Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Ötekileştirilen Mülteciler

Yazarımız Faysal Mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


Tarih boyunca insanlar zulüm, silahlı çatışma veya siyasi baskı nedeniyle yurtlarını terk ederek başka ülkelerde güvenlik aramak zorunda kaldılar.

İkinci Dünya Savaşını takip eden yıllarda yaklaşık 40 milyon insan yerinden edildi. Sovyet lideri Josef Stalin tarafından yeni bir totaliter rejimin kurulmakta olduğunun anlaşılmasıyla, bir milyondan fazla Rus, Ukraynalı, Polonyalı, Estonyalı ve diğer uluslardan insanlar, komünist egemenliğinden kaçtı.

14 Mayıs 1948’de İsrail devleti kurulduktan sonra yaklaşık olarak 750 bin Filistinli, Yahudi kontrolü altındaki bölgelerden sürüldü veya kaçmaya zorlandı.

1956’da Macaristan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi üzerine, 1 milyon 800 bin Macar Avusturya’ya göç emek zorunda kaldı.

Cezayir bağımsızlık savaşında binlerce Cezayirli, Fas ve Tunus’a sığınmak zorunda kalmıştı. !960’lı yıllarda Ruanda, Mozambik ve Zimbabwe’den iç savaş nedeniyle binlerce insan yerlerinden oldu.

Vietnam ve Kamboçya’da 1975 yılında komünistlerin zaferiyle sonuçlanan ayaklanmalardan sonraki yıllarda, üç milyondan fazla insan ülkelerinden kaçtı. Yine 1970’li yılların sonlarında çok sayıda Etiyopyalı Sudan’a göç etti.

Aynı şekilde, 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali, binlerce Afganlının Pakistan’a sığınmak zorunda kalması sonucunu doğurdu.

Başbakan Todor Jivkov döneminde Türk ve diğer Müslüman azınlığa karşı başlatılan asimilasyon kampanyası dolayısıyla Türkler Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kaldılar. Tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünist rejim, getirdiği ibadet yasağı yan sıra, Türk ve Müslümanların isimlerini değiştirdi. “Bulgarlaştırma” girişimleri sonucu 1985 sonuna kadar 310 bin kişinin isimleri değiştirildi. Asimilasyon kampanyasına karşı direniş gelişince Jivkov, amacına ulaşamadı ve 25 Mayıs 1989 yılında Türkiye ile arasındaki sınırları açtı.

Yaşanan süreçte Türkiye, Bulgaristan Türklerine kapılarını açtı. 1990 yılının ilk yarısına kadar yaklaşık 360 bin soydaş Türkiye’ye göç etti. Türkiye Bulgaristan’dan gelen soydaşlara İş bulabilmeleri için kampanyalar düzenledi. Arabası olanlara geçici olarak taksicilik yapma imkânı sağlandı. TOKİ soydaşların konut sorununu çözme kapsamında ucuz konut inşa ederek, on yıla varan taksitlerle konut sahibi olma imkânı sundu. Kimisine de arsa tahsis etti.

27 Mart 1991’de Irak ordusu karadan ve havadan Kürtlere karşı büyük bir saldırı başlatarak çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden katletmeye başladı. Kerkük ve Erbil işgal edildi. Ardından Kürtlerin büyük göçü başladı. Bir milyondan fazla Kürt, “Enfal Soykırımı”nın tekrarını yaşamak istemediği için göç yollarına düştü. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan göçmenler korunaklı bir barınak bulmak için İran ve Türkiye sınırına geldi.

Türkiye ilk başta sınırını açmamakta diretti. Bir süre sonra uluslararası baskılar ve mali yardım karşılığında sınırlarını açtı.

Çadır, su ve gıda bulunmamakla beraber tıbbi destek de yoktu. Bu nedenle binlerce çocuk ve yaşlı Kürt göçmen yaşamını yitirdi. İlaç ve gıda eksikliği nedeniyle çocuklar ishal ve enfeksiyon başta olmak üzere, birçok farklı hastalığa yakalandı. İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına göre Hakkâri ve Şırnak sınırında günde 500 ile 1000 arasında kişi hayatını kaybetti.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre 750 bin kişi İran, 280 bin kişi de Türkiye sınırında kamplara yerleştirildi. İnsan hakları dernekleri kamplara gıda ve ilaç yardımında bulundular. Sirki andıran bu kamplar adeta esir kamplarıydı. Oysaki onlar da bu ülke vatandaşlarının soydaşlarıydı, dindaşlarıydı. “Sarışın, mavi gözlü Hristiyan” demeden önce dün yaşadığımız bu ikircikli uygulamayı hatırlamakta fayda var.

5 Nisan 1991 tarihinde Fransa ve Belçika’nın talebi üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kürdistan bölgesini uçuşa yasak bölge ilan etti. Böylece Kürtler Irak ordusundan korunmuş oldu. Ayrıca insani yardımların ulaştırılması ve göç edenlerin yurtlarına dönmeleri de sağlandı.

Maalesef bugün dünyada, mültecilerin tenlerinin rengine, konuştukları dile, etnik ve dinsel aidiyetlerine göre göç politikaları belirleniyor.

Orta Doğu, Afganistan ve Afrika’dan gelen mültecilere kapılarını kapatan Batılı ülkeler Ukrayna’dan gelen mültecilere kapılarını açıyor (ki, açmaları lazım) hatta memnuniyetle karşılıyor. Bu ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ta kendisidir. Ukrayna savaşında, tarafsız olması gereken medyanın da devletler gibi ırkçı yaklaşımlarına tanıklık ettik.

Sözde uygar dünya kendinden olmayan masum bebeklerin, yaşlıların, kadınların donarak ölmesine, denizlerde boğulmasına seyirci kalabiliyor. Daha geçen ay Yunanistan sınırında 12 göçmen donarak yaşamını yitirdi. İran sınırında bir Afganlı kadının donarak ölmesi, sıradan bir olay gibi geçiştirildi. İran-Türkiye sınırında her yıl onlarca insanın cansız bedeni karlar eriyince ortaya çıkıyor.

Avrupa kendinden olan göçmenleri sahiplenirken Müslüman dünyanın Müslüman göçmenleri sahiplenmemesi gündem olmuyor, tartışılmıyor. Başta Suudi Arabistan olmak üzere zengin Körfez ülkeleri hiç Suriyeli veya Afganlı göçmen aldı mı? Ayrıca oralara gitmek isteyen var mı? Neden Müslüman göçmenlerin rotası hep Batı oluyor? Bu göçlerin tamamı İslam ülkelerinden Batı’ya yapılmaktadır. Çünkü Batı, her şeyden önce bu insanlara kendi ülkelerinde olmayan özgürlük ve refah ve çocuklarına gelecek vaat ediyor

Dünya genelinde 84 milyon zorla yerinden edilmiş insan var. Bunların çoğu Müslümanlardan oluşmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Türkiye 2019 verilerine göre 3,6 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca farklı ülkelerden benzer durumda 365 bin kişi yine Türkiye’ye sığınmış durumdadır.

Elbette hükümetlerin tutumundan farklı hareket eden halklar olduğunu da not etmek gerekir. Sınırlarda, tren istasyonlarında mülteciler için bebek arabası, yiyecek, battaniye, su götürenlere, bir tas çorba ikram edenlere sıkça rastlıyoruz. Bu değerlidir ve geleceğimiz için umut vaat ediyor.

Kimse doğduğu coğrafyayı, etnik aidiyetini, ten rengini seçme şansına sahip değildir. Biz ve ötekiler ayrımı yapmak, hele söz konusu olan yerinden yurdundan koparılmış sığınmacı ise ikiyüzlülük ve ırkçılıktır. Bu yüzden, özellikle savaş kaynaklı göçler kadar, siyasi baskı ve yoksulluk nedeniyle yaşanan göçlerin de serinkanlılıkla masaya yatırılıp tartışılması gerekmektedir.

 

Kaynak:: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR