Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Seyit Ahmet UZUN


Ölümsüzlük Veya Ölümsüz İnsan Var mı?

Yazarımız, Seyit Ahmet Uzun'un, Özgün İrade Dergisi 2020 Ağustos (196.) sayısında yayımlanan yazısı...


“Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.”(Al-i İmran, 3/185)

İnanan bir insan olarak ölümsüz hiçbir varlığın olamayacağı inancını taşımaktayım. Günümüze kadar bizim bildiğimiz ve aramızda yaşayan ölümsüz bir canlı yoktur. İsrailiyat türü kaynaklarda İlyas ve Hızır yerde İdris ve İsa gökte olmak üzere üç peygamber bir bilge şahsın hayatta olduğu söylenmekle birlikte bunun İslami kaynaklarda sahih bir karşılığı bulunmamaktadır.

Ki böyle olsa bile yine inancımız gereği kıyametin gerçekleşmesi zamanında hiçbir canlının kalmayacağı açık bir gerçektir.

Fütürist yaklaşımlar insanlığın gelecekte ölümsüzlüğü bulacağına dair kehanetler sunsa da bütün insanlığın yok olacağı ve yeni bir hayatın başlamasının ilk adımı olan kıyametten kurtulacak hiçbir varlık olmayacaktır.

Ölümsüzlük bütün dinlerin, felsefi düşüncelerin üzerinde konuştuğu konulardan birisidir. Ab-ı Hayat arayışı insanlığın ölümün can sıkıcı, yok edici, karanlıklara mahkûm eden özelliğinden kurtuluşa duyduğu bir özlemdir.

Ölümsüzlük mümkün mü?

Bilimin ve teknolojinin olağanüstü geliştiği günümüzde mümkün olacağına dair ileri sürülen görüşler söz konusudur. Astrofizikçi Stephen Hawking ölümsüzlüğün mümkün olduğunu ancak şu an ki bilgi birikimlerimizle bunun gerçekleşmeyeceğini dile getirmiştir.

“Beyin bilgisayar gibi bir programdır. Dolayısıyla teoride beyni bilgisayara kopyalamak mümkündür. Bu sayede bedenen öldükten sonra bile bir yaşam formu oluşturulabilir. Ancak şu an ki imkânlarla bunu geliştirmemiz mümkün değildir.”

Yapay zekâ, dondurulan insanlar, beynin bilgisayarda yaşaması şu anki ölümsüzlük arayışlarının bir sonucudur. Ancak hayatı tarihi süreç içinde irdelediğimizde ölümün iki şeklini görmekteyiz.

Birincisi canlıların ölümü yani insanların, hayvanların, bitkilerin ve gezegenlerin ölümüdür. Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın canlılar nihayetinde bu dünyayla ve evrenle ilgilerini bitirerek yok olmaktadırlar.

İkincisi toplumların, devletlerin ölümü; günümüze kadar irili ufaklı, kısa ömürlü uzun ömürlü olmak üzerine nice devletler, imparatorluklar doğmuş, büyümüş ve yok olmuştur.

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf, 7/34)

Bu iki ölüm bize şu hakikati göstermektedir; Nasıl ki insanlar ve devletler doğup büyüyüp yok oluyorsa içinde bulunduğumuz evrende bu ilahi kural çerçevesinde yaratılıp, şekillendirilip, gayesini gerçekleştirdikten sonra yok olmaya mahkûmdur. Bu da bizim inancımızda kıyamettir.

Benjamin Franklin’de ölümsüzlüğün gerçekleşeceğine inancını şu şekilde dile getirmektedir.

“Keşke insanları dondurup ileride uyandıracağımız bir metot mümkün olsaydı. Bu sayede Amerika’nın 100 sonrasını bir günlüğüne görebilmeyi ardından ölmeyi bile kabul edebilirdim. Bunu normal bir ölüme kesinlikle tercih ederdim. İleride bilimimizin bunları da başaracağından hiç şüphem yok!”

Bu beklenti bana Kur’an’daki Ashab-ı Kehf kıssasını hatırlattı. Ben de başkanla aynı görüşteyim. Bilim insanları zaman içinde canlıların yüz, iki yüz veya daha fazla veya az bir zaman diliminde uyutup tekrar uyandırılmasının yasalarını bulup bu teknolojiyi gerçekleştirmeleri halinde insanlığın bu rüyası gerçekleşebilir. Çünkü kutsal metinlerde geçen mucizeler gönderildikleri toplumun bilimsel ufkunu açan olağanüstü olaylardır. Yaşanıldıysa yaşanılabilir oluşu söz konusudur.

Ancak bu asla ölümsüzlük anlamında olmayacaktır.

Kur’an, insanlara yeni ufuklar sunan ilahi bir kelamdır. Ashab-ı Kehf kıssasındaki gençlerin üç yüz dokuz yıl uyuyup yeniden uyanması bunun gerçekleşebileceğinin bir işaretidir.

Bu ise bizim için yeniden dirilmenin bir göstergesinden başka bir şey değildir.

Dijital bilim, organların yenilenmesi ve bütün organların nakli gibi konularla ölümsüzlük arayışları sürse de bu alanda çalışan bilim insanları ölümün kollarında sonsuzluğa doğru yola çıktıkları gibi çıkmaya da devam etmektedirler. Bu da bize gösteriyor ki insanın fani bir dünyada ölümsüz olması mümkün değildir.

Çünkü Allah evrene öyle bir işleyiş koymuş ki yaşayan zamanla yıpranıp, yaşlanıp sonunda yok olmaktadır.

Bu, evrenin sahibinin yasasıdır.

Gelmek, doğmak bizim elimizde olmadığı gibi gidip gitmemekte bize bırakılmış bir şey değildir. İnsan biyolojisinin doğal yasasını Rab şu ayetinde belirtmektedir:

“Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yasin, 36/68)

Ölümsüzlüğü bulmanın ilk şartı yaşlanmayı önlemek olmalıdır. Bu da insanın biyolojik yapısının kontrol edilebilmesi süreciyle gerçekleşecektir. Ancak tarih bize gösteriyor ki bu mümkün değil. İnsan yaşlandıkça güçsüzleşiyor ve eski çocukluk haline tekrar dönüyor. Bu hususu Milan Kundere şu veciz ifadesiyle dile getirmektedir;   “Ölümsüzlük artık yorgun ve yaşlı adamı ilgilendirmiyor.”

İşte bu aşamada ölümsüzlük arayışlarını üç maddede özetleyebiliriz: Bedenlerin, isimlerin (eserlerin) ve ruhların ölümsüzlüğü.

Hayat bize gösterdi ki bedenlerin ölümsüzlüğü mümkün değildir. Çünkü insan ne kadar uzun yaşarsa yaşasın nihayetinde Allah’ın insan için koyduğu evrensel yasaya boyun eğmek zorunda kalıyor.

“Bütün canlılar ölümü tadacaktır.”

Bunun mümkün olmamasını bir başka açıdan da şöyle değerlendirebiliriz: dünyanın yaşanılabilir olması için yer altı ve yer üstü zenginliklerin yaşayan insanların ihtiyacını karşılayabilecek bir formda olması gerekmektedir. İnsanlığın ölümsüzlüğe ermesi durumunda ya nüfusun azaltılmasına gidilecek ya da insanlar kısırlaştırılarak nüfusun artması önlenecek. Her iki durumda insan doğasına müdahale ve ölümün farklı bir şekli olacaktır. Bu da medeniyetle arasında biyolojik savaşın çok yoğun bir şekilde yaşanmasına neden olacaktır.

Allah’ın koyduğu yasa dünyanın yaşanılabilir olması açısından önemlidir.

Bedenin ölümsüzlüğü belki Ashab-ı Kehf kıssasında olduğu gibi belli bir zaman diliminde bedenin muhafazası şeklinde olması mümkün olsa da sonsuza değin yaşaması mümkün değildir.

İkinci ölümsüzlük ise bedenin ölümüyle birlikte insanın geride bıraktığı isim ve eserlerinde yaşamasıyla gerçekleşir. Bu ölümsüzlük türü de iki şekilde ele alınabilir. Birincisi; Yeni hayata inanmadan sadece isimlerinin yaşatılmasını kendileri için bir anı, var oluşun sürekliliği şeklinde algılayanlar ki bunların geride bıraktığı sadece isim olarak yaşar.

“İnsanların en büyükleri şana, şöhrete düşkün olur; bunu tamamen kendilerine ait bir ölümsüzlükten çok, belki de hiçbir şekilde ulaşamayacakları soyut bir ölümsüzlük olarak kabul ederler.”[1]

Bunun için tarihte birçok ilginçlikler yaşayan ünlüler olmuştur. Ancak bu onları ölümün sessiz kollarında tarihin derinliklerine gömülmekten ve yok olmaktan kurtaramamıştır.

İsim ve eserlerin ölümsüzlüğünü anlamlı kılan tarafı ise inancın onuruyla şekillenen bir hayatla, yeniden dirilişe inançla birlikte kalıcı ve değerli eserler bırakmaktır. Bu da peygamberimiz Hz Muhammed’in; “Hayra vesile olan onu yapan gibidir.”[2] Veciz ifadesinde karşılığını bulan bir müjdedir.

Bu ölümsüzlüğe ulaşanları ise şöyle belirtmektedir:

“İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i Cariye, İstifade edilen ilim, hayırlı evlat.”[3]

Burada yine beden ölmekte ama dünyada hayırla anılacağı eserler bırakanın ismi ve sevabı ölümsüzlüğe yelken açmaktadır. Burada Aliya İzzetbegoviç’in bir sözüyle konuya çok daha farklı bir perspektif kazandırabiliriz.

“Bizi toprağa gömmeye çalıştılar fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.”

Şehitlerin kanı gelecek nesillerin özgürlüğünün can suyudur. Her şehit binlerce fidan olarak yeniden filizlenmektedir. Sümeyye şehit olduğunda bir taneydi. Şimdi onun ismi ölümsüzler kervanında milyonlara ulaştı. Bu bir örnekti.

Şehidin kanı, onu başka insanların hayatlarında isimleriyle yaşatır. Mus'ablar, Hamzalar, Hüseyinler…

“Ey ölüm sen vurdukça iyilerin yüreklerinden fışkıran tohumlar dünyaya ölümsüzlük eker.”[4]

Burada da ölümsüzlük sadece ismin değil aynı zamanda sahip olduğu davanın da ölümsüz olduğuna bir işarettir.

Kungfu ustası Bruce Lee bunu şöyle ifade eder:

“Ölümsüzlüğün anahtarı, öncelikle hatırlanmaya değer bir hayat yaşamaktır.”

Yaşamını inancıyla, geleneğiyle, kültürüyle, ilmiyle, kişiliğiyle onurlandıran ve örnek bir şahsiyet olarak toplumda farkındalık oluşturan insanlar; gelecek nesillerin adını yaşattığı ve ölümsüzleştirdiği efsane şahsiyetler olarak tarihte yerini alır.

Üçüncüsü ise ruhun ölümsüzlüğüdür. İnancımızda asıl ölümsüzlük budur. Biz insan olarak fani, ölümlü, zayıf, sınırlı olmamıza rağmen sonsuzluğu özlemekte ve onu aramaktayız. Aslında aradığımız şey kendi içimizdedir; ruhumuz.

Mevlana Ab-ı Hayatı yani ölümsüzlük iksirinin sevgilide saklı olduğunu belirtmektedir; “Hele bir ölümden kurtulsun, kurtuluşa alışsın, çünkü sevgiliyi görmek Ab-ı hayattır.” Mevlana bunu dile getirdikten sonra ölümle imanın sağlamasını yapmaktadır:

“Ey genç! İmanın doğruluğunun işareti, onunla olduğunda ölümün sana hoş gelmesidir. Ey can! Senin imanın böyle olmadıysa olgun değildir; git, dinini olgunlaştırmayı ara. Senin işinde ölümü seven kişi, senin gönlünde zorlamasız dosttur. Nahoşluğu gidince ölüm, ölüm değildir. Ölümün suretidir, ama göçmektir.”[5]

Ölümsüzlük, ölüm korkusundan kurtulmakla mümkündür. Çünkü ölümden korkan insan her gün ölümün acısını yaşarken ruhun ölümsüzlüğüne inanarak hayatında ölümü öldürenler bir defa ölür ve oradan da ölümsüzlüğe yürür.

Girişteki ayet aslında ölümsüzlüğün sırrına işaret etmektedir. Bir defa şu bir hakikattir; Ölmeyecek insan yoktur.

Ölümsüzlüğü dünyada arayan insan, dünyanın aldatıcılığında hakikatini kaybeden bir zavallıdır. “Yaşamaya sıkı sıkı sarılmışsanız, sizce ister gökyüzünde, ister yeryüzünde olsun ölümsüzlük, ölümün acısını size unutturamaz, sizi avutamaz.”[6]

Ölüm, hayatın muhasebesini yapacağımız sonsuzluğun, ölümsüzlüğün ilk kapısıdır. Ancak bu kapıyı aralayarak ölümsüzlüğe erişebiliriz.

Yaratan Allah’ın dünya ile amaçladığı şey, bizim bu dünyada ölümsüzlüğün sırrına ermekten çok öte bir şeydir; hayatı nasıl yaşayacağımızdır. Ünlü matematikçi Bleas Pascal’da ruhun ölümsüzlüğün insana büyük bir sorumluluk ve bir amaç verdiğini şu ifadelerle dile getirmektedir.

“Ruhun ölümsüzlüğü bizim için çok büyük bir sonucu olan ve bize bir o kadar derinden dokunan bir konu ki bu konuda kayıtsız olmak için tüm duygularımızı kaybetmiş olmalıyız.”

İşte ruhun ölümsüzlüğü gözlerimizi bu dünyaya kapattıktan sonra ki yolculukla başlamaktadır. Ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurda devam edecek bir yaşamdır ölümsüzlük. Ancak bu ölümsüzlüğe karanlık ve aydınlık rengini veren dünyada yaptığımız davranışlardır. Zulüm, günah, kibir, bencillik vb davranışlar ölümsüzlüğün renginin karanlık yüzü olurken, adalet, iyilik, kardeşlik, inanç, ibadet, dürüstlük vb güzel davranışlarda ölümsüzlüğün renginin aydınlık yüzüdür.

Ölümsüzlüğün boyacısı biziz! Geleceğimizi şekillendirecek renkler duygularımız, düşüncelerimiz ve eylemlerimizdir.

Ölümsüz insanın ve ölümsüzlüğün olmadığını buraya kadar açıklamaya çalıştık. Peki, ölüm bir insanın hayatında kaçınılmazsa kimler korkar bu ölümden;

Hayatını kötülükle geçirenler; çünkü kötülüğüyle yüzleşmekten korkar.

Hayatını inkârla geçirenler; çünkü inkâr ettiğiyle karşılaşmaktan korkar.

Hayatını yaptıklarının hesabını vermeyeceği inancıyla geçirenler; çünkü hesap vermekten korkar.

“De ki: Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız, kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin (bakalım)!Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a, 62/6-8)

Konuyu toparlayacak olursak ölümsüzlük bu dünyada ancak isim ve eserlerde mümkündür. Ve hayatın sahibi Allah ölümsüzlüğün sırrını ölümden sonraya saklamıştır.  İnsanlar ölümsüzlüğe erdiklerinde dünyada yaptıkları bütün eylemlerin hesabını vererek ya cennet ya da cehennemde sonsuzluğu yaşayacaktır.

Bu bir tercihtir!

Dileyen ölümlü hayatı ölümsüz bir hayata tercih ederek sonsuzluğunu cehennemleştirir. Dileyen ölümsüz hayatı ölümlü hayata tercih ederek sonsuzluğunu cennetleştirir.

Hayatını sadece dünyaya adayan ve ölüm korkusuyla yaşayan insan ne bu dünyadan ne de sonsuz dünyada mutlu olur. Çünkü ölüm korkusu bu dünyayı çekilmez kılar, ölümden sonraya inanmadığı için de orada hüsrana uğrar. J.J Rousseau Emıle adlı eserinde bu konuya şöyle bir açıklık getirir:

“Kendini ölümden korumaktan başka bir şey düşünmeyen birine yaşamayı öğretmeyi hiç beceremem.” Derken yaşamayı bilmenin yolunun ölümü kabullenmekten geçtiğine vurgu yapmaktadır. 

Ölüm gerçeğini kabullenmeyenin yaşamı onurlandırması mümkün değildir. Bütün kahramanlar ölümü öldürerek ölümsüzlüğe göz kırpanlardan çıkmıştır.

Ölümsüz insan yok ancak hayatını inançla onurlandırarak ölümsüz mutluluğa göz kırpan yiğitler hep var olmuştur ve olacaktır. Kendisini tanrı ilan edip ölümsüzlüğü hayal edenler de toprağın karanlıklarından açılan sonsuzluğun aydınlığında ölümsüzlüğün sadece ve sadece Allah’a olan inançta olduğunu gördüklerinde iş işten çoktan geçmiş olmaktadır.

Nice Firavunlar gelip geçti

Nice Karunlar

Hepsinin gözünü doyuran

Bir parça toprak değil mi?

                    

 

[1]Fernando Pesoa/ Huzursuzluğun Kitabı/ Can Yayınları s. 222

[2] Tirmizi c. 2 s. 672 Konya Kitapçılık/ Abdullah Parlıyan

[3] Tirmizi c. 2 s. 31

[4] Charles Dickens/ Noel Şarkısı/ Can Yayınları

[5] Mevlana/ Mesnev/3. Kitap Beyit 4605/ Akçağ Yayınları/ s. 449

[6]Simone de Beauvoir/ Sessiz bir ölüm/ İletişim Yayınları/s.83

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR