Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Osmanlıda Sosyalizm ve Marks'ın Osmanlı İlgisine Dair Bir Vurgu...

Sait Alioğlu'nun 'konuya dair' yazısı..


Öteden beri tevarüs edile gelen klasik toplum ve devlet anlayışı, ilk kez Tanzimat sürecinin de etkisine bağlı olarak oluşan II. Meşrutiyet'le birlikte, hem farklı dünya görüşlerine ve hem de günün şartlarında oluşan İslamcılık akımı ile karşılaşan Osmanlı devlet ve toplumu, bundan böyle, bir değişimin ve dönüşümün, hatta yer yer farklılaşmanın kaçınılmaz olduğunu müşahede etti.

İslamcılığı, kendi bağlamında bir an istisna kıldığımızda, oluşan II. Meşrutiyet'le birlikte ortaya çıkan tüm ideolojilerin, dünya görüşlerinin Batılı paradigma üzerine kurulduğu görülecektir.

Eski ümmet: Müslim-gayr-i Müslim (Zimmî) anlayışının ve ayrımının yerine, toplum oluşturan, var olan unsurları Osmanlıcılık: Türkleri  ve diğer Müslüman ahaliyi (Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut vb.) salt Türk olarak tanımlayan Türkçülük:  Bu iki kategoriyi de aşan, onların yerine Türk unsuru üzerinden ihdas edilen Batıcılık önplana çıkarılmıştı.

Zamanla Osmanlıcılık, zayıf temellere dayandığından ortadan kalkmıştı.. Türkçülük ise, bu süreçte doğrudan Batıcılık içerisinde mütalaa edildi.

İslamcılık ise, cumhuriyetle birlikte Kemalist kadro tarafından yapılan devrimler sonucu, kendi uzlet köşesine çekilmiş oldu. İslamcılığın daha sonra, gerek değişen dünya (aynı zamanda İslam dünyası) ve Türkiye'nin değişen konjönktürü ile İslam'ın bu ülke insanının zihin dünyasında, yaklaşık yüz yıldır saklı bulunan cevherin yeniden inkişaf etmesiyle birlikte, varlığına kaldığı yerden ve daha da gelişerek yer aldı.

Bu arada Batıcı paradigmanın şubelerinden biri olan sol ve sosyalizmin temelde her şeyden önce, bazı afakî, farazî düşüncelere ve öngörülere dayalı olsa da, sosyalizm, salt felsefî bir akım olan, buna bağlı olarak Alman ideolojisi olarak da kabul gören Marksizm'e dayanmaktaydı.

O da tıpkı İslamcılık gibi bir dönem Kemalizm'in baskınlığından dolayı, esas uğraş alanı olması gereken; emek,  işçi ve işçi haklarını savunmaktan ziyade, salt bir aydın hareketi olmaya yönelerek üniversite ile dergi sayfaları arasına sıkışıp kalmıştı.

Kemalist baskı sonucu bir aydın hareketi karakterine bürünen Türk solunun, prototipi olan Osmanlı solu/sosyalizmi, cumhuriyet dönemin Türk solunun dönüştüğü aydın hareketine zıt bir oranda, ülkenin sanayi şehirlerinde işçileri örgütleyen, onların haklarını savunan, Osmanlının hem sanayileşmesini savunan, isteyen, hem Anadolu ile birlikte, elde kalan Balkan topraklarının birleştirilmesi suretiyle bir federasyon çatısı altında yeniden yapılanmasını isteyen ve hem de dönemin Avrupa'sının emperyalist devletlerinin Osmanlı topraklarında giriştiği sömürgeciliğe ve işgale karşı çıkan (1) tavırlarıyla, farklı bir görüntü vermiştir.

Konu ile ilgili olarak genellikle şöyle düşünülür: Marks ve arkadaşları (Engels) sosyalist devrimin, kendi sanayi devrimini gerçekleştirmiş, kapitalizm üzerinden maddi gelişmeyi sağlamış, üretimde gerekli olan hammadde kaynaklarını denizaşırı sömürgelerden tedarik etmiş ve üretimde makine unsurunu yoğun bir şekilde kullanan bir Batı ülkesinde (İngiltere) değil de,  onun yerine Doğu-Batı arasında bulunan; baskın olarak Doğulu karaktere sahip ve oldukça da 'feodal' yapıda bulunan Ortodoks Rusya'da meydana gelmesi, bu öngörünün tutmadığını göstermişti,

Bu bir açıdan doğruydu, ama dönemin Rusya'sı feodal yapısına rağmen, İngiltere kadar olmasa da,hatırı sayılır bir sanayi değişimi içerisindeydi.

Hele ki birde Çar Deli Petro'nun, çoğu da çılgınlık derecesinde olan atılımları, sanayileşmesine büyük etki etmişti.

Tabii ki bu durum, Marksizm'in temeli de sayılan Alman ideolojisinin, henüz Marks'ın kendi döneminde, büyük ve güçlü bir Alman devletinin kurulmamış olduğu bir dönemde, eylemden ziyade düşünce planında kalmasına gerekçe olarak; Mark sosyalist bir devrimim, kendi memleketi yenine İngiltere'yi işaret etmesine de dayanak teşkil etmiş olabilirdi.

Rusya'nın bu durumunu Osmanlı ile kıyaslamaya gelince; Osmanlı'nın kendi şartlarına özgü birçok sebebi, gerekçesi vardı: "...Rusya'da sosyalist bir geleneğin ve işçi sınıfının varlığı tartışılmazdır. Ancak aynı şeyleri Osmanlı için söylemek mümkün değil. 1908 sonrasında ve savaş koşulları içerisinde şekillenmeye çalışan sosyalist hareketlerin özgünlüğü ise sorunludur." (2)

Yukarıda da belirtildiği üzere, özgünlüğün sorunlu olması, sosyalizmden kaynaklanmaktan ziyade, Osmanlının içerisinde bulunduğu öznel şartlardan dolayı idi. Zira Osmanlı sosyalizmi temelden bir özgünlüğe sahip bulunmasaydı; İtalya'nın Libya'nın işgaline karşı çıkmaz, çoğu insan içinse, 'durup dururken'  Anadolu-Balkan federasyonunu fikrini ortaya atmaz, onun gerçekleşmesi için çaba sarfetmezdi.

Sosyalizmin, teorik olarak yanlışlığı, doğruluğu bir tarafa, ama en azından bu ülkede -eğer ki- çağdaş dünyaya açıldık, kendi modernleşmemizi sağladık, o zaman çağdaş dünyada önemli bir konu olmaya devam eden emek,alın teri, sömürü ve hakların elde edilmesi mevzuunda, sosyalistlerin katkıları unutulmayacak kadar belirgindir.

Ümit Aktaş'ın  tespitinden hareket ettiğimizde; Sanayisi Osmanlınınkinden daha iyi durumda olan Rusya'nın sanayisi etnik ve dini çoğulculuk açısından Ortodoks Ruslara dayanmaktaydı. Çoğunluğun bu etnik-dini temelden oluşundan dolayı; Rusya, ister bir sosyalist bir devrim gerçekleştirmiş olsun,isterse de kendi varlığı içerisinde kapitalist bir dönüşüm (şimdi için) olsun, onlarca yıldır Rusya'nın kamp değişimine rağmen bir bütün olarak ayakta kaldığı görülmektedir. (3)

Osmanlıya gelince; Baştan beri, istisnaları olmakla birlikte, o da baskın karakteri gereği bir tarım imparatorluğu olan Osmanlıda Müslüman çoğunluk köylü ve asker sınıfından oluşuyordu. Zaten bunun böyle olmasını Osmanlının hem kendi şartları ve hem de bu şartları, bir nevi türüne özgü bir ideolojiye dönüştüren Osmanlının bizzat kendisi idi.

Böyle bir 'ideloji' yani, kırsalcı ve savaşçı ideoloji sonucunda Anadolu büyük oranda ihmale uğramış, devlet kendisini, sözde değilse dahi, fiiliyatta Balkan devleti olarak tanzim etmişti. Böyle tanzim edilince; doğru-yanlış; iyi-kötü paralelinde; Osmanlıya büyük oranda etki edecek sosyal, siyasal ve ideolojik değişim, dönüşüm ve belli ki paradigmanın,ya da paradigmaların, 'Doğulu' müşterileri de olsa, Balkanlardan sadır olacaktı. Aynen Batıcılık ve Türkçülük akımının izlediği rotaya benzer şekilde, sol/sosyalizmde Osmanlı'ya, oradan da Türkiye'ye gayr-i müslimler ve özellikle de Balkanlı unsurlar eliyle gelmişti.

Hal böyle olunca, çiftçilik dışında;  uluslararası ticaret,  özellikle de para (faiz) gayr-i müslim azınlığın elindeydi. Bu durum Osmanlının modernleş(tiril)mesi dönemine kadar sürmüştü.

Modenleşmeye koşut olarak sanayinin -hemen hepsi Avrupa Türkiye'sinde ve Marmara'da) gayr-i müslim azınlığın elinde olması, ona karşı işçi sınıfının,kapitalist sınıfın nezdinde var olan haklarını savunmada da, ilk işçi örgütlenmelerinin Selanik gibi,o dönem Osmanlıya bağlı, ama Avrupa Türkiye'sinde bulunan sanayi şehirlerinde (4) vücuda gelmesi, getirilmesi, gayet normal ve doğal olacaktı.

Adeta "Olmayan candan ruh çıkmaz" misali, sanayisi olmayan bir beldeden de, ne salt sosyalizm adına ve ne de işçi hak ve hukukunu önceleyen herhangi bir dünya görüşü adına b ir yapı örgütlenme söz konusu dahi edilemezdi.

Bu sanayi şehirlerinde bulunan işçi sınıfına baktığımızda, bunlar; Yahudi, Rum, Bulgar, Makedon, Arnavut, Sırp, Ermeni ve Türklerden oluşuyordu. Bu Türk grubuna, büyük bir ihtimalle az oranda da olsa Kürt ve Arap nüfusta dahil edilebilirdi. Zira o dönem İstanbul'daki hamalların önemli bir kısmı Kürtlerden oluşuyordu.

İşçi sınıfını oluşturan bu topluluklar içerisinde ise, en okumayan kesiminde, maalesef Balkanlarda ve payitaht xxİstanbul'da yaşıyor olsalar da Türklerin dahil edildiği mevzuu belgelerde bulunmaktadır.

Bu da ayrı bir konu...

"Türkiye'nin son yüz elli yıllık sosyo-politik tarihi olabildiğine derin sancılı ve sürekli çalkantılarla sarsılan ve hareket halinde olan bir ülke ve millerin tarihidir. ... İmparatorluk bünyesinde bulunan Balkanlardan, Ortadoğu'ya kadar bir dizi etnik-milliyetçi ayrılma hareketleri biçiminde tezahür edecek, etmeyen yerlerde ise, Batının cebri müdahaleleriyle, bilinen Balkan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da savaş cephesinin açılmasına..." (5)

Bunlar olurken yukarıda da belirttiğimiz gibi, Balkanlarda başlayan Osmanlı solu/sosyalist hareketi, içerisinde her ne kadar ayrılmayı öngören unsurlar var olsa da, Osmanlı Anadolu'su ile Avrupa Türkiye'sini (Balkanlar) de içerisine alan, yönetsel alanda bir federasyon düşüncesinde olan, bir kısmı da gayr- müslim tebaaya  (akalliyet; azınlık) mensup sosyalist şahsı ve sol işçi örgütleri, yapılanmaları da vardı.

Bunu açıklayacak mahiyete, Osmanlıyı kurtaracağı düşünülen dört akımdan biri olan Batıcılık akımı içerisinde, onunla aynı ontolojik temele dayanan sosyalizm/Marksizm akımın da vardı.

"İmparatorluğun kozmopolit yapısı içindeki bu yordam arayışları esnasında, yine batı merkezli o güne kadar yeni bir fikir akımı Osmanlı fikir hayatı içinde telif ve telaffuz edilmeye başlar ki, o da; "sınıf" şiarına dayanan iştirakiyunculuk ve marksizmdir." (6)

Sol/sosyalizm hareketinin, devletin son ve alabildiğine buhranlı döneminde oluşması sadece gelişmekte olan sanayiye bağlı olarak, oluşan işçi sınıfının hakları  korumak, ya da bu yol ve yöntemle Avrupa Türkiye'sinde yaşayan ve devletin sanayi yönünü temsil eden gayri müslim azınlığın kendini ortaya koyma çabası, ya da bu yolla Osmanlıdan ayrılma düşüncesi değildi.

Elbette, o süreçte farklı düşünen, eylemlilik içerisinde bulunan (müslim-gayr-i müslim) unsurlar vardı, Ama "Osmanlı imparatorluğunda Sosyalist Hareketler" (7) adlı eserde Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'na  (SSİF) (8) ait olan ve kitabın yazarlarının "Sosyalist Enternasyonal Başkanlar Kurulu'nu (SSBK) arşivinden elde edilen bir belgeye göre "Türkiyeli Sosyalistler" başlıklı olup emperyalist italya'nın, o dönem Osmanlı toprağı olan Trablusgarb'ın (Libya) işgalini kınayan duruş ve tutumu söz konusu olmuştur.

"Türkiye sosyalistleri de kayıtsız kalmıyorlar. Savaşa karşı çıkan ve bir Balkan Federasyonu'nun gerekliliğini ortaya koyan bir karar bildirisinin beninsenip Sosyalist Erternasyonal'in Başkanlık Kurulu'na göndediği büyük Selanik mitinginden sonra Osmanlı meclisindeki sosyalist grup etkinliğini İtalyan parlamentosu sosyalist grubuna bu telgrafla bildirdi. 1 Kasım (S.A: 1911) günü Balkan proleteryasının görevini yerine getireceğini umuyoruz." (9)

Bunlar ne anlama geliyordu?

En başta Osmanlı sanayisi içerisinde var olan işçi sınıfı üzerinden Batıcı bir paradigma olan sosyalist fikirlerin gelişmesi; II. Meşrutiyet'in sağladığı özgürlük ortamında; dine ve etnisiteye değil de, eşitlik ilkesine dayalı ve aynı zamanda kapitalizmin itkisiyle gelişen ve palazlanan işçi sınıfı üzerinden değerlendirilen 'sınıfsız' bir toplum arzulama düşüncesi de ağırlık kazanıyordu.

Bu işin, etnik ayrımcılık üzerinde Balkanlar olmak üzere Türk olmayan unsurların ayrılmasına dayanan bir anlayış yolu muydu? Elbette, vardı, ama  bu var olma açıkça İttihad ve Terakki'nin (İTC) o da topu, topu on yıllık iktidarı döneminde uyguladığı ve salt Türk varlığına dayalı; yıkıcı, yok edici ve ayırıcı politikalarının bir sonucu olarak duruyordu.

Esas meseleye gelince ise,  o da Marksizm'in dünya ölçeğinde sınıfsız bir toplum oluşturma fikrine dayalı olan; Osmanlı gibi ekonomisi büyük oranda tarıma dayalı toplumları, feodal çarktan çıkarıp bunun yerine, endüstriyel sanayi kanalıyla kapitalistleşmesini arzulamaktı...

Bu düşünce ortaya konulurken de, süreç tamamlansın diye (kapitalizmden sosyalizme) Batı'nın "hasta adam" dediği Osmanlıya/Türkiye'ye Karl Marks ve arkadaşlarının (Engels) farklı ve "korumacı" bir gözle bakması, bizi, konuya dair, daha da ilgili kılmaktadır.

Marks Osmanlıları, daha doğrusu,; Orta Asya steplerinde göçebe yaşayıp oradan da Anadolu'ya göç ile birlikte, tarıma dayalı büyük bir devlet kuran Türklerin, 'toprak mülkiyeti'ne dayanmayan bir şekilde yaşamaya çalışan Türklerin, zaman içerisinde, Batı tarafından "hasta adam" olarak vasfedilmesinden hareketle onlarla ilgilenmiş; onlarla ilgili müstakil çalışma ortaya koymamış olsa dahi, onlarla ilgili bazı yazı çalışmaları olmuştur.

"Marx ve Engels Osmanlı Devleti konusunda özgül bir çalışma yapmadı. "Osmanlı" başlığı altında bir eser kaleme almadılar. Bununla beraber; özellikle "Doğu Sorunu" dolayısıyla Osmanlı toplumuyla yakından ilgilendiler. Bu ilgi Marx'ın  1849 da Londra'ya yerleşmesinden ve ABD'de yayınlanan The New York Daily Trubune gazetesiniin Avrupa muhabirliğini üstlenmesinden sonra daha da yoğunlaştı ve güncel analizlerle somutlaştı." (10)

Türklerin, toprak mülkiyetsizliği bir devrim miydi?

Marks ve Engel, Doğu toplumları ile özelikle de Türklerin mülkiyet açısından toprakla var olan ilişkileri hakkında bilgi sahibi olmak istiyorlardı. Az da olsa bildikleri, onların bu formunun Batı'da (Avrupa) yaklaşık bir karşılığı yoktu; o da derebeylik örgüsü içinde; senyör ve serfe dayalı tarımsal ilişki, Doğu'daki kadar yeterince devrimci değildi. Böyle olunca da, feodalizmim kapitalizme; o da sosyalizme dönüşmeyecekti. Ama Doğu'daki daha farklıydı. Onun nasıl bir sıçrama ile kapitalizme dönüşeceği ve oradan da sınıfsız bir topluma evrileceği mes'elesi önem kazanmaktaydı.

Onların (Marks ve Emgel) bu form ile ilgili kaynağı Dr. Bernier...

"Moğol Sarayı'nda on iki yıl hekimlik yapan Fransız Doktor François Bernier''in eserini okuduktan sonra geliştirdiler. Marx,Engels'e ilk kez Dr. Bernier'den söz eden mektubunda, "Doğu'da şehirlerin kuruluşu hakkında ihtiyar Bernier'inkinden daha parlak,  daha inandırıcı kitap bulunmaz" diyor ve doktorun eserinden alıntılar yaparak, geçimi neredeyse tamamen süvarilere bağlı olan Delhi, Ağra gibi şehirlerin nasıl olup da iki, üç yüz bin kişilik hareket halinde kışlalar haline geldiklerini anlatıyordu." (11)

Marks, konu ile ilgili olarak şunları da söylüyordu: "Bernier -Türkiye'den, İran'dan ve Hindistan'dan söz ederek -tüm Doğulu olayların temel şeklini doğru saptamıştı. Doğu'da toprakta özel mülkiyet yoktu ve bu da Doğulu ufkun gerçek anahtarını oluşturuyordu." (12)

Dr. Bernier'nin bu konuda, Marks'a ve Ebgels'e ilham kaynağı olmasına rağmen, Dr. Bernier'nin, Doğu'da uzun bir dönem bulunmuş ve oradaki uygulamaları, anlayışları yerinde tespit etmiş olmasına rağmen, adeta bir Oryantalist ve seküler Batılığı ortaya koyan bir bakış açısıyla 'bölge ile ilgili olarak' kullanmış olduğu "Dünyada iyi ve güzel ne varsa hepsinin temeli olan özel mülkiyetin" bulunmadığı bu ülkelerde bir zulüm rejiminin (tyrannie) hüküm sürdüğünü, bu yüzden de tarımlarının çöküntü içerisinde olduğunu söylüyordu." Bu gözlemleriyle, Fransız hekim daha sonra Momtesquieu'nin geliştireceği "Asya despotizmi" kavramının öncüleri arasında yer almıştır." (13)

Daha sonra De. Bernier'nin Momtesquieu'nin ortaya attığı "Asya despoizmi" kavramının öncüleri arasında yer almasına rağmen, ondan 'Doğu'nun toprak yapısı ile ilgili' orijinal bilgileri kendilerinden alıp, onu üzerine ATÜT formunu geliştirmeleri arasındaki fark; Dr. Bernier'nin salt kapitalist bir tarzı uygun görmesi; diğer yandan ise, Marks ve Engels'inde, Doğu'dan bilgilerle hareket edip sosyalist bir sistem kurulmasını önceledikleri görülmektedir.

Ki,  bundan dolayı  Engels'in "Bu coğrafyada yapay sulama,tarımın ilk koşuludur: bunu ise ya komünistler,ya eyaletler, ya da merkezi hükümet gerçekleştirir." ifadesi, Mark ve Engels'in, komünist bir toplum düşüncesiyle Doğu'ya has olan toprağı kullanma formu hakkında bilgi edinmeleri ve onların etüdünü yapmaları; diğer yandan ise, yine aynı gayelerle Marks'ın Osmanlı toplumu sadedinde,   ona yönelik olarak Batı kapitalizmi karşısında "korumacı" mantıkla hareket etmesi, sonuçta komünist bir toplumun oluşumuna, farklı feodal formlardan düşünce sağlamaktan ibaretti..

DİPNOTLAR:

1) Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu, İtalya'nın, o dönem Osmanlı toprağı olan Trablusgarb'da (Libya) Osmanlıyı yok etme savaşına karşı çıkan düşünceler ve eylemler içerisinde olmuştur. Bkz. Georges Haupt & Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, Ayrıntı Yayınları

2)Ümit Aktaş, İslamcılık ve Sol/Sosyalizm Ekseninde, Türkiye'de Sosyopolitik Değişim Üzerine Bir Analiz S. 23; Özgün Düşünce Dergisi, "Sol, Sosyalizm İslami Sol Özel Sayısı)

3) Rusya'nın,  Sovyetler Birliği'nden Rusya Federasyonuna dönüşmesi de, buna pek etki etmemiş görünüyor.

4) Selanik, İstanbul, Kavala, İzmir vb.

5)Aclan Sayılgan, Türkiye'de Sol Hareketler, kitabı içerisinde "Türkiye'de Sol Hareketler Üzerine" adlı, eseri hazırlayan Erol Cihangir'in sunuş yazısından...  s. 18

6) Aclan Sayılgan; a.g.e. s. 18

7) Georges Haupt & Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, 1. Basım 2013 Ayrıntı Yayınları İstanbul

8) Federatioan Socialiste Ouvriére Salonique (FSOS)

9) Georges Haupt & Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, s. 197-198:(27 Ekim 1911 tarihli "İtalya-Türk Savaşı ve Balkan Sosyalist Hareketi" adlı XII nolu belge)

10) Taner Timur, Marx -Engels ve Osmanlı Toplumu, s. 15 Yordam Yayınları, 2012 İstanbul

11) Taner Timur, a.g..e, s. 21

12) Taner Timur, a.g..e, s. 21

13) Taner Timur, a.g..e, s. 22

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR