlantıyı ve farklılığı iti analiz etmek gerekir.

Bir zihniyet dünyasının “Bize Kur’an yeter” diye ortaya çıkması tek başına doğru yerde durduğunu göstermez. Bu slogan üzerinden yıkıcı, ötekileştirici bir yorum ve saldırgan bir anlayış inşa edilebilir. Hariciler “Hüküm ancak Allah’ındır.” Ayetini kullanarak, Hz. Ali ve taraftarlarının kafir olduğunu iddia etmişlerdi. Üstelik Hariciler bu ayetin dışında hiçbir yardımcı malzeme kullanmıyorlardı. Görüleceği üzere sadece yöntem yetmiyor; bu yöntemden kalkarak üreteceğimiz zihniyet de ana mesaja uygun olmalıdır.

Çeşitli din mensuplarının arasında diyalog düşüncesine temel oluşturacak referanslar için Kur’an da ve Hz. Peygamberin uygulamalarında yeterli örnek bulunmaktadır. Bu tarihsel uygulamaların en önemli referansları şunlardır:

  1. Hılf’ul Fudul
  2. Medine vesikası
  3. Veda Hutbesi

Hılf’ul Fudul (Erdemliler İttifakı) Resulullah’ın amcalarından ez-Zübeyr’in gayretleriyle kurulmuştur. Muhammed Hamidullah’ın verdiği bilgiye göre Erdemliler İttifakı, o dönemde saygın bir kişi olan Abdullah İbn Cüda’nın evinde yapılan bir merasimle kurulmuş ve toplantıya katılanlar kendi aralarında alacakları kararlara uyacaklarına dair yemin etmişlerdir. “Allah’a yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında ve zalim ona gasbettiği hakkını iade edene kadar hepimiz bir tek el gibi olacağız; bu birlik denizin bir kıl(yün) parçasını öğütüp yok edebileceği zamana kadar ve Hıra ve Sebir dağları yeryüzünde dikili durduğu müddetçe devam edip gidecek ve zulme uğrayanın malı, durumunun tam bir eşitliği ile devam edip gidecektir. (1)

             Abdullah ibn Cuda’nın evinde yapılan toplantıya o dönemin ünlü kabileleri olan Haşim oğulları, Muttalib oğulları, Zühre oğulları, Teym oğulları da katılmıştı. Hılfın amacı çeşitli nedenlerle zulme ve haksızlığa uğrayan kim olursa olsun mağduriyetini gidermek ve hakkını teslim etmektir. Bir anlamda bu kuruluş günümüzdeki sivil toplum kuruluşlarının işlevini görmektedir.

            Hılf’ul Fudul teşkilatının risaletten önce kurulmuş olması zihinlerde risaletten sonra bu kurumun tartışmalı olacağı şüphesini    doğurabilir. Ancak konu hakkında Hz. Peygamberin risaletten sonra ortaya koyduğu düşünceler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır. “Muhammed (sav) Allah’ın Resulu sıfatını kazanmasından sonraki bir devrede bile kendisinin Abdullah ibn Cuda’nın evinde edilen Hılf’ul Fudul yeminine katıldığı için gurur duymamakla devam ediyor ve bu şerefi ‘kızıl tüylü bir deve sürüsü dahi olsa asla vazgeçmeyeceğini’ ifade ediyor ve şayet şu an bile çağrılsa daima derhal koşup gideceğini söylüyordu.”(2)                                                                             

             Teşkilat uzun bir süre sosyal bir kontrol aracı olarak görevine devam etti. Teşkilatın tek olumsuz tarafı yeni üye kabul etmemesidir. Bu yüzden son üyesinin ölümüyle teşkilat kendiliğinden sona ermiştir.

             Hılf’ul Fudul uygulaması, modern zamanlarda da Müslümanların zülüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak için, Müslüman olmayan değişik kültürel ve dini anlayışlara sahip topluluklarla bir araya gelip anlaşma yapabileceklerini göstermektedir. Hz. Peygamberin İslam geldikten sonrada bu tür teşkilatlara katılacağını söylemesi, söz konusu sözleşme türünün bütün zamanlar için yapılabileceğinin kanıtıdır.               Medine Vesikası hakkında en geniş bilgi veren araştırmacı Muhammet Hamidullah’dır. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak Ensar ve muhacir arasında büyük bir kardeşleşme süreci yaşandı. Ancak Medine’de sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Medine nüfusunun büyük kısmını Yahudiler ve Müslüman olmayan Araplar oluşturuyordu. Hz. Peygamberin Müslüman olmayan bu insanlara karşı nasıl bir tavır takınacağı son derece önemliydi. İşte Medine Vesikası, Müslümanların kurduğu ilk şehir devleti olan Medine’de hayat buluyordu. “Medine’ye gelişten sonra önce Medineli Ensar ile Mekke’den gelen Muhacir ailelerin başkanlarının katıldığı büyük bir kardeşleşmenin hukuki temelini oluşturan hükümler görüşüldü. İşte Medine Vesikası’nın ilk 23 maddesi, bu toplantıda tespit edilmiş olup yeni Müslüman bloğun sosyal ve hukuki ilişkilerini yazılı hükümlere bağlamaktadır.

            Bu iş tamamlandıktan sonra, Hz. Muhammed (s.a.v), Enes bin Malik’in evinde Müslüman bloğun liderleriyle olduğu kadar, Müslüman olmayan Medineli diğer sosyal blok temsilcileriyle de durumu istişare etti. Ve anlaşılan bu sefer Binti Haris’in evinde toplanarak yeni bir “Şehir- Devlet” yapısını ortaya çıkaran temel ilkeler üzerinde anlaştılar. Bu yeni devletin anayasası yazılı bir biçimde tespit edilip vazedildi ki bu metin şu an elimizde bulunan vesikadır. (3)

            Medine Vesikası, Muhammet Hamidullah’ın verdiği bilgiye göre 47 maddeden oluşmaktadır. Vesika bize Müslümanların kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayan değişik topluluklarla yapılacak anayasal bir sözleşme ile barış içinde yaşayabileceklerini gösteriyor.

           Veda hutbesi, Arafat Zil Hicce ayının 9. Cuma günü Hz Peygamber tarafından kadın erkek 140 000 kişiyi bulan bir topluluk önünde verilmiştir. Veda Hutbesinde ele alınan temel konular şunlardır.

                      1) Kişinin canı, malı ve ırzı kutsaldır. Bu haklar dokunulamaz temel haklardır.

                      2) Cahiliye devrinde geçerli olan ve temel haklara aykırı bütün yasaklar kaldırılmıştır.

                      3) İnsan emeğinin sömürülmesine neden olan faiz haramdır.

                      4) Kan davası gütmek tamamen kaldırılmıştır.

                      5) Emanetlere hıyanet edilmemelidir.

             6) Kadın ve erkeklerin birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları vardır. Kadınlara karşı davranışlarda temel ölçü iyi niyet ve nezakettir.

                      7) Zina kesinlikle yasaktır.

                      8) Her türlü sınıf farkları ortadan kaldırılacaktır.

                      9) Tüm Müslümanlar kardeştir.

                      10)  Her türlü zulüm yasaklanmıştır.

                      11) İslam’ın temel kaynakları Kur’an ve Sünnettir.

          Tüm bu referanslar gösteriyor ki, Müslümanlar çevreden soyutlanmış ve içine kapanmış topluluklar değildir. Müslümanların kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan ve aynı kültürü paylaşmayan öteki dini ve kültürel topluluklarla erdem ve iyilik temelinde anlaşma yapabilirler. Bu tutumu engelleyen hiçbir dini referans yoktur. Önemli olan ötekiyle diyaloga girerken Müslümanların aleyhine bir çalışmanın içinde olup olmadığınızdır.

                       Çeşitli dinlere mensup cemaatler kendi varlıklarını koruyarak, dünyadaki sorunlara karşı ortak duyarlılıklar geliştirebilirler. Ne yazık ki, FETÖ terör örgütü bu kavramları diğer kavramları olduğu gibi kirletmiştir. Bu yüzden bu tuzağa düşmeden ve sloganik değerlendirmelerden uzak durarak konuyu değerlendirmek gerekir. Cemil Meriç’in haklı olarak belirttiği gibi “slogan ilkelin ideolojisidir.” İlkel ve sığ düşünce, düşünmez slogan atar, anlamaya çalışmaz tanımlar, analiz etmez suçlar.  Konuşmak için kaynaklara değil ideolojik şablonlara dayanır. Kendini eleştirmek yerine suçu hep kendi dışına transfer eder. Din hakkında konuşurken hiçbir dini kaynağa referans yapmaz. Kendi bilgisine güvenmediği için zihinsel duruşu yasakçıdır.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR