Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


ZEYNEP KILIÇ


Oynama Şakıdık Şukuduk

Yazarımız Zeynep Kılıç'ın "yeni" yazısı...


Hadi biraz da hadise ve hadiselerden konuşalım. Önce spekülasyonlar sonrasında ise ateş olmayan yerde duman çıkmaz ve nihayetinde magazin sayfalarında şarkıcı Hadise kendi hür iradesi ile kimsenin baskısı altında kalmadan birkaç aylık bir evlilik süresinden sonra ilan verir gibi boşanma davasını açtığını ilan eder. Ve herkes de böylece flu olan hadiseden kurtulup gerçeği öğrenip rahatlar. Bunun arkasındaki nedenleri kimisi ekonomik krizlere bağlıyor kimisi çocuğa kimisi ailevi sorunlara bağlayıp duracak anlaşılan. İnstagram sayfalarının birinde bu evliliğe atfen rahatlığıyla revaç olan dizinin birinden alıntı yapılarak şöyle bir replik paylaşılmış. Model kız, erkek arkadaşı için Behlül beni podyumda görmekten hoşlanmıyor diyor. Bihter rolündeki bayan oyuncu ise manken rolündeki kıza nispet yapar hâlbuki o seni podyumda görüp beğenmemiş miydi? Ve hadisenin boşanması tam da budur arkadaşlar denmiş. Aslında aşağı yukarı bu tespit diğer süpekülasyonvari tespitlerin hepsinden daha akla yatkın.  Derler ya aşkın gözü kördür. Hâlbuki davul bile dengi dengine. Bizde galiba bu evlilik tarzı ilklerdendi. Şimdiye kadar sanat dünyasında bir sanatçının anneannesi, bacısı başı örtülü muhafazakâr bir aile çocuğuyla cesur bir şekilde tüm medyaya rağmen kapalı kapılar ardından evlenip yuva kurması garip kaçtı. Biraz aklımız durdu hoşgörünün bu kadarını da görmemiştik çünkü. İyi güzel olur niye olmasın dendi. Ama tüm tahminlerimizin ötesinde bu evlilik uzun sürmedi. Aslında replikte de belirttiği gibi hâlbuki Hadise de sahnede görülüp beğenilmemiş miydi? Ya da tam tersi müstakbel eş muhafazakâr bir aileden seçilmedi mi ki Hadise özgürlüğünüzü kısıtlayanlara sıfır toleransı slogan edindi. Her ne kadar Hadise Almanya’ya göçen bir ailenin çocuğu olaraktan ilk başta muhafazakâr bir aileyi kaldırabileceğini düşündüyse de iş lafta değil yaşam tarzındadır. Bunu da tepeden inme bir üslupla değiştirmek zordur zaman alır ya da almaz bir yerden pat diye patlar. İşte aynı yaşam tarzı olmazsa ne olacak aynı ideolojiden olmama ne fark eder deyip geçmemek gerek. Ne alaka dersek de bu tarz mevzuları daha ciddi merciler üzerinden de analize tabi tutmak gerek.

İdeolojiler, dünya görüşleri, yaşam tarzlarının benzerliği ister istemez insanlar ve toplumlar arasında yakınlık kurmanın temelinde yatan önemli faktörlerdir.  Okul ders kitaplarında oldum olası ittifak devletleri ile itilaf devletlerini karıştıradururdum ya bu itilaf ne oluyor ittifak ne oluyor diye. Onları üçlü, üçlü kategorize edip bir araya getirmede zorlanırdım hep. Bugünkü Millet ittifakı ila Cumhur ittifakını karıştırdığım gibi. Bunları her ne kadar siyasi strateji birliktelik olarak görsek de kesinlikle bunları bir arda tutan temel harç ideolojiktir. Cumhur ittifakı muhafazakâr, sağ ve milli bir kimlikle kendini gösterip geçmişin halefliği selefliğine soyunurken.  Millet ittifakı ise sosyal demokrat ve liberal sol bir kimlikle kendini var ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarını geçmişle çatıştırır ve onları ayrı gayrı bir kefeye sokarlar. Vahdettin’e hain kisvesini biçer Atatürk’ü idama mahkûm ettiği üzerinden polemik yapar. Belki de millet ittifakında tam da bir ittifakın sağlanmaması sağ ve sol kadroları görünürde yan yana gelip dursalar da hedef ve amaç çatışmasından dolayı tam bir çözümü yakalayamıyor olmalarıdır. Örneğin olağanüstü bir hoşgörü dilini kullanan bazı siyasetçiler icraata de aynı başarıyı gösterebilecekler midir yoksa iş icraata gelince tıkanıp kalacaklar mıdır?  Etnik kimliğine baktığımızda adam Alevi bir kimliğe sahiptir. Fakat ekseriyetle seslendiği taban Sünnidir, bu durum tebaasındaki Sünnileri illerde nasıl etkiler hiç bilinmez? Ya da Suriye örneğinde olduğu gibi milyonlarca Sünni tebaayı yıllarca Nusayri Alevi’sinden birisi idare ettiği gibi geleceğin yürütmesini de Kökeni Horasan’a kadar dayansa da Alevi bir kimlik idare edebilecek mi? Tamam Türk Solu da Kürt solu da ideolojik benzerlikten dolayı rahatlıkla aynı tayfada birleşebilirler bunda sorun yok, fakat Atatürk’ü rehber edinen Türk solu Apo’yu hangi kefeye sığdıracak biat mı edecek inkâr mı? Apo’yu, Apo güdümlü bir Kürdistan’ı, terörize olmuş bir örgütü kabullense Misak-ı Milli’yle, milliyetçilik ideolojisiyle çatışır, reddetse can simidi olan Kürt solunu incitir kaybeder. Dolayısıyla söyleminde net değildir süreci olur olmaz gevelenmeyle geçiştirir. Bu durumun aynısı karşı taraf için de geçerlidir. Yani Kürt solu için Türkiyelileşme sloganlarına soyunurlarsa radikallerle çatışırlar reddederlerse bölücülük yaftasıyla yaftalanırlar, terörle eş tutulurlar ki yasal olarak da bu böyledir. Akıllıca bakıldığında hoşgörünün de bir haddi hududu vardır, sınırsız hoşgörüyle savunulan tüm bu sözde söylemler eyleme dönüşmediği takdirde mantıken havada kalıyor. Muhalif kanatta bir de Suriye ile sorun çözülecek deniliyor. Başta bayağı havada kalıyor gibi gelse de bazen de insan der ki neden olmasın yukarda anlattığımız gibi Alevi bir kimliğe sahip bir figür Nusayri bir Alevi kimlikle ile neden ideolojik ve etnik bir yakınlık bir bağ kurmasın ki. Belki bu olay bölgenin diğer mezhepteki Alevilerin de hesabına gelir böyle bir destek sağlamada alttan, alttan yardımcı olabilirler. Ve eften püften mevcut yürütmeye karşı alternatif bir kahraman icat edilebilir fakat mühim olan eften püften kahraman yaratmaktan çok böyle bir ihtimalin bu ülkenin geleceğini, statüsünü, stratejisini, konumunu nasıl etkileyeceğidir. Evet her ihtimal düşünülebilir. Eğrisi de doğrusu da tartışılabilir.

Yeni gelişmelerin gündeminde şark sofrasını andıran bir liderler sofrası fotoğrafı da yine çok konuşulanlar arasında yer aldı. Evet gerçekten de tüm liderler aynı koltuğa sıkışmış oturuyorlar Sayın Erdoğan ve yanında Sayın İlham Aliyev baş köşeye birer sandalyeye oturtulmuştur. Halk arasında böyle bir oturma adabı pek de göze çarpmazken nedense siyaset sahnesinde milletçe bu tür adabı muaşerete çok dikkat ederiz.  Sayın Erdoğan liderlere nutuk verir gibi flaşlara yansımış tabii ki başka bir Türk yaver Aliyev de yanı başında. İşte asrın lideri diye bunu yorumlayanlara kızsak da ya da diktatörlerin dilini konuşmayı bilmek çok mu maharet diye kıskançlık yapanları şakşaklarsak da evet dünya siyasetinde masanın başköşesine oturmayı yabana atamamak gerek fakat burada mühim olan bir şark köşesini andıran bu toplantının neredeyse işlevsel olarak altılı masayı andırır olmasıdır. Altılı masa nasıl bir yıla aşkındır bir lider krizini çözemediyse bu tarz toplantılardan da 10 yılı geçen bir Suriye krizinin çözüme kavuşturulamamış olması meselenin ne kadar çetrefilli olduğunu gösterir.

Ve tartışılan başka bir gündem ise Tarkan’ın 9 Eylül’de vermiş olduğu İzmir konseridir. Tarkan’ın iki milyonluk konseri dünyada en kalabalık beşinci konser arasına girdi. Evet, Tarkan’ın daha önce sol çıkışları olduğu aşikardır. Belki bundan dolayıdır Tarkan eleştirileri üstüne çekmiştir. Fakat konserde anlaşıldığı kadarıyla herhangi bir ayrıştırıcı dil kullanmaya rastlanmadı hatta milyonların tek ağızdan uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece türküsünü seslendirmesi ise ayrı bir havayı estirdi. Konserin bedava ya da 8 milyon TL’e karşılığında yaptığı iddiaları ise meçhul. Ama öyle bir toplum haline gelmişiz ki İstanbul Fatih’te bazı tahminlere göre neredeyse dört milyon kişinin katılımıyla merhum Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenaze merasimi bir kesimin nasıl şeriat geldi korkusuyla eteklerini tutuşturduysa aynı şekilde Tarkan’ın zaman zaman yaptığı sol çıkışların gölgesinde ve sol bir belediyenin himayesinde yaptığı konserin iki milyon kişinin Gündoğdu Meydanında toplanmasıyla bir gövde gösterisini andırır olması sağ tarafı rahatsız etmiş olmasından daha doğal bir şey olamaz galiba.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR