Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Olağanüstü durumlar… Bitti mi, bitecek mi, biter mi, bitmez mi?

Artık durumların olağan hale gelmesi, suyun, selin durulması, yakılı bulunan ‘ateşin’ söndürülmesi için gerekli idi, geleceğimizin bekası için…


Çok da öteye gitmeye gerek yok. Tek parti yönetiminin bitimi ve ‘sözde’ çok partili hayatın başladığı dönem itibarıyla, bu ülkenin ‘aslî’ unsuru olan biz Müslümanların, kendi topraklarında, inancını hiçbir baskıya maruz kalmadan özgürce yaşayacağı düşünülüyordu. Bir ucu Müslüman halkın kendi inancına uygun şekilde yaşamasına denk gelecek bir vasatta, buna bağlı olarak, yine ‘sözde’ “İslam adına” iktidara gelen/getirilen Demokrat Parti, bu kitleyi, muhafazakârlaştırmış, sağcılaştırmış ve belli bir ortanda da milliyetçileştirmişti.

Büyük oranda ‘çaresizlikten’ ve de kıyısından köşesinden sistemin var olan imkânlarından yararlanma adına, bu kitlenin önemli bir kısmı, DP’yi Allah’ın bir lütfu, İslam’ın zaferi(!) olarak görmek istemişti. Ama beri yanda, adeta ‘yediği önünde, yemediği de arkasında’ misali, insanların büyük kısmı, kendi olmazsa olmazlarından, çoğu da farkında olmadan, işin ayırtına düşmeden vazgeçmiş oluyorlardı bir açıdan…

Kemalist sistem içerisinde, o da dönemin hür dünyasını(!) temsil sadedinde bulunan Amerika’nın, küresel kapitalist sistemin ‘en iyisinden’ işlemesi adına, aslında yönünü Batı’ya çevirmiş, kendi temelini Batılı zemine kaidelendirmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bu konudaki çabalarını az görmüş olmalı ki, ona telkinde bulunup, çok partili hayata geçmesini salık vermişti.

Burada,’yeni’ devletin bir kaybı yoktu ve olmayacaktı da! O kendisini daha da güçlü kılacak ve temelini alabildiğine sağlamlaştıracaktı. Hem Batı, İngiltere’nin, ABD’nin başını çektiği Batı idi ve hem de, kendisi de aslında Batıcı değerlere sahip ise de, Türkiye’yi oluşturan nüfusun Müslüman kimliğine ters gelebilecek olan sosyalist bloğun zararları(!) şayet uygulansa idi, kolay, kolay telafi edilemeyecek kadar sıkıntı oluşturacaktı.

Öyle ki, ‘bir devrin sonu’ misali, gerek Gorbaçov gibi dirayetli bir liderin ortaya koymaya çalıştığı ‘yeni’ açılımlar(Glastnost ve Prestroika) ve gerekse de, sosyalist yönetimin, çeşitli açı ve bulgulardan mütevellit olarak çökecek olması, baştan beri öyle bir görüntü vermesine uygun olarak, Doğu Bloğu çökmüş, Batı Bloğu ise, çeşitli atraksiyonlarla ömrünü alabildiğine uzatmıştı… Bu durum halen devam etmektedir.

Yine çok eski tarihi bir tarafa bırakalım, şimdiye bakalım… Sovyetler çöktü, sosyalist blok yıkıldı, sol, belki de yine kendisini Marksizm üzerinden refere ediyor olsa da, dünyada ve Türkiye’de sol, o da şartlar gereği farklı, farklı çehrelere büründü, temel aynı olsa da, alabildiğine farklılaştı.

Bu bağlamda sol, “yeni sol” olarak kendini var kılmaya çalışıyor. Bunda da doğal bir şey olamazdı zaten…

Bu farklılaşma sadece sol vb. için mi geçerli? Tabii ki hayır! Konumuz ve durumumuz gereği söylersek İslamcılık, milliyetçilik, muhafazakârlık vb. içinde söz konusuydu…

Bu meyanda, öteden beri devam eden olağan üstü durumlar, çok can yaktığı, çok gözyaşı dökülmesine sebep olduğu, nice kalpleri kırdığı vs. için, bu ülkenin, kendisini bu topraklara nispet eden insanı için –partisi, grubu, ideolojisi, cemaatinin vs. fark etmeden- geleceğimizin bekası için artık durumların olağan hale gelmesi, suyun, selin durulması, yakılı bulunan ‘ateşin’ söndürülmesi için gerekli idi.

Bu bekayı ve durulmayı, bugünle kıyasladığımzıda, alabildiğine umut veren AK Parti’nin 2002 de iktidara gelmesi, hakikaten de kayda değerdi. Öyle ki, ne Müslümanlara bir ‘İslam devleti’ sunacaktı, ne solcuya ‘komün hayatı’nın temelini atmaya bir katkısı olacaktı, ne Kürtler için bir devletin kapısını aralayacaktı, ne Türk milliyetçilerine “Adriyatik’ten,Çin Seddi’ne” yönelik bir ufku ortaya koyacaktı ve ne de her zaman azınlıkta olan liberallere hayallerinde ‘süslü duran’ "liberal bir toplumun kuruluşuna katkı" sunacaktı. Ama şu ya da bu oranda, bu kesimlerin sistem karşısında öteden beri var olan sıkıntılarını, az ya da çok oranda izale edecek, onların durumlarında gözle görülür bir oranda iyileştirmeye gidecekti.

Bu sebeple de, bu kesimler içerisinde kendine yakın bulduğu gruplar olsa da, kendini ‘ulaşılmaz’ olarak gören Kemalist rejim, olağan durumların bir türlü yeşermesini pek de istemiyordu.

Buna rağmen, AK Parti, kendi iktidarı sürecinde, o güne kadar pek söylenmemiş, söylense dahi, birtakım sembollerle ifade edilmeye çalışılmış sözleri, dile getirilmemiş konuları dile getirmeye çalışmış ve sonuç almaya niyetlenmişti.

Bunlar kısaca; askeri vesayet, Kürt sorunu, Batı ile ilişkilerde ‘sen ne dersen o olur’dan ziyade, ‘kazan-kazan’ mantığı içerisinde, yüzünü hem Batı’ya, hem Doğu’ya ve hem de ümmet düşüncesi içerisinde yönünü İslam dünyasına dönük bir şekilde icra edile gelen dış politika, başörtüsü sorununu, o da ‘tedrici olarak’ ortandan kaldırma, eğitimde Müslüman kızların ve kadınlarında var olmasını isteyen, ekonomik konularda da ilkesel olarak faize karşı, ama muhafazakâr kalkınmacı bir mantıkla kapitalist sistem içerisinde ayakta kalma çabaları olarak sıralanabilirdi.

Bunlara çözüm üretmek için ‘kurulan’ ve iktidara gelen AK Parti ve dolayısıyla da Erdoğan faktörü, uygulanan iyicil politikalar sonucunda, Kemalist sistemde bir şaşkınlık, acziyet ve adeta ‘bu işin sonu çöküşe gider' yollu paniklemelerde vaki olmuştu…

AK Parti’nin 2002’den 2012’de yapılan 12 Eylül referandumu sonrasında, kendi kuruluş mantalitesine zıt bir oranda, otoriterleşme emaresi göstermesi, he ne kadar ufukta FETÖ darbesi olmadığı için, pek de görülmemiş ve idrak edilmemişti. Ki bu dönemde, muhafazakâr kitlenin değişmesi istenen, dönemin HSYK’nın, yine Gülen Cemaati’ne peşkeş çekilerek yapının adının değişmesi(HSK) ile başlayan yargıdan tersinden ‘kanunsuz ve haksız’ bir şekilde yapılanması gibi, birçok alanda işi azıya alma çabalarına bakıldığında, Erdoğan’ın ülke yönetimini, var olan toplumsal çoğunluğu es geçip bu işi adeta ‘belli bir güce sahip’ biri siyasi kadro, diğeri ise sözde apolitik ve ‘salt’ cemaat olan bir yapı ile birlikte, bir nevi oligarşik yapı söz konusu oluyordu.

Ama bu oligarşiye benzer yapı, Gülen cemaati’nin güçlenme ve palazlanmadan dolayı, oyun bozarlıkla başlayan, alttan alta devleti, sistemi ve toplumu elde etme ve onların apaçık ele geçirmeye yönelik süreçte, FETÖ’nün 15 Temmuz meşum darbesinin sonucunda, Erdoğan, bu kez, yapıyı –ileride var olan bir cemaati kendine ortak kılar mıydı, bilinmezdi, ama- Başkanlık Sistemi’nin ilka ederek, yönetimde tekçiliğe doğru gidiyordu.

Bu  kez ortaklar, doğal olarak AK Parti’ye kayıtsız şartsız bağlanan muhafazakârlaşan toplum, cemaatler, STK’lar ve yapılar idi…

Gerçi, başta Kürt sorunu konusunda yalpalayan iktidarın muhalifi olmaya başlamış olan Kürtlerin önemli bir kısmı, yüzünü en barizi İBB seçimlerinde, AK Parti’den başka taraflara çevirmişlerdi.

Daha buna benzer konularda, toplumun önemli bir kısmı, o da tedrici olarak, 2002’den buyana AK Parti’ye vermiş olduğu krediyi, ondan çekip alıyordu.

Bunun sebepleri ise, hemen herkes tarafından biliniyordu.

Şimdi ise, AK Parti’nin umut olma ve birçok sorunu çözme durumuna zıt bir oranda, o da AK Parti’nin giderek devleti keşfedip özgürlükçülüğünü rafa kaldırması ve giderek otoriterleşme eğilimi göstermesi ile gündeme gelen ‘kurtarılması gerekenler’ kabilinden birçok olgu ve konunun, hemen her şeye galebe çalması sonucunda, olağanüstü durumlar sökün ediyordu.

Bunlar kısaca; Suriye’deki durumun farklılaşması sonucu, önceleri ‘kardeşim/iz’ denen Suriyelilerin birden istenmeyen topluluktan addedilmeleri, çözüm sürecinin rejim destekli olarak kesintiye uğratılıp, bir daha gündeme gelmemek şartıyla rafa kaldırılması, çözüm sürecinin, hem PKK ve hemde FETÖ tarafından sabote edilmesinin AK Parti ile ‘zinde güçlerin’ elini kuvvetlendirmesine yaradığı için, silahların tekrardan revaç bulması, İKBY’nin kendi durumu için yapmaya çalıştığı referanduma yönelik ortaya konan sert sözler, söylem ve tutumların Kürt nüfus üzerinde oluşturduğu ‘kalıcı’ psikolojik durumlar, kamuoyunda FETÖ üzerinden cemaatlere hamledilen olumsuz yargıların sonucunda, cemaatlerden hangisi ile iş tutulacağı, hangisiyle çalışılacağı ve bunlarında FETÖ gibi başa bela açacağı kaygısı, olağanüstü durumların giderek yeniden ivme kazanmasına yol açıyordu.

Gerçi, bazı yanılsamalara ve rejimsel atraksiyonlara rağmen, bu topraklarda İTC ile başlayan seküler siyasetin, tanım yerinde ise ‘haddini aşması’ aslında, bilindiği üzere yeni bir durum değildi… Şu anda, gerek mevcut iktidar ve gerek cümle muhalefet partileri ve gerekse de, yeni kurulacak olan partilerin kurucuları olarak düşünülen zevatın, AK Parti hükümetlerinde çeşitli görevlerde bulunmalarının getirmiş olduğu birçok olumsuz yargı ve algının izale edilemeyeceği düşüncesi ve bunların ileride çeşitli sıkıntılara yol açabileceğini ele veriyordu. Gerçi, şuan AK Parti’de bulunan ve görev alanların bir kısmı da, onlarla birlikte çalışmış ve uygulanan politikaların önemli bir bölümünde imzaları vardı. Buda unutulmamalıydı, sonuçta…

Son dönemde, medyada epey tartışılan ve ilgilisinin dikkatini çekmek için söylersek, usta gazeteci ve yazar Fehmi Koru’nun, kendine ait sitesinde epey zamandır dile getirdiği konulara bakıldığında bile, olağanüstü dönemlerin, an itibarıyla bitmediği, sona ermediği gayet iyi anlaşılacaktı. Zira Koru,  (https://fehmikoru.com) müzmin bir muhalif değil, bilakis –kendi yanlışı ve doğrusuyla- gayet önemli, anlamlı, eleştirel ifadeler kullanan ve ‘imkânlar ölçüsünde’ sonuca ulaşmak isteyen bir kalem olarak, kendi yorumlarında bizlere bu konuda bayağı malzeme sunmaktadır.

Geçmiş, geleceğinde belirtisini içerisinde barındırırdı.. Bundan hareketle, dün, her ne adına ve nasıl adım atılmışsa, bu adımların ya aynen ileriye atılmasını gerektirir, ya da bu adımlar bir şeyleri farklı göstermek için atılmış olurdu veyahut ta “dün, dündü, bugün ise, bugündür” söylemi ile iş geçiştirilecekse,  mevcut iktidarın/iktidarların, neye karşı umarsız ve neye karşı da pür dikkat kesildiği/kesileceği de kendiliğinden anlaşılacaktı.

Şimdi durum bu minvalde seyrediyor. Gelecek neyi gösterir, onu şimdiden bilemeyiz. Ama zaman en iyi müfessirdi, yani en iyi ve en analitik yorumcu idi vesselam…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR