Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


ZEYNEP KILIÇ


Okçular Tepesi

Zeynep Kılıç'ın "yeni" yazısı...


Müslüman bir musibeti bin nasihate bedel sayan insandır. Ki tüm hayatı imtihan eksenli yaşar. Gecesi imtihan, gündüzü başka bir imtihan. Bu siyah beyaz terazinin kefesinde iniş çıkış yaşarken elinden geldiğince muvazeneyi dengede, ahenkte tutturmaya çalışır. Eğer doğruyu, iyiyi, güzeli isabet ederse elbette ki mükafatın ekseriyetini alır eğer elinden geleni yaptıktan sonra yine başaramazsa yüce Allah bu sefer taksiratını affeyler. Hadisi şerife göre insanların en çok musibete uğrayanları evvela Peygamberlerdir. Sonra derecelerine göre veliler ve Salihler gelir (Tirmizi, Ahmed bin Hanbel). Meseleye havas değil avam gözüyle baktığımızda halbuki bu kategorideki insanların yüksek mertebe ve derece sahibi olarak bizim nezdimizde de tahtlar üzerinde şatafata ve saltanat içinde, nimet içinde yüzmesi gerekirken, ayrıcalıklı olması gerekirken neden imtihanda en evveliyatı alırlar. Bu onların ne kadar ali olduklarının birer sırrıdır. Çünkü Allah katında gerçek güç taşı, tuğlayı, demiri, kütleyi kriko, kaldıraç gibi yerçekiminden kopartıp havaya kaldıran güç değil kaba kuvvet değildir. Gerçek güç zorlukları musibetleri sabr ile sebat ile selat (namaz) ile kaldırma ve taşıma gücüdür. Kol gücü bilek gücü değildir ya da beygir gücü değildir. Ayrıca Allah kullarını zaaflarıyla Kur’ani tabirle acul yani aceleci ve cahil olmak iyi ve kötü hasletlerle birlikte yaratmıştır. Bütün bu zıt meziyetleri bir arada barındırmakla yanlışa eğriye kayma yanılma payımız vardır nesteizibillah. İsmet masumiyet sıfatlarına sahip Peygamberler bile imtihana müptela olmuşlardır. Tekerrüre düşmemek için ayrıntıya boğmaktan kaçınsak da Hz. Eyüp’ü bilmeyen yok hastalıklar bütün vücudunu kemirip kurtçuklar diline dayandığında ey rabbim bana zarar dokundu ve sen en merhametlilerin en merhametlisisin diye niyazda bulunmuş.  Kim bilir eğer Allah’ı zikretmekten alıkonma korkusu olmasaydı belki bu manevi devaya, duaya vasıl olmayabilirdik dilinden nebinin. Derdimiz insan mı kendimizden mi kaçıyoruz, insanlardan mı halktan mı alın size Yunus bin Meta’dan bir örnek. Malumdur kavminden kaçarken sandala binmiş üçün üçüncüsü olarak fırtınaya tutulmuşlar. Eski insanların amansız hissinin detektörüne takılmış, kalmış. Ve birbirlerine şöyle derler aramızda uğursuz birisi var ki tufana tutuluyoruz her kuraya kurban seçilir ve denizin karanlık pençelerine gark olması için salıverirler. İşte insandan kaçıp denize düşen yılana sarılması gerekirken Allah onun lisanı haliyle ona merhamete gelmiş olağanüstü haller peyda olarak karanlık dehlizlerden ışık hızıyla sıçrayıvermiştir yeryüzüne. Neydi tek kurtarıcı sloganı. Senden başka ilah yoktur, seni her türlü noksandan tenzih ederim. Şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum. Şeklindedir (Enbiya 87)

Doğru ikrarın, şahitliğin aşamayacağı, delemeyeceği hiçbir dağ yok. Geçemeyeceği, yırtamayacağı hiçbir karanlık dehliz yoktur. Yüce Allah’a şükürler olsun ki insanoğlunu bu olağanüstü hallerle kurtuluş reçeteleri ile donatmıştır. Kendi üzerinde şahit ve meşhut kılabilmiştir. Kendine yargılayabilme gücü ve doğruya götürecek kınayabilme yetisini bahşetmiştir. Yoksa Allah muhafaza akletmeyen nice halk, halklar enaniyetine yenik düşerek tarihin karanlık sayfalarında gark olmuşlardır. İşte asır, Asr-ı saadet asrı ve bu misallere benzer bir misal de okçular tepesinde (ayneyn) yaşanıyordu. Bedir zaferinden sonra Allah Resulü kırk sahabeyi okçular tepesine yerleştirmişti. Müşriklerden arkadan gelecek hamleleri kesmek murat edilmişti. Allah Resulü o kadar tembihliyordu ki Abdullah bin Cübeyr komutasındaki kırk sahabeyi zaferi görseler bile yerlerinden ayırılmamalarını sıkı sıkı tembihliyordu. Çünkü müşrikler Bedir savaşında ağır isimlerini yitirmişlerdi babaları bir erlerin ellerinden kılıçlarından. Bedirde Utbe bin Rabia, Utbenin oğlu Velid ve kardeşi Şeybe bin Rabia muharebe meydanında Müslümanlara meydan okuduklarında Ensar’dan üç genç Harisin çocukları Avf, Muavviz ile Abdullah bin Ravaha karşılık vermek istemiş. Utbe bunlar dengimiz değil tanımayız ya Muhammed diye bu sahabeleri reddedince Peygamber efendimiz kalk ey Hamza kalk ey Ali ve kalk ey Ubeyde diyerek ailesinden üç savaş delikanlısına komut vermiştir. Ve bu üç kahraman savaş partnerleri ile çarpışarak Hz. Hamza Şeybeyi, Hz. Ali Velidi ve Hz. Ubeyde Utbe bin Rabiayı öldürerek bir avuç Müslümanı tekbirlere boğmuştu. Allah ananiyte kurban gitmekten korusun imandan İslam’dan bi nasip kılmasın ki bu üç müşrik de Müslümanlarla savaşmaktan yana değillerdi ve müşrikler arasında Peygamberimize karşı en ılımlı olanlardandı. Fakat Ebu Cahil’in korkaklıkla itham etmesini gururlarına yediremediler. Utbe’nin bir oğlu Velid yanında şirk üzere öldürülürken diğer oğlu Ebu Huzeyfe Hz. Peygamberin safında babası Utbe’ye karşılık vermek istemiş ancak Peygamber efendimiz engel olmuştur. Müşrik baba Utbe öldürülünce Ebu Huzeyfe belki de en ağır imtihanla imtihan olunup yüzü insani bir refleksle yere düşüvermişti. Okçular tepesine döndüğümüzde böyle bir yenilginin peşinde at koşturan Mekke’nin illeri gelen müşrikleri için Uhut Savaşında her askeri hamleyi denemek ve her hâlükârda öclerini almak tek amaçtı. Dolayısıyla Peygamber efendimiz okçuları yerlerinden ayrılmamaları için iyice tembihledi.  Müslümanlar neredeyse savaşı kazınır gibi oldular müşriklerin sancaktarını da öldürüp ganimetleri toplamaya başlayınca Ayneyn tepesindeki okçular ganimetten mahrum kalmamak için yerlerini terk ettiler. Bu sırada Müslümanları arkadan vurmak için fırsat kollayan Halid bin Velid harekete geçti. Kendisini durdurmaya çalışan Abdullah bin Cübeyr ile on arkadaşını şehit ettikten sonra ganimet toplamakla uğraşan Müslüman askerler üzerine ani bir baskın yaptı bunu gören kureyş ordusu geri atağa geçti iki kuvvet arasında kalan Müslümanlar paniğe kapıldı. Tekrar silahlarını kuşanıp çarpıştılarsa da Hz. Hamza Vahşi bin harp tarafından şehit edildi. İbni Kaime Peygamber efendimize kadar sokulup bir kılıç darbesi ile peygamberi yüzünden yaraladı. Peygamberin miğferi ikiye bölünüp halkaları yüzüne battı.  Utbe bin ebi Vakkasın attığı taşla dudağı yarıldı ve bir dişi kırıldı. Übey bin Halef Peygamber efendimizi öldürmek için harekete geçti ise de Resul-i Ekrem bir mızrak darbesi ile onu atından düşürdü. Hz. Musabı şehit düşüren İbni Kaime Allah’ın Resulünü öldürdüğünü sanmış. Ve Muhammed öldü diye peygamberin öldürüldüğü etrafa yayılmış. Hz. Peygamber ve Müslümanlar kayalıklara çekildiler. Ebu Süfyan; Peygamberimizin, Ebubekir ve Ömer’in sağ olup olmadığından emin olmak için tek tek seslendi kimse cevap vermeyince Ebu Süfyan eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi deyince Hz. Ömer dayanmayıp yalan söyledin Allah düşmanı hepsi sağ ve burudadır dedi. Ebu Süfyan savaş sırayladır bugün Bedir savaşına bedeldir, deyince Hz. Ömer evet ama eşit değiliz bizim ölülerimiz cennete sizin ölüleriniz cehennemdedir karşılığını verir.

Bu kutlu anekdot İslam tarihine sahabeden de olsan Peygamber başlarında da olsa ihmal ve ihlalin, gafletin, dünyaya, ganimetlere saldırır gibi saldırmanın ne derce manevi bedeller ödemeye geldiğinin apaçık bir göstergesidir. Bu musibetten çıkarılması gereken bin nasihattir. Ve günümüzde dünyaya karşı zaafından dolayı Müslümanlar bir Bedir yaşamış olsa da bunun akabinde bin Uhut yaşamış, yaşamaya devam etmektedir. Çünkü Ebu cehil ölmemiş Ebu cehil kıtalar dolaşmakta muasır Ebu cehiller bugün hem taktik hem mühimmat hem silah strateji bakımından dünya aşkıyla mal mülk ile hemhal olan Müslümandan kat be kat illerdedir. Çünkü Peygamber aralarında değildir muasır Müslümanların kılıçlar her zamankinden daha keskin daha sinsidir tepesinde Hamza’nın, Ali’nin, Osman’ın. Müslümanlar gene okçular tepesini terk etmiş ama Bedirsiz ama Hendeksiz ama Haybersiz, Mekke ve Medine’nin kalbinden millerce uzakta uçsuz bucaksız…

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR