Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Davut GÜLER


Pazar Tahtası...

Dokuz yaşlarında küçücük bir çocuğum diye başlıyor Hasan Kaçan; Babamın berber dükkanında çıraklık yapıyorum.


 

 Pazar Tahtası...

Dokuz yaşlarında küçücük bir çocuğum diye başlıyor Hasan Kaçan; Babamın berber dükkanında çıraklık yapıyorum.

Dükkanımızın karşısındaki yokuşta ?Kazankaya Film´ şirketi var. Cüneyt Arkın, Eşref Kolçak, Ayhan Işık gibi meşhurlar gariban dükkanımıza uğrar oldular. Tabi dükkanımız meşhurlar sayesinde meşhur olunca başka semtlerden de müşteriler gelmeye başladı.

Malum cumartesi günleri müşteri çok olur. Gençler cillop gibi tıraş olup Taksim´e çıkacaklar. Öyle karıya kıza bakmak için değil, kafa dengi arkadaşlarla bir iki tur atıp tekrar mahalleye dönecekler.

O devirde elin namusuna kem gözle bakmak ayıp. Sıkıysa bak... Gözünde mor süslemelerle adamı anında fiyonklu ambalaj yapıp geldiği mahalleye geri gönderirler.

İşte böyle bir cumartesi gecesi tam dükkanı kapatırken bir adam geldi. ?Usta be!.. Ufak bir sinekkaydı, bir perdah yeter? deyince kapattığımız dükkanı tekrar açtık.

Yorulmuştum... Babam adamın suratını köpürtürken ben camın önündeki sandalyede sızmaya başlamıştım kiiii... Birdenbire... Dükkanın kapısı ?Güüüm!? diye açıldı. Bir anda yarı uykudan fırlayıverdim.

Aman anacığım!.. Adamın biri dükkana dalmış, elindeki tabancayı koltuktaki müşterinin başına dayamış bekliyordu.

Babama baktım hiç istifini bozmadı. Elindeki usturayı usulca kaldırdı ?Ulan!? diye bağırdı beklenmeyen bir cesaretle. ?Defol git p......nk!.. Burası ekmek kapısı... Ekmek kapısına nasıl girilir sen önce onu öğren!?

Ben eli silahlı adamın koltuktakini bırakıp namluyu babama çevireceğini düşünüyordum fakat hiç de öyle olmadı. Kabadayı görünümlü o adam uysal bir çocuk gibi ?Özür dilerim Abi!.. Biz ekmek kapısına böyle dalacak adam değiliz; bir eşeklik yaptık hakkını helal et!? deyip çıktı gitti.

Elimde kekik çayı, pazar sabahı pencerenin önüne dikildim hayal alemini dolaşıyorum. Köprü altındaki çocuklar düştü aklıma. Son gördüğümde içlerinden biri soğuktan korunmak için nylon poşet geçirmişti ayaklarına.

Akıl ermez zenginle deliye; ilk aklına gelen şeyi yapar onlar. Ben de takıldım peşlerine, akşam misafirlerden kalan tezgahtaki tulumba tatlısı ile meyveleri doldurdum bir poşete yola koyuldum.

Dün beş kişiydiler bugün sayı üçe düşmüş. "Elma mı mandalina mı?" diye sorduğum delikanlı "Ma tasmunah" deyince "Arap mısın sen?" dedim, "Evet" dedi. Mandalinayı anlamıştı fakat elmanın ne olduğundan habersiz. "Tüffah" dedim, gözleri parladı.

Çam sakızı çoban armağanı, gönül alma babından üç çiğnemlik nevaleyi dağıttık, üzerimizdeki yükü attık. Biri hemencecik yemeye koyuldu, diğer ikisi çektiler başlarına örtüyü tekrar uykuya daldı. Aylardır görmediğim şehrin sokaklarında tur atmanın tam zamanıydı; arabaya yürüdüm. İstikamet İstanbul.

Aksaray, Unkapanı, Eminönü, Sirkeci, Sarayburnu kaptırmış gidiyorum. Yıllarımı verdiğim eski mekanlara öylesine bakıp geçmek için ani bir kararla direksiyonu Sahil Yolu´ndan Kadırga´ya kırdım.

Liman Caddesi´nin hemen başında Küçük Ayasofya... Cami avlusundan ara sokaklara taşmış görüntüsü veren hat, tezhip, ebru, seramik ve minyatür  sanatçılarının el sanatlarını sergiledikleri küçük atölyeler...

Çardaklı Hamam, Sokullu Mehmed Paşa Camii, İstanbul´un meşhur radyo televizyon tamircisi, nalbur, berber, kasap, yufkacı ve işte Kadırga Meydanı...

Meydan bıraktığım gibi, hiç değişmemiş. Eski canlılığını aynen koruyor.

Arif Bey´in bahçeli kıraathanesi, Develi Cıvıklısı ile meşhur Seyrani Pide Salonu, köşedeki çay ocağı, yokuş başındaki manav, ekmek fırını, taksi durağı, Büfeci Turgay, Bakkal Hamza... Hepsi yerli yerinde.

Tek değişiklik simalarda. Otuzbeş sene önceki gençler değirmene girip çıkmış gibi saçı sakalı ağartmış. Dudaklardaki tebessümle bakışlardaki samimiyet zaten alamet-i farikaları; o hiç değişmez.

Buraya kadar gelmişim, kuru bir selamla geçip gitmek edebe muğayir dedim, önümdeki üç kişinin gerisinde durdum sıramı bekliyorum.

Bakkal deyip geçmeyin; İstanbul´da en kaliteli kahvaltılıkları bulabileceğiniz ender şarküterilerden biridir şu küçük dükkan. Yaptığınız ilk alışverişten sonra fırsatını kollayıp tekrar uğrayacağınızdan emin olabilirsiniz.

Öndeki delikanlı yarım ekmek arası bal kaymak sürdürdü. Yanındaki arkadaşı "İki haşlanmış yumurtayla bir ekmek" dedi. Gözü raflarda dolanan diğer müşteri yüklenmiş gaza habire Hamza´nın oğlunu çekiştiriyor.

Önce kendi aralarında şakalaştıklarını düşünüp ilgisiz kaldım. Hamza, herifin siparişlerini hazırlarken bir yandan da hafif tebessümle havayı yumuşatmaya çalışıyor.

Mevzubahis olan çocuğu tanıyoruz; öyle edepsizlik yapacak biri değil. Doksanlı yıllarda genç yıldızlar dünya ağır sıklet güreş şampiyonu olmuş edep erkan bilen aklı başında kocaman adam.

Hamza hazırladığı ürünleri hesaplayıp poşete doldurmaya başlamıştı ki... Herif "Oğlun da b....k sen de b....ksun" deyiverdi. Hava birden buz kesti. İlk defa araya girip "Seviyeyi çok düşürdün ama" dedim. Benim bu sözümden sonra herif hazırlattığı ürünleri almadan kapı önündeki siyah dört çekerlisine atlayıp gitti.

Kafa işte... Keşke onun bıraktığı ürünleri o an ?Ben alıyorum? deyiverseydim. Buz kesen hava anında normale döner, bakkalın yüzü gülerdi. Geçti artık... Böyle hantal kafayı ver çorbacıya kelle paça yapsın. Başka ne işe yarar ki...

Kuyumcu dükkanı değil, dünya burası... Seyyarların pazar tahtası gibi... Özür dilemesini bilen ?Adam´ da düşüyor tezgaha, parası kadar konuşan ´Herif´ de... Değme, aralarındaki fark belli olsun...


Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR