Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mustafa DOĞU


Ömer’i Aramak… Ömer Olmak!

Yazarımız Mustafa Doğu'nun Özgün İrade Dergisi 2019 Aralık Sayısında yayımlanan yazısı...


Ömer, insanlık var oldukça adı tarih boyunca adaletin simgesi olarak müşahhaslaştırılarak anılacaktır. Ama acı olanı ise anlaşıl/a/mayacak olmasıdır.

Hira; Bir arayışın, bir tefekkürün, bir huzur ve sükûn buluşun, bir okuyuşun, bir çırpınışın, bir yürek yangının dindirildiği mekânın adı olmuştur, risalet zincirinin son halkasını tamamlamakla görevlendirilecek tertemiz kılınmış Muhammed için. Kitabın, imanın ne olduğunu bilmeyen, şaşkın şaşkın bir arayışın içinde günler geçirmekte olan yetim ve öksüz, yaratılış fıtratı bozulmamış ümmi Muhammed’in(s) önderliğinde tüm insanlık için Hira, bir devrin kapanıp yeni bir devrin açıldığı bir mekânın adıdır aynı zamanda. İnsanlığı gömüldüğü karanlıktan-zulümattan aydınlık yarınlara çıkaracak, özlediği-hasret kaldığı adaletin, merhametin, erdemin, ahlakın yeniden hayat bulmasını sağlayacak bir ışık, bir nur olacaktır bu kutlu nebi, Hira’da aldığı ilk mesaj ile. Bu ilk mesaj ile birlikte, çaresizlik çareye, ümitsizlik ümide, durağanlık aktiviteye dönüşecek, inen vahiyler ete/kemiğe bürünüp kan olacak, can olacak, yaşam bulacaktı.

Alınan mesaj tüm Mekke sokaklarında yankılanmakta, evlerde, iş yerlerinde, çarşı-pazarlarda, Kâbe’de, parlamentoda (Daru’l-Nedve) konuşulmakta, kurulan panayır ve fuarlara gelen tacir ve müşteriler kanalıyla diğer coğrafyalara ve beldelere taşınmaktaydı. İlk önceleri dikkate alınmayan, bir delinin-mecnunun geçici söylem ve davranışları olarak telakki edilen bu çıkış, kısa bir süre sonra zalimlerin kurulu düzenlerini-statükolarını tehdit etmeye başladığını anlamaları ile birlikte, bir kaygının-korkunun-paniğin tüm ruhlarını sarıp sarmaladığı bir pozisyona dönüşecekti. Çünkü onlar nasıl bir inkılâpla sarsılacaklarını, elde ettikleri kirli kazanımlarını nasıl kaybedeceklerini biliyorlardı.

Önce tehdit, sonra uzlaşma dili devreye sokularak davacının davasından vazgeçmesini veya en azından kendi kazanım ve statükolarına dokunmaması teklif edilecekti. Anlayamadıkları-anlamak istemedikleri ise; bu davanın, her türlü uzlaşmaya kapalı olduğu, bırakın verebilecekleri en kıymetli-en değerli dünyevi teklifleri, güneşi ve ayı yörüngelerinden indirip sağ ve sol ellerine verilse dahi bir paha ifade etmeyecek kadar kutlu olduğu. Bu Allah’ın davası idi. Dolayısıyla bu dava Allah’ın kanun ve kuralları çerçevesinde işlevsel kılınmak zorunda, bu uğurda hiçbir tehditkârın tehdidi, hiçbir kınayıcının kınaması bir anlam ifade etmemekteydi. İşte bu davanın neferleri olma şerefine nail olmuş nice Ömer’ler, Ebu Bekir’ler, Osman’lar, Ali’ler, Hamza’lar, Mus’ab ‘lar, Ammar’lar, Bilal’ler, Hatice’ler, Aişe’ler, Fatıma’lar, Zeynep’ler, Ebu Zer’ler, Yasir ve Sümeyye’ler olmuştur ve Allah’ın izniyle sayıları dönem dönem azalsa da her daim kıyamete kadar olmaya devam edeceklerdi.
 

Rivayet olunur ki; Allah resulünün “Ya Rabbi bu dini iki Ömer’den biri ile aziz eyle” duasına muhatap kılınan iki Ömer’den biri, Hattab’ın oğlu, diğeri ise Ebu Cehil lakaplı Amr b. Hişam’dır. Netice de bu dua Hattab’ın oğlu Ömer’de karşılık bulacak ve İslam’la müşerreflenecektir. İslam öncesi ahlaksızlığın-despotluğun-kibrin, İslam ile müşerref olunduktan sonra ahlakın-erdemin-tevazuunun, her iki döneminde de cesaretin-azmin-kararlılığın kendisinde müşahhas hale geldiği, izanını, insafını, basiretini yitirerek mankurtlaşmamış taraflı-tarafsız tüm kesimlerin üzerinde “adalet”in sembol siması olarak antak kaldığı İslam dünyasının ikinci halifesi-imamı-lideri Hz. Ömer. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş risalet zincirinin son halkası Hatemu’n-nebi Hz. Muhammed’i öldürmek için yalın kılıç çıkılan yolda, karşısına çıkan birinin kız kardeşini-eniştesini hedef göstermesiyle değişen istikametin nereden bile/ne/bilirdi ki kendisinin adeta yeniden doğuşuna, dirilişine, ihya ve inşa oluşuna götüren bir adres, bir ev olacağı. İşte bu evde yaşananlar ve kız kardeşin korkusuz, cesaret dolu, ölüme meydan okuyan bir duruşun karşısında kendinden geçen ve kendini bulan Ömer. Allah resulünün huzurunda ilan edilen iman, yepyeni bir “Ömer” yaratacak, öldürmek için yola çıktığı, o ana kadar yeryüzünde en çok nefret ettiği kişinin eliyle bir devrim gerçekleşecektir. Nefret, yerini canından bile aziz kılmaya, en sevgili addetmeye, en değer verilen varlığa dönüştürecek, yanından bir saniye bile ayrı kalamayacağı özleme, sevgiye, muhabbete terk edecektir. Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş O güzel mürebbiyenin terbiyesi ile terbiyelenecek, edeplenecek, iffet ve hayâ sahibi olacaktır. İşte bu Ömer, insanlık var oldukça adı tarih boyunca adaletin simgesi olarak müşahhaslaştırılarak anılacak, anlatılacaktır. Ama acı olanı ise anlaşıl/a/mayacak olmasıdır. Ömer edebiyatı yapanların, zihinsel ve yaşamsal olarak Ömer’den fersah fersah uzak olmaları da zaten bunun en güzel göstergesi olsa gerek. Tıpkı resul edebiyatı yapanların bu güzel insanın düşüncesiyle, yaşamıyla asla örtüş/e/madikleri gibi.

Allah resulünün yanından hiç ayrılmayan Ömer, kızı Hafsa’nın Allah resulü ile evlenmesi ile akrabalık bağı kuracak ve bizzat resulün katıldığı tüm savaşlarda yanında hazır bulunacaktı. Tam bir görev adamıydı. Öngörüsü son derece yüksekti. Allah resulünün ahirete irtihali neticesinde oluşması mümkün kaos ve karmaşaya karşı “kim Muhammet öldü derse onun boynunu vururum” sözüyle ön alacak ve Hz. Ebu Bekir’in “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki O ölmüştür, kim ki Allah’a tapıyorsa bilsin ki O Hay ve Kayyumdur” sözüyle Ömer ile birlikte tüm toplum sükunete erecekti. Doğabilecek bir otorite boşluğunun da önünü kesmek babından, tüm kesimlerin üzerinde mutabık kalacağını düşündüğü ve ilk iman edenlerden ve Allah resulünün çocukluğundan beri arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir’i Allah resulünün halifesi olarak öne çıkararak ilk biati gerçekleştirerek tüm müminlerin biat etmelerine ön açıcılık edecekti. Hz. Ebu Bekir’in hilafeti süresince yanından hiç ayrılmayacak tüm işlerinde ona yardım edecekti. Neticede tüm ölümlüler gibi, Hz. Ebu Bekir de kendisi içinde tayin edilen ömrün son demlerine yaklaşıldığını hisseder olmuş, kendisinden sonra bir boşluğun doğmaması ve ümmetin iktidar kavgasıyla yorulup yıpranmaması için, Hz. Ömer’i -yaptığı istişareler neticesinde- kendisinden sonra ki halife-imam-emir el müminin olarak tayin etmiştir. Bu yapılan tayin-görevlendirme Allah resulünün dostlarının kahir ekseriyeti tarafından bir emir telakki edilmiş, kabul görmüş ve biatler gerçekleştirilmiştir.
 

Ömer, omuzlarına ne ağır ve büyük bir sorumluluğun yüklendiğini on yıla yakın bir zaman sürecek olan iktidarı döneminde iliklerine kadar hissedecek, hissettirecektir. Öfke ve azameti, şefkat ve merhamet ile yoğuracak, Allah resulünün “ümmetin efendisi ümmetine hizmet edendir” sözünü iktidarı boyunca hayat felsefesi yapacak, “kenarı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu!” sözüyle sorumluluk sınır ve alanlarını tayin edecek bir lider. Ölümü, yaşamının hiçbir anında zihninden çıkarmayan, yakin derecesinde iman ettiği ahirette kurulacak “Mahkeme-i Kübra”dan ve mizandaki terazide seyyie (kötü-çirkin) amellerinin ağır gelmesinden tir tir titreyen Ömer. Göreve geldiğinin ilk Cuma namazında, Allah resulünün dostlarına irat ettiği hutbede “yanlış yaptığında nasıl bir muameleye tabi tutulacağını” sorguladığında “seni kılıçlarımızla düzeltiriz!” diyen bir topluluğa imam tayin edildiği için gözyaşları içerisinde secdeye kapanan Ömer. Ganimet taksimi neticesinde bir sahabenin Ömer’in sırtındaki cübbenin nasıl oluştuğunu izah etmediği sürece kendisini dinlemeyeceklerini ilan eden cemaate bunu izah etme zorunluluğunu kendisinde hisseden Ömer. Kendi özel işleri ile devletin işlerini çok ince bir nezahet ile ayırarak kamu kaynaklarını kullanmaktan şiddetle kaçınan bir Ömer.

Kadınlara verilecek mehir konusunda bir tahdit uygulamaya kalkıştığında kendileriyle ilgili bir konuda yanlış hüküm verdiğini ve Allah’ın ve resulünün getirmediği tahdidi kendisinin getiremeyeceğini topluluk içinde dillendiren kadına karşı “kadın doğru söyledi, Ömer yanıldı” deme tevazusunu ve cesaretini gösteren Ömer. Devlet yönetiminde akrabayı, eşi-dostu değil liyakat sahibi ehil kişileri görevlendiren ve bu kişilerin mal varlığındaki izahı mümkün olmayacak artışları hazineye irat kaydedip verilen görevlerden azil eden Ömer. Devletin gücünü arkasına aldığı zehabına kapılarak bulunduğu yerlerde halkına zulmeden yerel yöneticileri misliyle cezalandırma cüret ve cesaretini gösteren Ömer. Kudüs’ün fethinden sonra, şehrin anahtarlarını teslim almak için yola çıktığında, sıra kölesinde olduğu için onu bineğinin sırtına bindirip, kendisi yularını tutarak büyük bir tevazu ile şehre girerken, itibar ve güç arayışlarının o günün emperyalistlerinin zihin ve yaşam dünyalarında oluşturduğu tüm algı ve olguları yerle yeksan eden bir Ömer. Daha saymakla bitmeyecek on yıllık iktidar döneminin her günü ve anı muhteşem olaylarla dolu adaletin-erdemin-hakkaniyetin-faziletin mümtaz temsilcilerinden olan Ömer.

Tarih düzgün bir okuma yapıldığında çok ilginç sahnelerle doludur. Ön kabul ve hamasetten arındırılmış, adil bir yaklaşımla eğinildiğinde kendisine çok değerli anekdotlar sunacak ibretlik sahnelerle dolu bir geçmiş. Geleceğin inşasına önemli katkılar sağlayacak bir hazine. Nice devletler, imparatorluklar, beylikler kurulmuştur yakın ve uzak tarihimizde. Kimisi adaleti ile nam salarken, kimisi zulmüyle tarihin sayfalarında yer almış. Adalet bir toplumun temeli, asla ödün veremeyeceği bir unsurudur. Buna halel geldi mi çarpan etkisi çok yüksek olduğu için diğer tüm hasletlerde yozlaşmalar kaçınılmaz olmakta ve toplum çürümeye yüz tutarak karanlık bir akıbet kaçınılmaz kaderleri olmaktadır. Adil bir sultanın elde edeceği paye hem dünyada hem de ahirette çok yüksektir. Hep hayırla yâd edilecek ve ahirette iyi bir gölgelikte gölgelenecektir. İşte adil bir sultanı var kılan etrafında şekillenecek dostları, yarenleri, dava arkadaşları, yola birlikte çıktıklarıdır. Ortak aklın sonucudur oraya konulan iyilikler ve güzellikler. İstişarenin bereketidir bilançonun kar hanesine düşenler. Hz. Ali hep üzülmüştür Ömer’in yokluğundan ötürü. En sıkıntılı anlarında hep aranmıştır ki keşke yanımda Ömer olsaydı diye.

Rabbimiz Kerim Kitabımızda geçmiş kavimlerin kıssalarından pasajlar sunar her çağın yaşanılması son derece mümkün olaylarına izdüşüm kılmamız için. Gezmemizi, düşünmemizi, ibret alıp güzel sonuçlar çıkarmamızı bildirmektedir, Sünnetullah’ın nasıl, ne şekilde tahakkuk edeceğinin anlamlandırılıp, anlaşılması için. Zulmün, hukuksuzluğun ellerine geçirdikleri her türlü güç ve iktidar imkânlarına rağmen baki olamayacağını, asıl şeref ve onur sahibi bir payeye sahip olabilmenin, yeryüzünde adaleti egemen kılacak mücadelede yattığının idrak edilebilmesi için. Hak ve hakikate götürecek yegâne yolun resullerin yolu, metodunda nebevi metot olduğunun altı kalın çizgilerle çizilerek aktarılmaktadır temiz akıl sahipleri için. Yüzyılımızın çok konuşulan BOP, Dinler arası diyalog, Medeniyetler ittifakı gibi söylem ve icraatlarla ortaya konulmaya çalışılan sentezci tüm yol ve yöntemlerin butlan olduğu anlatılmaktadır anlamak isteyen kullar için.

Ömer olmak; işte budur.
Ömer olmak; adil olmaktır.
Ömer olmak; mütevazı olmaktır.
Ömer olmak; yetki sahibi kılındığında kamu kaynakları başta olmak üzere israf etmemek, yetimin, yoksulun, yolda kalmışın hak ve hukukunu korumaktır.
Ömer olmak; zalimlerin korkusu, mazlumların hamisi-ümit ışığı olmaktır.
Ömer olmak; samimi ve ihlaslı olmaktır.
Ömer olmak; itibarı Allah’ın rızasında aramak ve bunun gereklerini yerine getirmektir.
Ömer olmak; liyakati, yakin olmaya tercih etmektir.
Ömer olmak; hesap soran ve sorulan olabilmektir.
Ömer olmak; görevlendirdiği kamu personelinin mal varlığında ki izahı mümkün olmayan her türlü artışı hazineye irat kaydetmek ve bunların derhal azillerini sağlamaktır.
Ömer olmak; birinci derecede eşi, evladı, ebeveyni dahi olsa asla iltimas geçmemek, mümkün mertebe onları kamu görevlerinden uzak tutmaktır.
Ömer olmak; kendisini “iyiliği emir, kötülükten sakındırma” duygusuyla hareket edenlere karşı kin ve öfke beslemek yerine, gereğini yapmak ve bunun için müteşekkir olmaktır.
Ömer olmak; etrafında övgü dolu sözlerle yağdanlık ederek nefsinin esiri kılınmasına katkı sağlayacak karakter fukarası insanlar yerine, ahlaklı-edepli-adil dostlar edinmektir.
Ömer olmak; ölüm korkusunu iliklerine kadar hissederek, yakin kılınmış ahiretin dehşetinden ürpermektir.
Ömer olmak; kerameti kendinden menkul bir zihin yapısı içeresinde asla olmamaktır.
Ömer olmak; kendisine yüklenen görev ve sorumluluğun altında ezilmek, un-ufak olmaktır.
Ömer olmak; kısaca adam gibi adam olmaktır.

Şimdilerde Ömer’ler aranır oldu kaybolan güvenleri yeniden kazanmak, yitirilen adalet duygusunu ikame etmek için. İtibar ve güç arayışlarının malda-makamda-güçte arandığı… Adam kayırmacılığın “in”, liyakatin “out” olduğu… Yakın akraba başta olmak üzere “hamili yakinim” dir pusulasının kamunun tüm kurum ve kuruluşlarında geçerli akçe olduğu… Yolsuzluğun-hırsızlığın-arsızlığın olağanlaştırılıp meşrulaştırıldığı… Yalanın-aldatmanın-hilenin-iftiranın doğallaştırıldığı… Ahlaki değerlerin yozlaştırıldığı… Hukukun sadece güçsüz ve kimsesizler için bir Demokles’in kılıcı gibi uygulandığı… İyiliği emretmeyi şöyle bir kenara bırakın, ima edilmesinin bile ötekileştirme-hain ilan etme için yeterde artar bir gerekçe kılındığı… Kötülüğün engellenmesi için yapılan tüm girişimler için “zamanlaması da pek manidar” gibi sözlerle değersizleştirildiği… Üretilen fıkıhlarla “bal tutan parmaklar” ın yerini kollara, vücutlara kadar uzanan bir anlayışla mallar-mülkler-makamlar edinildiği… Hangi ortamda ve kime karşı olursa olsun hakkın ve hakikatin yılmaz savunucuları olması gereken kişi-kurum ve kuruluşların üzerlerine adeta bir ölü toprağı serilmişçesine suskun ve sessiz kalındığı… İsrafın, savurganlığın, debdebe ve şaşanın, şov ve gösterilerin olağanlaştırılıp adeta doğal hale getirildiği… Dini literatürün kendi çıkar ve emelleri için hoyratça kullanıldığı… Modernizmin, sekülerizmin bir yaşam tarzına dönüştürülerek içselleştirildiği… Feminizmin kadınlarımızın ve kızlarımızın düşünce ve yaşamlarını esir aldığı… Şehircilikte, mimaride, sanatta, estetikte, ticarette, insani ilişkilerde batılılaşmanın temayül olmaktan çıkarak adeta doğal bir tercihlere ve yaşam tarzlarına dönüştüğü… Evet, gerçekten bu dönemde Ömerlere, Alilere, Ebu Zerlere şiddetle ihtiyaç var, öncelikle arayış içinde olanlar için. Fakat hamasetin, etnik milliyetçiliğin, şovenizmin, hedonizmin, niyet okumacılığının, algı yanılsamalarının, vefasızlığın, iftiranın, kara çalmanın, güce boyun eğmenin, toplumun adeta büyük kesimlerini sarıp sarmaladığı bir dönemde Ömer olmak veya Ömer’ler bulmak hiçte kolay olmasa gerek vesselam.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR